Karaönlüğü sever miydim?
Mazi sigasıyla kendi kendime yönelttiğim bu sual, “Okulu sever miydim?” olsaydı, sarih bir cevap vermede güçlük çekerdim ama şu saat şu dakika karaönlüğü tereddütsüz seviyorum. “Şu saat şu dakika!” diyorum, çünkü bazı gafillere uyarak karaönlüklerin ilgasını hürriyet alameti sanmıştım; aldanmışım. Karaönlükten çıkıp, lacivert griyle yola devam ettik. Ama ortaokulda da lisede de bu renkler üzerine fazla ısrar yoktu. Üniforma belli şehirlerde ve az sayıda kolej için vazgeçilmezdi, “düz lise”ler için böyle bir katılıktan eser yoktu. Meğer bütün hışım karaönlüğeymiş, “tektipçilik”ten kurtuluş çağrıları eşliğinde ilkinden sonuna bütün okullar üniformalı oldu, kimsecikler farkında değil. Üstelik idareciler ve okul aile birlikleri burunlarından kıl aldırmıyor. Varmış yokmuş kimsenin gözü görmez oldu. İdareci memnun, okul aile birliği havalı, konfeksiyoncu keyifli, “Yırtılan Bektaş ağanın şalvarı!” derler ya, tastamam öyle.
Bir vakitler urbamızı tiftiği atana kadar giyerdik; eşyanın da hakkı vardır üzerimizde, yazılı bir hukuku yoksa da. Müsrif değildik; çorabımıza kadar yamalık kabul etmez hale gelince, kadınlar onları bir santim eninde keser, yumak yapar kilim örerlerdi, adına da “cicim” denilirdi. O cicimlerden birinde de bizim eskitemediğimiz karaönlükler mutlaka yerini alırdı. Karaönlük, bazılarına milli gelir yekûnunun bugünlere nazaran çok düşük olduğu günleri hatırlatıyor olabilir, hoşunuza da gitmeyebilir; öyle olsa bile, nedret günlerini unutmamak için yerli yerinde kalaydı keşke. Hatırasını nefretle gömmek, “köle ahlakı”na işarettir çünkü.
Zenginledik derseniz şaşarım, bence görgüsüzleştik.
Önlük basit bir şey mi dediniz…
Önlük; evde, ahırda, tarlada tekmil çalışan kadınların alttaki elbiseleri kirlenmesin diye giyindiği basit bir “işlik”tir aslında ve karadır. Kara ile siyah arasında anlam ve gramer kaidelerini aşan bir dil inceliği vardır. İki eşanlamlı kelime, her zaman eş değerde değildir. “Kara bir takım elbisesi vardı!” derseniz, kurallarla uygun maskara bir cümle kurmuş olursunuz. “Beyaz Türkler”e ak denilemeyeceği gibi, “Kara Türkler”e de siyah denilmesi yerinde olmaz. Kara; yerlilik, götürümlülük , dayanıklılık ve yiğitlik bildirir. Hakiki emekçi kadınların giyindiği önlüğün karalığı kire, pasa tahammüllü oluşundandır. Bir de “mutfak önlüğü” vardır, kentlilerin mutfakta bile şık görünme temayüllerine uyan her renk çaputtan olabilir, beyaz bile… Karaönlüklü kadınların ayrıca bir mutfak önlüğü yoktur, önlüğün hemencecik tersini çevirip elini kurulamak için, hattâ çocuğunun ağzını burnunu silmek için bile kullanırlar. O önlüklerle hasat devşirilir, tohum ekilir, odun toplanır; madımak, kuşburnu gibi hüdayî nabit sebze ve meyveler onlarla eve nakledilir…
Önlük için terzi, dikiş makinesi gerekmez, herkes kendi önlüğünü diker.
Okul kıyafetimize neden önlük denilmiştir, neden karadır bilemem ama tam isabet… Kelimenin oturabileceği bir mazi, “kara”nın da yaraştığı geçimli ve götürümlü bir toplum vardır. Tıfıl ve cici devrimciler, homo-marketuslar varsın ecnebi mekteplerin dahi terk ettiği o panayır kıyafetlerini özgürlüğe saysınlar; kara da, karaönlük de asildir. Bir siyah elbisenin içine beyaz mintan, bir karaönlüğün üstüne de beyaz yakalık geldiğinde bütün renklerin özetini üzerinde taşırsınız. Siyah beyaz yedi ana rengin içinde değildirler ama baba renklerdir. Bütün renklerin halitası siyahtır; renk kursunu fırıl fırıl çevirirseniz beyaz şavkır. Siyaha, beyaza teveccühümü taraftarlığıma yoranlar çıkabilir. Beşiktaş’a yakın bir hane-i viranımız vardır elbet; ama renkler, Beşiktaş’tan elbette ki öncedir. Sarıyı da, kırmızıyı da severim ama her tonunu değil.
Renkleri şahsi çağrışımlarınıza kurban etmeyin, derim.
Dönülmez şafağın ufku
Mektepliydik, meslekli olduk…
Daüssıla da vardır sözlerimde mutlaka. Akşamın dar vaktidir ve çocukluğum guruba nanik yaparcasına süzgün şafak ışıkları gibi kımıldar hâlâ içimde. Bu yaşa erdim, maziyi bazen çimdikleyen, bazen gıdıklayan bir haylazla baş edemiyorum. Bir cebimizde devletin eli, devletin bir cebinde de bizim elimiz; nihayet kafamıza göre giyinme fırsatı bulmuştuk ama çok sürmedi. Çocukluğum uzun sürdü ama gençlik bozkır baharı gibi tez geçti; erken acılaştık. “Bu renk elbise de yaşınıza başınıza pek uymamış!” demeseler bile, işmarlaşmalardan, kinayeli “Hayırlı olsun!”lardan anladık vaziyeti. Hâl böyle olunca renk seçiminde kısmî esnekliğe rağmen “resmî” olduğumuzu bildiren libas ile koyunun tonlarıyla dolaşıp duruyoruz. Bir siyah takım, o eskimeden bir de lacivert, üstüne bir de koyu bir bordo; hele bir kadife takım diktirdim ki, ütü derdi de yok, dar zamanların sıkı dostu oldu… Birer ay arayla giydiniz mi, kış bitiyor; soğuk memleketteyiz, üstümüzde çoğunlukla palto olduğu için sokakta ne giydiğimizi zaten gören de yok. Tabii normal takvime göre söylüyorum; buraların kışı bitmez; e mecburen resmî takvimin bahar aylarını da aynı elbiselerle geçiştiriyoruz. Bu modaya asla boyun eğmeyen koyu takımlar sayesinde karaönlük rahatlığını bir de ahir demimizde yaşıyoruz, işte.
Yaz iyidir, çaktırmadan gençliğimizden bakaye kalan günlerle ödeşiyoruz. Kumaşların en şahsiyetlisi keten ile geçiyor üç ay; biraz da yakıştırırsanız şık bulanlar bile oluyor. İktisatlı iştir keten giyinmek; bir gömleği altı sene, bir pantolonu yine bir o kadar giydiğimi bilirim. Bizim şehrin Ağustos soğuklarının geçmesini beklerseniz, içiniz kararır; biraz titreseniz de, “selanik”• takviyesiyle hiç olmazsa Temmuz’da keten rahatlığını mutlaka tatmalısınız. Zorlayan olmadan giyiniyor ve koyu ve tahammüllü bu kıyafetleri seviyorum artık; sade ve özentisiz; giyiyorsunuz ve çıkıyorsunuz. Bana çok da uyuyor; insanın aslında bir gündelik elbisesi olmalı, bir de bayramlık. Hadi bayramlık iki olsun; birini de haftada bir gün pırıl pırıl giyinsin. Güzel de olmalı elbet, yakışmalı; insanın kazandığı üstünde görülmeli ki riyakârlık olmasın.
Sözüm tekstilcileri, hazırgiyimcileri huylandırabilir ama çarşı pazar harici fesatların da katkısıyla çul çaput doldu be birader. Çin’in burnunu soktuğu her iş zıvanasından çıkıyor zaten; hâzâ Yecüc Mecüc taifesi.
Hayat neredeyse okulun içine sığıştırıldı
“Okulsuz Toplum” iyice hayal oldu, çıraklığı bile artık okula bağladılar; meslek sahibi olmanın tek yolu okul; tek yönlü ve mecburi istikamet. Zorunlu eğitim uygulaması, çaktırmadan üniversiteyi bile kapsam alanına soktu. Artık okul, insanları hayata hazırlamıyor; hayatımızın belki de yarısı eğitim kurumlarında geçiyor. Uzunca zamandır okul da kesmiyor; hazırlık kursları, kolilerle test kitabı, tatilde bile özel kurs alan çocuklar bilirim. “Bir avuç toprak için niye böyle kıyl-ü kal” mısraı sanki bu halimize tercümandır; Yunus’tur, ta o zamandan söylemiştir.
Hakkını vermeliyim; oyun saatleri, arkadaşlıklar, çocuksu aşklar; okul hayatımızı çekilir kılardı ve “Okullar açılıyor!” denilince kasılan yüzümde o mesut anlar hürmetine hâlâ ince bir tebessüm gezinmektedir. Karaönlük aleyhine söylenen sözlere, kaldırılması için üretilen tezvirata az da olsa meylettiğime şimdi gerçekten üzülüyorum. Sivil bir yüreğimiz var ya! Aldandık, tongaya düştük. Karaönlüğün hazırgiyimcileri yoktu, mahallenin terzi teyzeleri sonraki yılı da hesaba katarak bir beden de büyük dikerlerdi. Üste bir önlük, alta bir de kadife pantolon; en âlâ ve sade okul kıyafeti. Aksesuar olarak beyaz yakalık, kızların örüklü saçlarına kondurulmuş kelebek gibi kurdeleler… Binlerce kez özür diliyorum senden ey kara önlük; muarızlarını hakikaten özgürlük adına konuşuyor zannettim, iğvaya kapıldım.
Karaönlük gitti, mavisi geldi ama neydi diye soramadık karanın günahı? Efendim, “kara” faşizmin rengi, mavi ise… Yahu mavi ne? Renklere bağlanan özgürlüğün, billahi yuf olsun mezar taşına. Kara önlük ve beyaz yakalık, malum jimnastik kulübünün jüniör forması gibi pekâlâ da yakışıyordu çocuklara. Siyahın tonları olur mu demeyin, vardı; bu tonlar bütçeye ve zevke göre karaönlüklere yansıyordu. Özgürlük üfürükçülerinin binbir farfarayla selamladığı mavinin, tonlarını giyinme şansı bile olmadı çocukların. Hele bir de pileli, yandan düğmeli olursa, hâzâ bayramlıktı karaönlük. İllâ, terzi maharetli olmalıdır; halis ipeği sümsük bir terziye teslim etseniz, çula çevirir; ehil terzi, çuldan bile kalıbınızı saran tarâvette elbise peydahlar. Oğlanlara o kadar itina gösterilmezdi ama kız kısmının önlüğünü mahallenin en usta terzileri dikerdi. Ki, o mahallî sanatçılar arasında beğendiği bir elbiseyi kalıpsız modelsiz anında zihnine kaydedip, müşterilerine sunanlar vardı.
¬- Elbiseniz nasıl olsun?
- Böyle istiyorum, işte!
Müşteri, mahallenin terzisine “Böyle istiyorum!” derken, bir yandan da gazeteden kestiği bir resmi göstermektedir; meramı fotoğraftaki elbisenin aynını giyebilmektir. Terzinin zor anıdır; çünkü müşterinin derunununda elbisenin içindeki kadın gibi görünmek arzusu da vardır. İlâhî kreasyonun bahşetmediği imkânı, terzi nereden ve nasıl mümkün kılsın.
Buyurun referanduma gidelim
Çocuklara vekâleten konuşuyorum ama öz çocuklarını ve çevre çocukları samimiyetle dinleyen kıdemli bir babanın vekâleti yabana atılmamalıdır. Karaönlük, hem maliyeti ucuz bir eşitlik abidesi, herkese her keseye yaraşır idi… Türkuaz diye mi seçtiler bilemem; hazırgiyimciler hepten işin cılkını çıkardı, herkes onların toptan kesip biçtiği “mavi üniforma”ya talim etti. Mavi’ye de alıştık, en azından ehvendi; önlüğün kökten ilgası ise tastamam şer... Her okulun kendi kafasına göre ve farklı hesaplarla üniforma, sadece tüketim özgürlüğünün körükleyicisi olmaktan başka bir işe yaramadı; karaönlük, pekçok şeyin şeklî olduğu bir ülkede, “şeklen özgürlük”e kurban edildi. Çokrenklilik için bayrak açan çenebazlar, kendi renklerini ibraz edememelerinin hırsını “kara”dan çıkarma gafletine düştüklerini anladılar mı, dersiniz? İnanın hepsi mor ötesinde ve hâlâ özgürce uyuyorlar.
Özgünlük teranesiyle en bulunmaz ve tahriş edici renklerden seçilen üniformaların bütçesine, sefil tabanlarına verdiği zararı hakkelyakîn yaşamış bir veli olarak da yazdım. Çocuğunuzun bir sene giydiğini sonraki sınıfta giydiremiyorsunuz. Uygun bedeni zaten zar zor bulursunuz, çünkü hazırgiyim imalatıdır, standardının dışına çıkamaz! Öyle bir şansı yakalasanız bile, bir bakmışsınız okul idaresi el değiştirmiş, oralarda da moda esintisi var. Eskiler çöpe, titrek eller keseye. Bir zorluk da okul kıyafetlerinin en iri bedeninin ilköğretim son sınıf öğrencilerinin kısm-ı azamının sırtında cura zurna gibi duruşudur. Maarif takımı ne kadar farkındadır, bilemem ama babalarına kafadan on santim fark atan hormonlu bir nesille karşı karşıyayız; üstelik çoğu fast-food tiryakisi ve göbekli.
Bir demokratik açılım da bu mevzuda yapalım, bir referandum… İlkmektepliler bir sene karaönlük giyinsinler, devreden sene de okulun belirlediği ve elan yaygın üniformalardan. “Kara” bazılarını kurdeşen yapıyorsa maviye de razıyız, hattâ bordo bile olabilir… Üçüncü sene, çifte sandık koyup okul okul referandum yapalım. Çocuklarımız kendi giyeceklerini kendileri belirlesinler; hani kendi gelecekleri hakkında söz sahibi olacak nesiller yetiştireceğiz ya; fikri hür, vicdanı gür, irfanı gümbür gümbür… Buradan başlasın demokrasi ve özgürlük tatbikatı, yarının büyükleri hiç olmazsa bugün ne giyeceklerini belirlesinler. Ben önlüğe güveniyorum.
Referandum cısss, değil mi? Her konuda, her konumda…