BİR GÜZEL ADAM
Bakmayın bugün Türkiye’nin cumhurbaşkanlığı köşküne bizlerin tanıdığı ve pekçoğumuzun yollarının
“dava” münasebetiyle kesiştiği insanların çağrıldığına…
Bir zamanlar çok küçük işler için bile başkentte kendimize bir dayanak, bir tanıdık arardık.
Anadolu insanının hastası olursu, iş derdi olurdu, okul derdi olurdu, yurt derdi olurdu… Belli adreslere
uğrar kendimizi tanıtır ve yardım talep ederdik.
O zamanlar emin olun bizim insanımız daha samimi, daha dost, daha fedakârdı.
Gidilen adreslerden biri de Mavera Dergisi’nin çıktığı Akabe Yayınları’nın Kızılay Bayındır Sokak, zemin
kattaki yeriydi. Sonra yine aynı mahalde galiba üçüncü kata taşınmışlardı…
Yedi Güzel Adam’ın bendeniz beşini orada tanımıştım. Nazif Gürdoğan pek gelmezdi, Nuri Pakdil hiç
gelmezdi. Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Akif İnan, Alâeddin Özdenören ve Rasim Özdenören
neredeyse mesai saatlerinden sonra Mavera’ya damlarlardı. Erdem Ağabey merhum hep orada idi,
hem daha ziyade yakınlık kurmuş, yaşımız otuzu aştıktan sonra da dost olmuştuk. Rasim Özdenören
hariç, dört güzel adam Rahmet-i Rahman’a emanettir…
Aynı dönemin gençleri olduğumuz için ve aynı tastan su içmişliğimiz olduğu için hatırşinas dostum
Kadir Pürlü arayıp “Rasim Abi burada deyince!” üniversitedeki işleri aksatmak pahasına gittim. Dost
da değil, kardeş gibi kucaklaştık. Böyle bir de ahir demlerinde Erdem Ağabey ile kucaklaşmıştık Sivas’a
geldiğinde… Erdem Ağabeye milletvekili olduğu zaman da telefonu açıp herşeyi söyleyebiliyordum,
ondan öncede. Kaşları eğilmez alınları kırışmazdı.
Rasim Ağabey’i yıllar önce aramış, kendinde olduğunu tahmin ettiğim bir kitabın fotokopisini
istemiştim; birkaç gün sonra geldi, hala kitaplığımdadır.
Biriyle ilgili bir şey anlatınca pekçok şey aklıma geliyor, sadece rahmet diliyorum. Akif İnan, Cahit
Zarifoğlu, Alaaddin Özdenören de aynı dostluğu gösteren insanlardı ve sanatkârlıkları ayrı bir
konudur; bence onları güzel yapan işte bu: İnsanlıklarıydı…
Anadolu İnsanının dedim ve “Dava” dedim…
Şimdilerde Anadolu İnsanı denilince aklıma çok da sevimli bir tip gelmiyor. Şimdilerde davası olan
adam da yok gibi ama söyleyeyim bizim davamız gerçekten haktı ve insanlık davasıydı. Rasim
Ağabey’in orada sekreter oluşundan sonra giremediğimiz yerlerden biri olan DPT’ye girmeye başladık.
Olağanüstü birşeydi bu bizim nesil için. “Hadi bir Rasim ağabey’e uğrayalım!” demenin keyfini
bugünkü nesillerin anlaması çok zor. Toplantıda olurdu, sekreter hanım hepimizi Rasim Ağabey’in
geniş masalı odasına alırdı. Emin olun şu anda çok üst düzey bürokrat olan, milletvekili, bakan olan o
zamanın dava sahibi gençleri o masada çay içmiştir.
Herkesin ayrı bir derdi olurdu ve Rasim Ağabey sabırla tek tek dinlerdi ve nezaketle yolcu ederdi. Çok
tatlı ve derin sohbetlere dalardık... İlgilenirdi, arardı sorardı, telefon ederdi, not yazıp gönderirdi ama
kimseyi asla geri çevirmezdi…
Güzel bence böyle olunur. Şimdilerle mukayeseye kalksam, birileri aaa bizi kastetmiş diyebilir ama
kusura bakmayın böyle ciğerli ve değerli “güzellerimiz” ya yok, ya da hissedilmeyecek kadar az. İsim
saymayacağım o günün genci olan çok değerli parlamenterler, bakan vs. bir müşkili olur da bize iş
çıkarır diye arka sokaklarda yürüyor, telefonlarımıza dahi çıkmıyorlar. Kendisini tanımayan ve dara
düşmüş insanlara nasıl davranırlar, siz hesap edin.
Dedim ki:
─ Abi, üniversitede işim var, buradan acilen oraya gideceğim… Sonra uygun olursanız, burası
müslüman mahallesidir ve hin-i hacette gücümüzün yeteceği her şey emrinizdedir, hanemiz
hanenizdir…
Dedi ki:
─ Sadece hin-i hacette değil, her hâl-ü kârda değil mi?
─ Evet, her hâl-u kârda…
Dedim…
Güzel değil mi?
Bekledim ama görüşemedik sonra, çünkü fark ettim hem sağlığı fazla harekete imkân vermiyordu,
hem de aynı gün Sivas’tan ayrılmışlar.
Allah ömrünüzü uzun ve bereketli kılsın Rasim ağabey…