“ANKARA’NIN
TEMELİ SİVAS’TIR!”
“Anadolu’nun en emin yeri…”
sıfatı Amasya Tamimi’nde Sivas’ı tanımlamak için kullanılmıştır. Sahih metinde
“bil-vücûh en emîn mahalli olan Sivas’ta…” biçimindedir. Vücûh, yüzler,
çehreler, ileri gelenler ve satıh anlamlarını taşımaktadır ve özenle
seçilmiştir… Çünkü hazırlayanlar gerçek kurmaydırlar,
Amasya Genelgesi gibi önemli bir metinde harc-ı âlem kelimeler kullanmazlar.
Ancak bu ifade, tarihî vesikaların anlamını zayi etmeye kadar varan acayip bir
sadeleştirme marazına tutulmuş özetçi tarihçiliğin kurbanı olmuştur. Özetçi
tarihçilik, özellikle de “İnkılâp Tarihi” tarihçiliğine hâkim bir üslup
olmuştur. Özetin özeti, özetin de test seçeneğine dönüştürülmüş hapı derken,
“öz” tamamen kaybolmakta ve ifade “Sivas’ta bir kongre düzenlenmeye karar
verilmiştir” kuruluğuyla karşımıza çıkmaktadır. Hani koşullar(!) müsaade edecek
olsa, Sivas’ın adı neredeyse hiç geçirilmeyecektir; tarihte bazı önemli
olayların içinde geçtiği şehirle anılması bir teamül olmuştur; özetçi inkılâpçılar
da mecburen bu teamüle uymak zorunda kalmıştır.
Sivas, vatan sathında millî
refleksi en kuvvetli insanlarla dolu bir şehirdir; bu özelliği günümüzde de
birileri tarafından pekâlâ bilinmektedir. “Milli bütünlüğün tehdit ve tehlike
altında(!)” olduğuna dair aşırı tahrik ve yönlendirmeler “Ayranı çabuk kabaran”
Sivaslıların bazen feci şekilde canlarının yanmasıyla da sonuçlanabilmektedir.
Sivas’ın en belirgin ve ona Vilayet-i Anadolu unvanını kazandıran özelliği
rengini hemencecik açığa verişidir. “Efkâr-ı umumî”nin ne yana estiğini anlamak
isteyenlerin, kamuoyu yoklamalarına bakması yetmez, Sivas halkının temayülünü
de yoklamalıdır. Sivas’ta tavan yapmayan siyasi hareket, tüm ülkede tabana
vurmuştur; istisnası yoktur. Mustafa Kemal Paşa memleketin genel temayülünü,
kararlara verilen tepkileri ölçmek için de özellilikle Sivas’ı seçmiş ve kongre
sonrasının ön hazırlıklarını burada tamamlamıştır.
Kargaşa ve şaşkınlığın hâkim
olduğu, vatanın selametini isteyenlerin bile ayrı tellerden çaldığı bir
ortamda, Sivas’a teveccühün arka planında genel hatlarıyla, Mustafa Kemal’in
baş tuttuğu harekete bir temayül ve desteğin oluşudur. Pekçoğu İttihatçı şehir
seçkinleriyle beraber Sivas halkı bil-vücûh Paşa’yı desteklemişlerdir.
Muhalifler elbette vardır ve onlar dahi hain olmayıp, bağımsızlık için başka
çözüm arayanlardır. Sivas Kongresi'nde seçilen altı kişi, Erzurum Kongresi'nde
seçilen dokuz kişi ile cem edilerek “Milli Temsil Heyeti” oluşturulmuştur.
Temsilciler, Millet Meclisi faaliyete geçinceye kadar
memleketin idaresini üstlenmiştir. 2 Eylül 1919’da Mustafa Kemal Paşa'nın
gelişinden, bu çekirdek meclis hüviyetindeki heyetle Ankara'ya hareket
ettikleri 18 Aralık 1919
tarihine kadar, Sivas resmen değil ama fiilen
ülkenin geçici başşehridir. Başşehir tecrübesine zaten sahip olan Sivas, üç
aylık bir dönemde çok önemli bir görev ifa etmiştir; bu süre, Kongre
kararlarının gerçek anlamda mayalanma sürecidir.
Sivas, müstakbel Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk payitahtıdır. Vatanın kurtuluşuna dair en keskin ve kesin
kararların alındığı kurultay sonrası günlerde, böbreklerinden rahatsız olan
Mustafa Kemal’e özel ihtimam gösterilmiş; şehir eşrafı, yumuşak içimli Kepenek
suyu taşıyarak tedavisine yardımcı olmuşlardır. Paşa Ankara’ya geçtiğinde
Sivas’ın başkentliği sona ermiştir. Meclisin açıldığı 23 Nisan 1920 itibariyle
de Ankara fiili başkenttir. Mustafa Kemal, paşa olarak uğurlandığı Sivas’a
Atatürk olarak 13 Kasım 1937’de son uğradığında “Bir milletin kurtuluşunu sağlayan
kararlar burada alınmıştır!” sözüyle Sivas’ı taltif etmiştir. Pek meşhur ve
maruf “Cumhuriyet’in temelini burada attık!” vecizesinin aslı bu olsa gerektir.
Bu biraz da devrin siyaseti icabı sadeleştirilmiş ibare, doğum tarihi 13 Kasım
1937 olan ifadenin galat-ı meşhurudur; kullanılması yerinde olup, hakikate de
muhalif değildir.
Yazının başlığı olan
“Ankara’nın temeli Sivas’ta atılmıştır!” mecazına gelince; tarihi hiçbir kaydı
yoktur, çünkü henüz ve bizzat yazarınız tarafından telaffuz edilmiştir; hakikate
muhalif olması şöyle dursun, Sivas’ın hakkı olan bir hakikattir. Ankara iktidar
ve bürokrasisinin Sivas’a bakarken, daha bir dikkat ve rikkatle bakmalarını
isterim. Atatürk’e ve Cumhuriyet’e olan vefasının az da olsa karşılığında
Sivas’ın yüzünün daha güleç olması gerekmez miydi? Mazi geçti, ama bugünün
siyasilerine ve Sivaslı bürokratlara söylenecek çok söz var; özellikle de
“Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısının, karşılığını bu şehirden
fazlasıyla alanlara… Fazlasını söylemeye elbet mecalim de vardır, şecaatim de;
boğaz dokuz boğum ve söz de artık dokuzuncu boğumdadır. Bakiye diyeceklerimi
uygun zemin ve zamanlarda dile getiririm, bir siyasetçi vasfıyla değil; hak
talebi ve haksızlığa karşı durma adına, mutlaka dile getiririm…
Eeee Sivasîler, hani bir de sık
sık kendi aranızda “Atatürk Sivas’ı niye başkent yapmadı?” diye hayıflanıp
durursunuz ya… O derin akan sualin cevabını buldum galiba! Paşa, şehrin
muhteşem tarihi dokusuna kıyamamış, eğer başkent olursa bu güzelliklerden eser
kalmaz diye düşünmüştür ve Sivas’ı kongre için münasip gören dehasını, bir kez
de Sivas’ı başkentlik için tercih etmeyerek göstermiştir. Atatürk Sivas’ı bu
haliyle ziyaret etse, üzülür ve farz-ı muhal, “Keşke başkent yapsaydım!” derdi.
Çünkü Sivas’ın her yeri tarih iken, en yakın tarihinin bile keşfi mümkün
olmayan bir şehir haline gelmiştir. Tarih derken üç beş medrese ve mütegallibe
konağını anlıyorsanız, sözüm yok. Ben serapa sivil bir âdemim ve sivil
mimariden bahsediyorum.