7 Ekim 2011 Cuma

Din Dün Gün


Modernizmin iktidarı “Dünsüzlük” ve “Dünsüzleştirmek” üzerine inşa edilmiştir. Geçmişi tahrip etmeden modern olunamayacağı kanaati, Batı dışındaki ülkelerin “Millî İdeoloji”leri haline gelmiştir. Bugün “Millî” iddiası taşıyan bütün ideoloji ve uygulamalar, modernleri taklit boyutunu aşmış olup, “daha modern” hedeflere ulaşmanın telaşesi ve kompleksini taşımaktadır/yaşamaktadır. “Muasır medeniyet” denilen büyüleyici terkip, öznesi belli olmayan bir “Kızılelma”dır; gerçekte medeniyet düşmanıdır, çünkü medeniyet birbiriyle irtibatlı dün-bugün-yarın demektir. Modern iktidar, canlılık alameti taşıyan herşeyin üzerine bütün gücüyle taarruz eder.
“Modern patenti”ni elinde bulunduran az sayıda ülke ile modernleri taklit eden çok sayıda ülke arasında usta-çırak ilişkisi değil; taklit edilen-taklit eden ilişkisi bulunur. Usta-çırak ilişkisi, çırağın ustasından farklı bir yol icadına imkân verebilir ama taklit ilişkisi, taklit edilenin tıkandığı yerde tıkanır. Taklit edilen ülkeler yaşlanmıştır, cerrahî operasyonlarla dik görünmeye çalışmaları da omurgalarındaki deformasyonu gizleyememektedir. Taklit eden ülkeler ise şaşkındır; çünkü muasır medeniyete ehil olmak kompleksinin tezahürü bütün resmî milliyetçilikler günü kurtarmaya yetmemiş, üstelik “dünsüz” kalmışlardır. Batı’nın AB birleşmesi, zihniyet itibariyle dine değil, “düne dönüş”tür; uygulama itibariyle “başkalarına karşı” birleşmedir. AB’nin dininin dünle ilişkisi “Kilise-Sezar” paylaşımından, “Kilise-kapitalizm” ilişkisine geçiştir; “Romalı atalarının dinini” bu suretle başkalarına karşı birleşmenin ruhu olarak kullanırlar. Weber’in tezi bu açıdan bakıldığında doğru olabilir; belki Weber de bu açıdan bakmıştır. Bizlerin Weber’e “Bana böyle bakın!” dediği yerden bakma zorunluluğumuzun olmadığını biliyorum; biliyorum ama kendi haneme bir kâr olarak kalıyor. Böylece kârlı bir hayatı da hak etmiş oluyorum.
Bugünlerde “Neo” kelimesinin İslamcılık, Osmanlıcılık gibi “dün” ile bağdaştırılarak kullanılması bir yönüyle modern taarruz, diğer yönüyle “modern millî” bir arayış ifadesidir. Her iki duruş da “dün”den rahatsızdır. Taarruz edenler Türkiye’yi “modern iktidar” güçlerine jurnallemektedirler; jurnalistler Ortadoğu’da kendine rol arayan bir Türkiye’nin ABD ve AB için tehlike arzedebileceğini bildirmektedirler. Bu Sezen Aksunun “Beni al, onu alma!” şarkısına benzemekte olup; “Benim gibi rüküş bir modern dururken, sizler neden Neo-Osmanlılarla(!) flört ediyorsunuz?” sitemidir. Buradaki ön kabul “dün” olarak hedefe yerleştirilen Osmanlı’nın “tehlikeli ve kötü” olduğudur; rüküş modernler, “Dünü kötü olanın, yenisi de kötü olur!” demek istiyorlar. Kendi içinde çeşitlilik arzeden Türk modernistlerinin müktesep vasfı rüküşlüktür. Söylediklerin hiç yeni bir şey olmamasına rağmen, göze batmayı her durumda becerebiliyorlar.
“Neo” tanımlama sıfatını “Millî modern” diyebileceğimiz ve bence hasarlı bilinç sahibi birileri de iyi niyetle kullanmakta ve “Bozgunda yeni bir fetih düşü…”nü yaşama arzularını izhar etmektedirler. Gerçi rüküş modernlerimiz fetih kelimesini işgal ile bilinçli olarak karıştırırlar ama kimsenin fetih ya da işgal gibi bir derdi yok; kelimeleri makyaj masasında boyamak da bir tür illüzyonizm olarak kalıyor. Hasarlı bilinçlerin dün ile irtibatlarında “süblimasyon” vardır; incelte incelte ideal bir “dün” oluştururlar. Modern iktidar karşısında böyle bir “dün anlayışı” cevap değil, olsa olsa arayış ifadesidir. Dünümüz, iyi kötü yanlarımızla dünümüzdür; başına “neo” getirmenin âlemi yok, biz bugün de hem Selçuklu, hem Osmanlıyız. Selçuklu ve Osmanlı bir yönetim biçiminin adı değil, o günlerdeki teamüle göre devlet sahibi Türklerin nüfus cüzdanıdır. Batılıların sadece Türkleri değil, Osmanlı tebaasının tümünü “Türk” olarak çağırmaları da bu yüzdendir. Şu ya da bu yönüyle bizi “dünümüz”le yargılayan derin ırkçılar, aslında dinimize olan düşmanlıklarını dile getirmekte; hemTürkçülüğü hem de Türk düşmanlığını modernizm formatında sürdürebilmektedirler.
Neo Osmanlı lakırdıları da zaten bunu ihtar ve ihbar etmektedir. “Günah çıkartma” geleneğimiz yoktur; biz “tövbeci”yiz, tam bir vücuh ile yanlışımızdan tövbe ederek yolumuza yürürüz. Modernizmin dünsüzlüğüne ve dünsüzleştirmesine, “Düncülük” ideolojileriyle cevap vermek, bizleri Hak’tan ve hakikatten uzaklaştırır. Biz elbette atalarımızın dinindeniz ama bizim atalarımız da “müslüman” ve başlarına “Neo” sıfatının getirilmesinden muazzep olabilirler. Müslümanlık yeniliğini her dem içinde taşır; batılılar ve batıcılar “Neo-Osmanlı” derlerken kendi zihniyetlerine uygun bir tanımlama yapıyor olabilirler ama bazı yönleri “yamulmuş ve çarpılmış” bir takım müslümanlara kinaye olsun diye “Neo” denilmesini bile doğru bulmuyorum.
Dün yanlışlarla, doğruları içinde barındırır ama bizim dünümüzdür; atalarım da benim gibi günah işleme potansiyeline ve yanlış eylemde bulunma hakkına sahiptiler. Her nesil kendi tarihini yazarken atalarının her yaptığını sırtında taşımak zorunda değildir; ama atalarını inkâr, insanı soysuzlaştırır. Hristiyanî bir ahlakla, bizden önce yaşayanları “karanlık” olarak kabul etmek; kendimizi yahut bugünümüzü yüceltmek için yer açma çabasıdır. Bazı Protestanların bugün vardığı yer, günah işleme ve günah çıkarma işlevini kişiye bırakan bir liberalizmdir. Liberalizm kökünde ve sadece papazsız bir hristiyanî duruştur; roman türü bu yeni günah çıkarma tekniğinin edebiyata yansımasıdır. Modernizme karşı imiş gibi gözüken İslamizmin ve popüler islamistlerin düştüğü ve kullandığı “dünsüzlük” ise ruhbanlaşma arzularından kaynaklanmaktadır. İslamistlerin modernizme tek ciddî eleştiri getirdiklerine rastlamadım, dünümüzle ilgili münazaraya mahal taşıyan en ufak bir geleneğe bile karadonlu şövalyeler gibi taarruzlarını ise defaten şahit olmuşumdur. Ruhbanlı sevdalılarını asla tehlike olarak görmem; müslümanlık ruhbansız ve kilisesiz olduğu için Sezar’a yahut kapitalizme rağmen özgür ve efendi yaşamanın ta kendisidir.
Galiba “dün düşmanlığı” da ikiye ayrılıyor: Birinciler, doğrudan dine düşman olup, dün düşmanlığıyla bunu kamufle edenler; ikinciler, dün düşmanlığıyla geleneği kırıp geçirerek, dini tekeline almak isteyen ruhbanlık sevdalıları… İslamiyet ilk insandan beri var olan ve “Nas” ile kaim olan bir geleneğin adıdır; bizler de tamamına ermiş o geleneğin son mensuplarıyız; aracıya tefeciye ihtiyacımız yoktur. Bir de dünün yanlışlarından ve yanlış adamlardan yola çıkarak, rasyonel ilahiyat (İslamiyat) kurmaya çalışan arada kalmışlar var; ayağı “Nas” içinde dolaşmayan islamiyatçılığın varacağı yer de deizmdir, belki de varmışlardır. Deistlere tavsiyem ise roman yazmaları olabilir; tuttururlarsa Nobel bile alabilirler. Ya da girdikleri patikadan çıkarlar!
Din dedim, dün dedim, aslında gün için dedim... Dünümü evvel kabul ederim, sonra muhafaza etmem gerekeni muhafaza ederim! Neden ederim? Çünkü dünümü diniyle, benim dinim aynıdır; dünüme düşmanlık edenin gerekçesi de dinimdir. Ne yapayım, protesto etmem gereken bir kilisem yok ve olamaz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder