SINIRDA BİR SOSYOLOJİ OLDUĞU YANLIŞ DEĞİLDİR
Endüstri inkılabı, zorunlu bir model doğurmamıştır ama modern
uygarlığı gerçekleştirenlerin ilham kaynağıdır. Mezra, ziraata uygun yer
demektir. Dünyayı mezra değil, dükkân
gibi görenler; tabiatın bütün kaynaklarını, insanın bütün özelliklerini satılabilir
hale getirmenin yolunu meşrulaştırmak için bir aygıt inşa ermişlerdir. İnsanın,
insanlığını adayarak peydahladığı bu aygıta, modern kelimesini de ihmal
etmeyerek “modern uygarlık aygıtı” (MUA) denilmesi, farz-ı muhal olmaz. Çünkü muaşeret,
medeniyetin esası olup; tabiatla insanın sınırlarının bağdaştırılmasıdır. Mahut aygıt, insanın ve tabiatın piyasada
konuşlandırıldığı yerde tutulması üzerinden işletilmektedir. “Yerinde
tutma”nın, “ilerleme” olarak tanıtılması, bir “meta-hukuk” işlevi yerine getirmektedir. Düzenleme faaliyeti, modern
uygarlığın en mümeyyiz vasfıdır. Çizilmemiş sınırlar üstünde ve ezici bir manevra
kabiliyeti, bu suretle kazanılmıştır.
Şehir merkezli medenileşmenin yerini: her müşteriye uygun
metanın bulunduğu kentler almıştır. Kent, dünyanın işgalinde son sayfadır. İşgal,
içten ve “meta-hukuk” vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Mezrayı (ekeneği) iskâna
açmak kolay iştir; işgalin bir sonucu olarak, kentleştirme mesaisinin çoğu masa
başında kurgulanmaktadır. Kentin sınırları, ekilebilir arazi aleyhine süratle
genişlemiştir. Günümüzde kentleşme hızı gecekondu kondurma hızını aşmıştır;
kent amip gibi çoğalmaktadır. Market ve fastfood zincirlerine egzoz gazı, yanık
et kokusu ve parfümeri refakat etmektedir.
“Öyle kentler inşa ettiniz ki,
bize yapacak yanlış bırakmadınız!” diyen son filozof, 1844’te bu dünyadan
göçmüş idi. “MUA ne yaparsa doğrudur!” demekle, “Hayatta en hakiki mürşit
ilimdir!” vecizesi arasında en ufak bir gerilim yoktur. İnsanın reşit olma ve
irşat kabiliyeti, meta-hukuk vasıtasıyla elinden alınmıştır.
Tarlaların düşük fiyatla alınıp, iskâna açılması, alışılmış
akışta en çirkin sayfadır. Büyük küçük tüm kentlerde belediye başkanları da ekser
inşaat işlerinden çok iyi anlayan kişilerdendir; seçilme nedenleri, “yarı irrasyonel” ama insanların
bağlanarak kendine dayanak sağladığı “ideolojik
hissiyat”tır. Çıkarı en yükseğe çekme hususunda rasyonel düşünen zevatı muktedir
kılan mekanizma böyle işler. Çark içinde kentlerin en önemli fonksiyonu, “nüfus eritme”dir. “Tüketici” kimliği,
bütün kimlikleri görünmez hale getiren bir boya gibidir. Mekanizmaya karşı geliştirilen
tenkitlerin, eyleme dönüşmesi mümkün olmamasına rağmen; karşısında tüketim
hesabı hususunda çok akıllı, ezici bir rakam üstünlüğüne sahip kitleleri bulur.
İktisadî rejimlerin, ısrarla ve özenle demokrasi üzerinden geliştirilen ve
küçük rötuşlarla mahallilik kazanabilen söylem ve epistemoloji ile bütünleştirilmesi
bu yüzdendir.
Bir şehri kuzey rüzgârından korunmak için sırtını dayadığı
dağın doruğundan temaşa edenler ne olduğunu ne bittiğini anlar. Dağın
enginlediği yerden, ırmak vadisinin karşı yakasının son sınırına kadar boş yer
kalmamıştır. Mevcut ve mezkûr mekanizma içerisinde daha güzelini yapma çabaları
küçümsenemez; kendi liglerinde bu başarı göstergesidir. Çözümlemeye:
erişilmezden en uzağa, en uzaktan en yakına bağlar kurarak başlaması gereken “inşaat protokolü”nün önünde sadece “kâğıt
üzerindeki arsa” vardır. Her çeşit uzmanlığın, üzerinde işlem yaptıkları
nesneden kopuk bir teknisyenliğe dönüşmüşlüğü, bilgisayar teknolojisi ile
beraber zirve yapmıştır. Hatıralar bir müze gibidir; eylemle geçmişin irtibatını
natürmort bir seviyede tutmak için “turistik nostalji” üretmek, kent
burjuvasının fiyakasıdır.
Toprağın satılabilir bir meta haline gelişi, kapitalizmin
zaferini perçinleyen esaslı bir dönüşümdür. Köksüzlük üzerine inşa edilen her
gerçeklik, gerçeği biteviye daha derine gömmektedir. Modernlik, öldürecek
geçmiş kalmayınca; öldürmek için beslenen “sera
geçmiş”ler üretip, büyük şovlar eşliğinde tepelemektedir. Sahte kuşaklar ihdası da şovun bir parçasıdır.
Esas hedef, bütün modern kurumlara yedirilmiş nesillerin birbirine bağlanma
ihtimalini engellemektir. Değişenin ne olduğunu anlayamayacak dozda “değişim
narkozu” zerk edilmektedir. Çevrecilik, iklim değişikliği gibi konuların
gündeme gelişi, toprak sevgisinden yahut hukuk arayışından kaynaklanmamakta; “kıtlık
korkusu” yaymaktadır.
Şehirler, başlı başına milletin tüm eylediklerini kayda
alan bir hatıra defteri; şehirlilik de tüm yerleşim birimleri için muaşeret
ölçüsüydü. Sair sosyolojik kategoriler, sosyolojik disiplinin bizzat kendisi
gibi sanayi inkılâbı sonrasına aittir ve sonrasında türetilmiştir. Tarih,
sosyolojik kategorilere “işe yarar” malzeme çıkarma âleti suretinde
legolaştırılmıştır. Kent, kontrol ve denetleme mekanizmasıdır; muaşeret değil,
düzenleyici kurallar vardır. Yeni üretim ve iletişim teknolojileri modern
uygarlığın “düzenleme süreçleri”ne görünüşte ters düşmemesi icap eder. Ancak,
bilgiyi ve haberi denetleme güçlüğü, “operasyon merkezleri”ni sarsmaya
başlamıştır. Tüketim hesapları, yerini nüfus ayarlama stratejilerine bırakabilir.
Bu stratejiler, gizli vesika hükmünde değildir ve modern uygarlık
operatörlerinin son ve tek hamlesi olabilir. Modern uygarlığın sınırları,
kentin de sınırlarıdır. Artık sınırlar kapanmıştır ve genişleme imkânı
kalmamıştır. Sınırda bir sosyoloji olduğu büyük bir yalandır; yanlışlamaya açık
bir nesnenin olmadığını en son bilim dünyası fark edecektir.
İnsan köşeli bir varlıktır. Törpülenen köşelerinin
varlığının hissedildiği anlardan birini ve mütekâsif bir biçimde yaşadığımızı
düşünüyorum. Kentler ve kentlilik üzerine derin ve yepyeni bir nazara ve
nazariyata da alan açılmıştır. Dijital dünyayı, dijital teknolojileri dünyayı
değiştirme imkanı saymakla başlayabiliriz. “Ey insanlar, insan olunuz!”
sloganını, bilgisayarların kalbine yazmalı!
Bilgisayarın kalbi olur mu? Mesele o değil; kalbin eşyayı
bir halden başka bir hale kâlb ettirebilme kabiliyetidir. İlk bilgisayarımın
alnının çatına “Hûvelbâkî” yazmıştım.
Muhit
Dergisi, Şubat, 2023