3 Şubat 2023 Cuma

SINIRDA BİR SOSYOLOJİ OLDUĞU YANLIŞ DEĞİLDİR

Endüstri inkılabı, zorunlu bir model doğurmamıştır ama modern uygarlığı gerçekleştirenlerin ilham kaynağıdır. Mezra, ziraata uygun yer demektir.  Dünyayı mezra değil, dükkân gibi görenler; tabiatın bütün kaynaklarını, insanın bütün özelliklerini satılabilir hale getirmenin yolunu meşrulaştırmak için bir aygıt inşa ermişlerdir. İnsanın, insanlığını adayarak peydahladığı bu aygıta, modern kelimesini de ihmal etmeyerek “modern uygarlık aygıtı” (MUA) denilmesi, farz-ı muhal olmaz. Çünkü muaşeret, medeniyetin esası olup; tabiatla insanın sınırlarının bağdaştırılmasıdır.  Mahut aygıt, insanın ve tabiatın piyasada konuşlandırıldığı yerde tutulması üzerinden işletilmektedir.  Yerinde tutma”nın, “ilerleme” olarak tanıtılması, bir “meta-hukuk” işlevi yerine getirmektedir. Düzenleme faaliyeti, modern uygarlığın en mümeyyiz vasfıdır. Çizilmemiş sınırlar üstünde ve ezici bir manevra kabiliyeti, bu suretle kazanılmıştır.

Şehir merkezli medenileşmenin yerini: her müşteriye uygun metanın bulunduğu kentler almıştır. Kent, dünyanın işgalinde son sayfadır. İşgal, içten ve “meta-hukuk” vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Mezrayı (ekeneği) iskâna açmak kolay iştir; işgalin bir sonucu olarak, kentleştirme mesaisinin çoğu masa başında kurgulanmaktadır. Kentin sınırları, ekilebilir arazi aleyhine süratle genişlemiştir. Günümüzde kentleşme hızı gecekondu kondurma hızını aşmıştır; kent amip gibi çoğalmaktadır. Market ve fastfood zincirlerine egzoz gazı, yanık et kokusu ve parfümeri refakat etmektedir.  “Öyle kentler inşa ettiniz ki, bize yapacak yanlış bırakmadınız!” diyen son filozof, 1844’te bu dünyadan göçmüş idi. “MUA ne yaparsa doğrudur!” demekle, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!” vecizesi arasında en ufak bir gerilim yoktur. İnsanın reşit olma ve irşat kabiliyeti, meta-hukuk vasıtasıyla elinden alınmıştır.

Tarlaların düşük fiyatla alınıp, iskâna açılması, alışılmış akışta en çirkin sayfadır. Büyük küçük tüm kentlerde belediye başkanları da ekser inşaat işlerinden çok iyi anlayan kişilerdendir; seçilme nedenleri, “yarı irrasyonel” ama insanların bağlanarak kendine dayanak sağladığı “ideolojik hissiyat”tır. Çıkarı en yükseğe çekme hususunda rasyonel düşünen zevatı muktedir kılan mekanizma böyle işler. Çark içinde kentlerin en önemli fonksiyonu, “nüfus eritme”dir. “Tüketici” kimliği, bütün kimlikleri görünmez hale getiren bir boya gibidir. Mekanizmaya karşı geliştirilen tenkitlerin, eyleme dönüşmesi mümkün olmamasına rağmen; karşısında tüketim hesabı hususunda çok akıllı, ezici bir rakam üstünlüğüne sahip kitleleri bulur. İktisadî rejimlerin, ısrarla ve özenle demokrasi üzerinden geliştirilen ve küçük rötuşlarla mahallilik kazanabilen söylem ve epistemoloji ile bütünleştirilmesi bu yüzdendir.

Bir şehri kuzey rüzgârından korunmak için sırtını dayadığı dağın doruğundan temaşa edenler ne olduğunu ne bittiğini anlar. Dağın enginlediği yerden, ırmak vadisinin karşı yakasının son sınırına kadar boş yer kalmamıştır. Mevcut ve mezkûr mekanizma içerisinde daha güzelini yapma çabaları küçümsenemez; kendi liglerinde bu başarı göstergesidir. Çözümlemeye: erişilmezden en uzağa, en uzaktan en yakına bağlar kurarak başlaması gereken “inşaat protokolü”nün önünde sadece “kâğıt üzerindeki arsa” vardır. Her çeşit uzmanlığın, üzerinde işlem yaptıkları nesneden kopuk bir teknisyenliğe dönüşmüşlüğü, bilgisayar teknolojisi ile beraber zirve yapmıştır. Hatıralar bir müze gibidir; eylemle geçmişin irtibatını natürmort bir seviyede tutmak için “turistik nostalji” üretmek, kent burjuvasının fiyakasıdır.

Toprağın satılabilir bir meta haline gelişi, kapitalizmin zaferini perçinleyen esaslı bir dönüşümdür. Köksüzlük üzerine inşa edilen her gerçeklik, gerçeği biteviye daha derine gömmektedir. Modernlik, öldürecek geçmiş kalmayınca; öldürmek için beslenen “sera geçmiş”ler üretip, büyük şovlar eşliğinde tepelemektedir.   Sahte kuşaklar ihdası da şovun bir parçasıdır. Esas hedef, bütün modern kurumlara yedirilmiş nesillerin birbirine bağlanma ihtimalini engellemektir. Değişenin ne olduğunu anlayamayacak dozda “değişim narkozu” zerk edilmektedir. Çevrecilik, iklim değişikliği gibi konuların gündeme gelişi, toprak sevgisinden yahut hukuk arayışından kaynaklanmamakta; “kıtlık korkusu” yaymaktadır.

Şehirler, başlı başına milletin tüm eylediklerini kayda alan bir hatıra defteri; şehirlilik de tüm yerleşim birimleri için muaşeret ölçüsüydü. Sair sosyolojik kategoriler, sosyolojik disiplinin bizzat kendisi gibi sanayi inkılâbı sonrasına aittir ve sonrasında türetilmiştir. Tarih, sosyolojik kategorilere “işe yarar” malzeme çıkarma âleti suretinde legolaştırılmıştır. Kent, kontrol ve denetleme mekanizmasıdır; muaşeret değil, düzenleyici kurallar vardır. Yeni üretim ve iletişim teknolojileri modern uygarlığın “düzenleme süreçleri”ne görünüşte ters düşmemesi icap eder. Ancak, bilgiyi ve haberi denetleme güçlüğü, “operasyon merkezleri”ni sarsmaya başlamıştır. Tüketim hesapları, yerini nüfus ayarlama stratejilerine bırakabilir. Bu stratejiler, gizli vesika hükmünde değildir ve modern uygarlık operatörlerinin son ve tek hamlesi olabilir. Modern uygarlığın sınırları, kentin de sınırlarıdır. Artık sınırlar kapanmıştır ve genişleme imkânı kalmamıştır. Sınırda bir sosyoloji olduğu büyük bir yalandır; yanlışlamaya açık bir nesnenin olmadığını en son bilim dünyası fark edecektir.

İnsan köşeli bir varlıktır. Törpülenen köşelerinin varlığının hissedildiği anlardan birini ve mütekâsif bir biçimde yaşadığımızı düşünüyorum. Kentler ve kentlilik üzerine derin ve yepyeni bir nazara ve nazariyata da alan açılmıştır. Dijital dünyayı, dijital teknolojileri dünyayı değiştirme imkanı saymakla başlayabiliriz. “Ey insanlar, insan olunuz!” sloganını, bilgisayarların kalbine yazmalı!

Bilgisayarın kalbi olur mu? Mesele o değil; kalbin eşyayı bir halden başka bir hale kâlb ettirebilme kabiliyetidir. İlk bilgisayarımın alnının çatına “Hûvelbâkî” yazmıştım.

Muhit Dergisi, Şubat, 2023

 


 

 

CANGILLI SÖZLERİN SOSYOLOJİSİ

Zygmunt Bauman, modernliğin sosyolojisini hakkıyla yapan bir hakiki mütefekkirdir. Tahkiki: Almanların Yahudi ve Çingenelere uyguladığı soykırımın modernliğin tabii bir sonucu olduğudur. Kendisi de Yahudi olması münasebetiyle soykırımı her yönüyle ayn-el yakin yaşamıştır. Soykırımla beraber, modern uygarlığın kendisini tamamladığını söylemesi, rahatlatıcı bir husus değildir. Batının bir tür vicdanı olan cins kafalar dahi, değişimin insan ve tarih dışı anlaşılması temayülünü sürdürmektedir. Değiştiren insanların, değiştirme iştiyakını kamçılayan ahlakî süreklilikler yok olmadığı müddetçe modern uygarlığın mümessillerinin vahşeti rasyonelleştirme teknikleri de kılık değiştirerek yoluna devam edecektir.

Modernliği biricikleştiren müesseseler kucağında hiçbir ferdin, hiçbir toplumun başka bir kader arayışına kalkışması muhâldir. Mecburi istikamet oku, arazinin meyline göre kıvrılmakta ama değişmemektedir. Bauman’a göre, düzenleyen iktidarın da, düzenlenmiş varlıkların da zihninde “bahçe toplum” ve “bahçıvan devlet” ideali varılması gereken tek hedeftir. Bizzat kendisi düzenlenmiş bir aygıt gibi işleyen insanların, dünyaya nizam verme gayreti, sahte bir hareket hissi uyandırmaktadır. Sahte hareket hissi, epistemolojik şebeke sistemi ile ilerleme suretinde takdim edilmektedir. Koşu bandında formunu tutmak için yürüyen yahut koşan insanların haritada yeri olan ülkeleri varsa da, sistemin arz ettiği nizamname haricinde ilkeleri yoktur. Bauman; Hitler’den kaçar, Rusya’ya iltica eder. Komünist partide çok ileri noktalara gelmesine rağmen, Stalin’in bahçıvan mabeyninde toplum ve devlet tasarımladığı Rusya’da da barınamaz.

Modern, şimdi olanı değil, şimdi zımnında tekmil zamanı temsil iddiasındadır. “Bahçe toplum” ve “bahçıvan devlet” uygulamaları, doğrudan doğruya modernliğin tarihiyle irtibatlıdır.  Üstün ırk ideali, modernliğin yegâne hedefi olmak zorundadır; çünkü zaman bilinci modern iktidar tarafından istimlâk edilmiştir. Biteviye düzenlenmesi gereken bir dünyada bozuk olduğuna karar verilen unsurların varlığı gereklidir;  bozuk olanlar, Avrupa dışındaki ülkeler ve ırklardır. Bunlar bir tür, bahçeye yakışmayan hudayinabitlerdir; ayıklanmaları gerekir. Nazilerin/Hitler’in karşısında o an Yahudiler vardı; ama gerçekte hedef Yahudiler değil, batıya uymayan herkestir.

On yedinci yüzyıldan itibaren tabii olan hiçbir şeye tahammül edemeyen Avrupa, bahçelerinde cangıla müsaade etmediği gibi, diktikleri ağaçları da budayarak şekillendirme yoluna girmiştir. İnsanları da bahçe gibi düzenlemeye geçişin kökünde bahçe mimarisindeki ihtilâl yatmaktadır. Verimi artırmak gayesiyle, bahçe mimarisinin kesiştiği nokta, estetiğin hayatın dışında konuşlandırılması olmuştur. Bahçe mimarisindeki büyük dönüşüm,  Sanayi İhtilâli ve Fransız İhtilâli’nin öncesindedir ve estetiğin insansızlaştırılmasıdır. Aydınlanma çağı düşünce ve hayal dünyası hitabeleştirildikten sonra, Avrupa’da bahçeler, makasla kesilip biçilen bitki ve bahçelerin mekânı olmuştur. On yedinci yüzyıl İngiliz edebiyatı tabiat düşmanı metinlerle doludur. Modern uygarlık kadar bütünüyle mekanik bir aygıt gibi işleyen ve bürün şubeleri birbirine uyumlu başka bir uygarlık yoktur. İnsansızlaştırma esaslı bir uygulama olduğu için gerçekte uygarlık sayılması mümkün değildir; uygarlık olarak tesmiye edilmesi galat-ı meşhurdur.

Bauman’ın bir modernlik eleştirisi olarak geliştirdiği “bahçe toplum” ve “bahçıvan devlet” kavramları, analitik amaçlıdır. Avrupa Birliği'nin dış ilişkiler ve Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Josep Borrell ise, operasyonel düşünmekte ve Avrupa’yı “soykırım”a çağırmaktadır. Sosyalist de takılan bir siyasetçi olan Borell’e göre: Avrupa bahçedir, ötekiler cangıl… Borell, Sosyalistliğin yerlisi ile yabancısının kesiştiği noktadadır ve Bauman’ı okumuş olabilir. Her ikisi de aynı teşbih ve mukayeseleri yapması,  Avrupa kültürünün sonucudur. Baumann eleştirir, Borell ise Avrupa Birliği azasına güncellenmiş bir ilmihal sunar. Çünkü soykırımın tarihi, Avrupa’nın Avrupa oluşunun tarihidir. Bu tarihin şeceresi çıkarılsa Kabil’e kadar uzanır. Kabil/insan, işlediği günahı toprağa/tarihe gömmek maharetine sahiptir. Soyunu kırmaya azmettiğini toprağa gömmekle, cangıl olarak gözüken kelimeleri tarihe gömmenin hiçbir farkı yoktur. Sosyolojinin modernlik üzerine eleştirileri çok parlak metinlerle dolu; ama cangıllardan ayıklanmış bir tarih inşasının üzerine kurulduğu varsayılan bir toplumun “tamirci sandığı”dır.

Modern toplum oluşturmak; bir türlü ulaşılamayacak olan “şimdiki zaman”a, bir türlü ulaşılamayacak olan modern toplumu inşa etme stratejisidir.  Tamirci sandığıyla ülkelere salınan misyon sahibi beyinler, geçmişi etkisiz hale getirmek için uygun adım bir hareketlilik içindedirler. Bunlar, “Dün o vardı, bugün bu var” yatıklığıyla “Homo-perotim” denilebilecek bir türdürler. “Homo-sapiens” bu uzmanlar ordusunun adeta hammaddesidir. İnsanı düzenin herhangi bir âleti gibi görürler. Âlet olmaya uygun görülmeyenleri, cangıllar listesine eklerler. Tekmil epistemolojik kurumlar bunların mağarasıdır. Beyinlerine formatlanmış toplum modelinin gerektirdiği kelimelerin dışında kalan bütün kelimeler itinayla tarihe gömülür. Gömülen her şeyin ölmediği gibi, unutulacağına dair bir senetlerinin de olmadığını yine tarihten biliyorlar. Bu yüzden centilmenler meclisinde Borell gibi poz kestikleri anda ağızlarından kan püskürüyor; vampir dişler ansızın ışıldıyor. Şık giyiniyorlar, söylem konusunda uzmanlar; cangıllarından arındırılmış birinci sınıf kereste gibi gözüküyorlar ve bu yönleriyle de aldatma konusunda eşleri emsalleri yok. Tasvir ettiğimiz insan çeşidi, yeni değildir; modern uygarlık, bu kadim tiplere örgütlenme kolaylığı ve teknik imkan açmıştır. En azından iki yüz yıldır, bütün kurumlar vasıtasıyla “cangıllı insanoğlu” bunları dinlemekte, okumakta, seyretmekte ve imrenmektedir.

Cangıl dedikleri, “kusur”dur diyelim. Kusur, tabiatın mütemmimidir; cennetten maada kusursuz gezegen düşünülemez. İnsan da cangıllı bir varlıktır, cangıllılık onun dünya halidir. Cangıllı olmayan bahçe, tabiattan çalınmış bir alandır; frengistan bahçeleri ve onlardan döl kapmış kentlerin parkları böyle yerlerdir. Islah namıyla yürütülen bu nizam verme operasyonları yüzünden tabiat can çekişmededir; sathî çevreciliğin zemininde bu kirli bakış yatmaktadır. İnsanın “cangıllı” olması, modern uygarlığın kendine uygun gördüğü insanları seçmenin, uygun görmediklerini yok etmenin bahanesidir. “Budama” ise, müesses nizamın kurumlarının biricik işlevidir. Benzer faaliyetlerin mecmuu, dil üzerinde gerçekleştirilmekte; “sözün iki ucu” ışkın sürmesin için biteviye budanmaktadır.

Zaman nazariyat dışıdır, yol da bitimsizdir; sözün tükendiği bir yer yoktur. Cangıl sayılan sözleri hayatla yeniden buluşturmak mümkünümüzdür. Elbette ve ısrarla bozmadan, kirletmeden, çürütmeden çatmak gerek; “güzel” hakikati aramanın biricik yolu ve yürünecek tek hedeftir. Cangıl ilan edilen toplumların her birinin cangıl değil, insanlardan mürekkep olduğunu söylemeli ve hatırlatmalı. Söylemek ve hatırlatmak için de cangıl mabeyninde gösterilen kelimelerle tarih, insan ve tabiat her dem yeniden okunmalara daima açıktır.

“Değerli hazinenin kilidi çok olur;

İçindekilerin kıymeti de bundan anlaşılır.”