25 Eylül 2013 Çarşamba

MEDEEEEEEEEEEEEEEEEEETTT

Evet, ben Nasrettin Hoca’nın biliyorum ama çok maruf bir Ortadoğu fıkrasıdır. Hoca da tekrar ederek pekiştirmiştir. Bu gibi fıkralar, belli bir coğrafyaya ait karakterleri tasvir ettiği için önemli ve anlamlıdır. Üzerine konuşmaya değer.

Tacir, Şam’da alacağını alır, satacağını satar. Sonra hana gidip, devesine binip Kûfe’ye azm-i rah eder... Hancı ve fedaileri devenin kendilerinin olduğunu iddia ederek, taciri kapı dışarı ederler… Tacir, hancıyı Şam valiliğine kanmayıp kendini halife ilan eden Muaviye’ye şikâyet eder. Muaviye, “Deven buğra mıydı?” diye sorar. “Evet” der Kûfeli ve devenin müzekkerliğine delil olarak zekerini gösterir... Muaviye, yoldan çıkmış tebaasına dönerek, “Ey cemaat, ben burada bir maya görüyorum. Ne dersiniz?” diye sorar. Yezidin babasının korosu, “Mayadır yâ emir-el müminin!” mukabelesinde bulunur. “Ey Kûfeli, git (Hz.) Ali’ye söyle: Muaviye’nin buğrayı maya görecek kafar, gözünı hırs ve kin bürümüş binlerce leşkeri var. Hak’tan, hukuktan dem vurmasın!”

Tacir, eli boş ve perişan Kufeye dönmüş olabilir, Hz. Ali’ye o uğursuz ihtarı da iletmiş olabilir ama Haydar-ı kerrar olan serden geçer Hakk’tan geçmez.

Rollerin sahteleştiği bir zamanda…

Mürailiğin ve takiyyenin bugün kapitalizm denilen “hükmetme arzusu”nun hakiki kölelerinin ahlakı olduğu bir vasatta…

Zalimin mahkemede aklanabildiği, mazlumun hüküm giydiği dünyada…

Ayağımızı süçtürme ya Rabb-el âlemin…

Bu bugünün değil, insanın kadim ahvalidir. Habil: Alidir; Kâbil: Muaviye…

Bugünün farkı “çokyüzlü kişilik”in pazara ve sokağa hâkim tip oluşudur. Modern kent, modern hayat “kişilik” geliştirmeyi engeller, “kişilikli” olana da düşmandır. Çokyüzlülüğe yüzsüzlük de denilebilir.

Hatta hükmetme arzusunu cici beylerin, onların ciciyye hanımlarının elinde, zaman zaman vahşi hayvanların seviyesine düştüğü görmekteyim. Koltuk, para, makam adeta hayvanların kendi hakimiyet alanlarını idrarlarıyla çizdiği gibi, “moderen mamo”lar da, koltuk ve daha çok da parayla çiziyorlar.

Alin size sağlam bir kapitalist tanımı, anti-kapitalist koltuğunda hakimiyet mıntıkası belirleyenler de mezkur yüzsüzlüğün, mütemmimidir….

Medeeeeeeeeeeeeeeeeeettt….

Bizim Sivas, 26 Eylül Perşembe

11 Eylül 2013 Çarşamba

KANUN HÜKMÜYLE ADAMLARA HİTABIMDIR

Avukata eskiden ihtiyacımız olmazdı, çünkü namuslu adamların kanunla işi olmaz. 
Aklım yetti yeteli kanunların sadece haksız iş yapanları cezalandırmalarının, haklılara hizmet etmediğinin farkındayım. Hırsız, arsız, yolsuz mutlaka kanunlara uygun bir namussuzluk yolu bulur ve namussuzluğunu da o şekilde gerçekleştirir. Mafya filmlerinden öğrendiğimiz şu ki: İş adamı, yüksek bürokrat, fiilen kanunsuz iş yapan mafya mensupları kanunsuz işlerini kanuna uydurmak için mutlaka bu oyunu iyi bilen avukatlara ihtiyaç hissederler.
O mafya filmleri daha ziyade batı ve hususen Amerika’ya mahsus bir hayat tarzını yansıtıyordu ama artık Türkiye’de öyle bir ülkedir. Kanun kuvvetiyle kanunsuz iş yapanlar, haksız çarklarına zarar gelir diye tedirginler. Basın, yani gazeteler, yani bu gazetelerdeki satılmamış namuslu yazarlar toplumlardaki haksızlıkları dile getirecek tek kuvvettir.
Haksızlıkları dile getirince ne olur?
Kanun kuvvetiyle kendilerini “büyük adam” hissedenler, derhal harekete geçerler, medya içerisinde daima var olan satılık ve kiralık kalemlerle, haksızlığın üzerine giden gazeteciyi yahut yazarı hedef alan bir kampanya başlatırlar. Aile hayatına el atarlar, bilgisayarlarına girerler, sosyal medyada yaptıklarını büyütece yatırırlar… Oralardan eğer bir şey bulurlarsa tehdit ve şantajla susturmaya çalışırlar, o da olmazsa sanal âlemdeki yazışmalarını, tam SS subayları gibi takibe alır ve “kanunen adam sayılma”nın gereğini yaparlar…
Yazar yahut muhabir bir kurumu eleştiriyorsa, artık karşısına kiralık ve satılık kalemler çıkmaktadır. Çünkü artık öyle gazeteciler vardır ki, peçeteci hükmündedir, gazete kağıdı onların peçetesidir, patronlarının pisliklerini silerler. Hatırlarsınız, bizzat benim de başıma gelmişti, bir kurumu eleştirmiştim, birileri beni kuruma ihbar edip, cezalandırılmamı talep etmişlerdi. Olur, bütün bunlar olur ve olağandır…
Bana olağan gelmeyen şey haksızlıklara siyasetçilerin ve fiilen dava açması gereken mercilerin bigâne kalışıdır. Haksız uygulamalardan o zaman sayın bakanlar, müsteşarlar, genel müdürler vs. gibi şahısların da haberi vardır, hatta çıkar beraberliği vardır. Bunu ihtimal dışı görürüm ama muhtemel olan bu zevatın sadece koltuklarını dolduramayışı ve bu yüzden maslahatçılıkla idare ederek geleceklerini garantiye aldıklarıdır.
Öyle ise tam bir rezalet…
Ben, kendi adıma üzerime düşeni her durumda yapacağım; çünkü kalem, üzerine yemin edilen mübarek bir nesnedir. Eliniz kalem tutuyorsa sorumluluğunuzu yerine getirmelisiniz, ya da susacaksınız. Susmamayı tercih ettim, ederim. Sonucuna da katlanırım çünkü köle ahlakına sahip olup da kahramanlık şiiri yazan deyyuslarla işim olmaz.
Efendi olmanın gereğini de, bedelini de öderim…
Kanun hükmüyle adam olanlarla, kanun kuvvetiyle reculiyet sahibi olmaya çalışanlarla hesabı asla kapatmam, çünkü bu dünyada kapanan hiçbir hesap yoktur… İnsan bu dünyadan göçtükten sonra da defteri kapanmaz; iyinin iyiliği sürer, kötünün kötülüğü…
Artık Türkiye’de başka bir devre girdi, içinde yaşadığımız şehir de…
Bundan böyle namuslu insanların da avukata ihtiyacı olacak…
Haksızlığı ne miktar söyleyeceğimi, icabında ince ince söveceğimi belirlemek için önce avukata soracağım, sonra kanunen adam sayılanlara kanunun müsaade ettiği kadar… Anlarsın ya…

Sabah sabah, vira bismillah…