And da yemin demek; galiba yemin kelimesinin ağırlığını taşımadığı için her zaman ikame edilmiyor. Bir andımız vardı ilkokulda, hâlâ varmış bilmiyordum. “Türküm doğruyum, çalışkanım…” diye başlıyordu. Yasa kelimesi çok kullanılmazdı, “kanun”u bilirdik ama “yasa”nın ne demek olduğunu bilmezdik. Sıkı bir “öztürkçe” dikkatiyle yazılmış olduğu belli ki, “yasam” diyordu. Öğretmen haftabaşı sınıfa girdiğinde rap diye ayağa kalkar, istikbalin Mehmetçikleri olarak çakı gibi çakardık sözleri. Sonraları tavsardı bu iş, dört ve beşinci sınıflarda öğretmenler unutur, biz de yorulurduk galiba. Sordum öğrendim yasa sonra ilke olmuş ve tabii Atatürk’e vurgu yapmadığı için sonradan bir de ilave yapılmış. Yasa ne zaman “ilke” oldu onu bilmiyorum ama ilkokul öğretmeni olarak mesleğe başladığımda ilave edilen bölümü öğrencilerden öğrendim. İlk pazartesi yine bizim gibi rap diye ayağa kalktı benim yavrular, göğüslerini doldura doldura okudular andımızı, ilkine müdahale etmedim ama sonra çocukları bu yükten kurtardım. Sert bir öğretmendim ama çocuklara sınırsız oyun, bol türkülü bir hayat bahşettiğim için galibe beni seviyorlardı. Şimdi hepsi kırkına dayanmıştır; bazen hayat karşıma çıkarıyor ve benim karşımda birdenbire yine çocuklaşıyorlar, hoşuma gidiyor. Avarelik çok güzel bir şey ama işte bu dünyada da bir mesleğin olmalı; yeniden meslek seçme gibi bir hakkım olsa hocalığı yine tercih ederdim. “Ey bu günümüzü sağlayan, Ulu Atatürk; açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Ne mutlu Türküm diyene!” ilavesini o zaman öğrenmiştim. 12 Mart muhtırasının necip evlatlarımıza hatırasıymış. Sonra bunu da değiştirmişler “Ey ulu Atatürk…” yapmışlar.
Bir de askerde yemin töreni vardı. Oradaki yemin hoş geldi bana, yeminin içini dışını hatırlamıyorum ama askerlik mesleğine yakışan bir merasimdi. “Silahını ve arkadaşını tut!” komutuyla mı başlamıştı, tam hatırlamıyorum. Bir elimizi masanın üzerindeki silaha dayamış, öbür elimiz arkadaşımızın omzunda yemini tamamlamıştık, kısa dönemdik çok da çakı gibi değildik; içimizde torun sahibi asker bile vardı. Diğer bazı mesleklerde de yeminler olduğunu biliyorum; mesela doktorların Hipokrat yemini… Avukatların yemini galiba olmaz; ama hâkimlerin de böyle bir törenleri mutlaka vardır. Hâkim, davacıya yemin verdirince adam bir sağa bir sola bakmış ve “Hâkim bey, avukatım vekâleten yemin etsin!” demiş. Gündemde malumunuz milletvekillerinin yemini var… Muhteremler mazbatalarını aldılar; sıfır kilometre lacivertleri gardıroplarına astılar heyecanla bekliyorlar. Aslında hepsine vekâleten liderler yemin etse daha iyi olur; hem çoğu millî takım lisanslarını liderlerine borçlu, hem de zamandan tasarruf olur. Olmazsa; meclis başkanı cümle cümle söylesin, milletvekilleri de tekrar etsinler. Memleketin acil meseleleri var. Tabii öylesine söylüyorum; yakışır mı milletin temsilcilerine ilkokul çocukları gibi and içmek. Bugünün çocukları aynı zamanda yarının büyükleridir.
Yemin günü gelmeden telaşesi başladı. Madam Mitterand’ın karizmatik kerimeleri lütfetmişler, yeminde tatsızlık çıkarmayacaklarmış; ama işitmişiz ki, yeminde özel vurgu yapmaya teşne acar mebuslar var imiş. Neydi o merhum Ali Rıza Septioğlu’nun döne döne “Gızım Leyla doğru dürüst yemin et!” ricası; Leyla Zana adamın burnundan getirmişti. Pek derdim değil, yemin doğruyadır; huyunu suyunu bilmediğim adamlar neyin üzerine yemin ederse etsin önemi de yok. İcraatlarına bakarız; adam kim, şalgam kim anlarız. Bana öyle de, hani şu sembolik anlam var ya, zaman zaman hakikatin üstüne çıkma cüretinde bir anlam… Birileri o yemine iştirak etmek istemeyeceklerdir yahut bir iki çıktılıktan sonra meclis başkanının ikazıyla yeminin doğrusunu söyleyip, başkalarından farklı olduklarını ispatlamış olacaklardır. 68 kuşağı filan takınanlar mesela, aslında 69’dur; çünkü Avrupa’dan bir sene sonra başladılar anarşistliğe. Yemin merasiminde “artislik” eden olursa anında internete düşer, ibret nazarlarıyla temaşa ederiz.
Çocukken masum yalanlarımız vardı. Olur olmaz yemin etmenin yanlışlığı bir terbiye olarak verildiği için, arkadaşlarımız inanılmaz bir şey söylediğinde “Bi yemin iç!” derdik. Yalansa kolay kolay yemin ağzımızdan çıkmazdı. Yalan yere yemin ettiğimizde de, tek ayaküstüne basarak yemin ederdik; güya tek ayağımız havada olursa yeminimiz günah olmuyordu, çocukluk işte. Sayın milletvekillerinin muhtevasına katılmadıkları yeminde zorlanmaları mümkündür; isterseniz siz de tek ayağınız kaldırın. Ama ben iki ayağınızın da yere sağlam basmasını tercih ederim.
Millet asıl, siz vekil; sudan meselelerle canımızı sıkmanızı istemezük!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder