14 Şubat 2012 Salı

TERBİYESİZ UYGARLIK

Modern uygarlık, aslında bir uygarlık değil; uygarlıkları ve uygarlık arayışlarını bitiren bir makinedir. İnsan; değiştirme, kaderine rağmen dünyasını tanzim etme hayatiyetini yitirmiştir. Hayat: “Hayy” ile bağlantılıdır hem “can sahibi oluş” bildirir; hem de “fani değilmiş gibi” eşya üzerinde tasarruf gücüne işaret eder. Garip ve yakışıksız bir şekilde ortalık Türkçesinde hayat yerine ikame edilen “yaşam” (life) ise, sadece “can sahibi olarak sürülen ömür” anlamına gelmektedir.
Bizler sevdiğimiz birine “Hayatım!” dediğimizde öyle derin bir şey söylemiş oluyoruz ki, kifayet etmeyebilir ama tahkik ettiğim kadarıyla bu “ıstılah” birebir batı dillerinde yoktur. Tek başına “hayat”ı karşılayan kavramları (vital) vardır ama insanın kendi dışındaki bir varlıkla bütünleşmişliğini arzu ve eylem biçiminde bildiren “Hayatım!” terkibi yoktur. Yaşam sürer, hayat sürdürülür! Yaşam süren çoğul içinde tekildir; hayat sürdüren çokluk içinde tekliktir. Yaşamın hayat biçimine dönüşmesi için: İnsanın “kendi dışındaki” dünya -insanlar ve tabiat- ile birlikte yaşam sürmesi yetmez; “kendi dışındaki”ni içinden sürekli akan bir nehir gibi geçirerek derunîleştirmesi (içselleştirmesi) gerekir… Ki bu, sadece bir ömür (süre) değil, ömrün içini “kendi dışındaki”lere olan muamele ve muaşeret ile doldurma sürecidir. Bu sürecin adı eğitim, yani terbiyedir. Terbiye, belirleyici bir biçimde ilk çocukluk çağında mürebbiler (eğiticiler) ile olur; sonrasında ise kişinin kendisi ve çevresi fiilen işin içine girer.
Modern Makine (uygarlık/uygarlığı), hayatını kendi dişlilerine bağlamış/bağışlamış yaşamlar ister. Modern Makine’nin en ceberut dişlisi: Aydınlanma Çağı efsanesinden kotarılan, birbirine benzeyen ama birbirine “Hayatım!” diyemeyen bireyler imal eden eğitim kurumlarıdır…
Baskılar altında yaşasın özgürlük!
Falaka, medresenin (Ortaçağın) simgesi olarak anlatılırdı ve falakayı mekteplerden kaldıranlara şükran duymamız için törenler düzenlenirdi. Falaka tecrübem yok ama kaç kez kafama orta parmakla “İngiliz tokmağı” yediğimi; avuçlarımın içine cetvelle vurulduğunu, hatta yüzüme, hiç suçum yokken lisede bayıltıcı bir tokat yediğimi çok iyi hatırlıyorum. Olsun yine de falakadan kurtulmuştuk! Dayak, aslında otoritenin hissettirilmesi içindir; asıl şiddet binlerce, milyonlarca, milyarlarca çocuğun “mecburi eğitim” ceberutluğuyla, en ufak bir sızmayı engellemek maksadıyla katı kurallarla yönetilmesidir. Modern eğitim kurumlarının birinci amacı eğitmek değil, yönetmektir; yönetmenin amacı ise modern iktidara/iktidarlara alışkanlık kazanmış “birey”ler yetiştirmektir.
Modern Makine’nin işlemeye başlamasından önce, okul yaygın değildir ve falaka yiyen öğrenci sayısı azdır; bugünün okullarında ise tam bir faciadır. Şiddeti dayakla sembolize etmek sahtekârlıktır; dayak bizzat şiddet değil, baskıyı hissettirmenin aracısı olarak eşsiz bir yere kavuşmuştur. Modern Makine’nin işletmecisi olan devletler, bazen de millîlik vasfıyla, bilimperestlik vasıtasıyla erken yaşlarda zaptettikleri bireyleri hem yönetirler, hem yönlendirirler. Baskı, tekil ve ahlak dışı kalmış yaşamları altüst etmiştir; okullar ve özellikle üniversiteler taciz, tecavüz ve diğer yüz kızartıcı hadiseler karşısında hem denetimsizdir, hem de ilgisizdirler. Taciz-tecavüz ahlakî boyutuyla değil; asayiş boyutuyla ve öğrenci şikâyet ettiğinde ele alındığı için, “namus” kelimesi bütün çağrışımları ile kapı dışarı edilmiştir.
El’an tek eğitim (terbiye) kurumu ailedir. Ailenin ise başı ciddi olarak beladadır, çünkü eğitim kurumlarına bağışlanan senelerin sayısı arttıkça, aileye “Hayatım!” sıcaklığıyla sarılanların sayısı azalmaktadır. Herşeye rağmen modern makine karşısında toplumlarda insanîlik ne kadar kalmışsa, eğitim kurumlarının etkisiyle değil, modern öncesi dönemlerden intikal eden terbiyevî tortuların uzantısıdır.
Dünya dönüyormuş
İlkokulda keşifler ve icatlar çağını anlatırken, öğretmenimiz dünyayı düz bir tepsi zanneden(!), öküzün boynuzları ile balığın sırtında farz edenlere verip veriştirmişti. Dünya yuvarlaktı ve güneşin etrafında dönen bir gezegendi. Modern bilim, konusunda hiçbir bilgisi olduğunu zannetmediğim öğretmen de zavallıydı ve karanlık çağlarla, karanlık insanlarla mücadele ediyordu; vecizelerle kafamıza kafamıza vura vura modern bilime/makineye mürid topluyordu. Bilim adına söylenen bir doğru; ahlakî iyiliği, estetik güzelliği tek başına temsil ediyor, silip süpürüyordu. Sırlarına vakıf olduğumuz dünya, top gibi dönen ve bizlere hammaddeler sunan alelade bir yerdi.
Mahallenin ihtiyarlarından hâlâ dünyayı tepsi biçiminde sananlar vardı ve bugün bile kafamda muhafaza ederim resimlerini. Onlar karanlık(!) adamlardandı ama “Kurdun, kuşun dağın taşın hakkı vardır; onlar bize emanettir!” derlerdi. Bu cümle, başlı başına terbiyedir, insan insan diye diye insanlığın nasıyesini bozan hümanizm ile mukayese edilemeyecek kadar da insanîdir. “Yahu, sen de hiç mi insanlık yoktur!” ifadesinde, “insanlık” denilen şey bütün güzel ahlak özelliklerine vurgu yapar. “İnsanlık” vurgusu, insanı merkezi alan bir yaşamı değil, kendi dışındakilere sorumluluk taşıyan bir hayatı vurgular. Bir hayvanı kırbaçlayana da, bir ırmağı kirletene de “Yahu, sende hiç mi insanlık yoktur!” denilebilmektedir. Hümanizm, insanlara değil, tekil bireylere, bireylerin özgürlüğüne vurgu yapar; buradan gezegen gibi kendi etrafında dönerken, toplumu/devleti döndüren bireyleşmeyi yüceltmeye geçiş kolay olmuştur.
“Bırakınız yapsınlar! Bırakınız geçsinler!”
Liberalizm, bireylerin maksimum hazza ulaşmaları için ideal sistemi, “Bırakınız!”a dayandırır. Aydınlanma Çağı hümanizminin, muktedirler tarafından sahaya yayılmış biçimi, rasyonele sığdırılan dünya, alışverişle bağlanan insan ilişkileridir. Doktriner liberalizmin kitlelerin sefaletiyle sonuçlanması, Modern Uygarlık Makine’sinin sosyalleştirilmiş devlete ihtiyacını hissettirmiştir. Merhameti inancının/tarihinin sayfalarından devşirerek zorla kitlelere kabul ettirmeye çalışan sosyalizm de, merhametin denetimli liberalizmle gerçekleşeceğini varsayan kapitalizm de hümanizmden gıdalanmıştır. Devletin üstlendiği en önemli görev, talimdir ve eğitim kurumları alenen yahut zımnen otoriter yollarla “alışverişçi birey”ler imal etmektir.
Merkez modern ülkelerde talim, rasyonel olarak yetiştirilenleri istihdam etmeyi de hedeflerken; Türkiye gibi ülkelerde istihdam ikinci plana itilmiş, ideolojik benimsetme amaçlı didaktik sertlik öne çıkarılmıştır. Çok sayıda okuryazara sahip olmak, üniversite mezunu sayısını süratle artırmak, batıda elde edilen maddi başarıyı yakalamaya yetmemiştir. Yanlışın bile doğru planlanıp uygulanmayışı, gelecek açısından arızalı makineye benzeyen ülkelerde ciddi sıkıntılara yol açmaktadır/açacaktır. Batıda iktidarlar modern makineye lazım olan enerjiyi temin etmenin dışında bireye bir özgürlük alanı bırakırken; pür-modernist ve mukallit ülkeler bireyin herşeyini istemektedirler.
Modern Makine’nin batılı işleyişinde birey çarkın bir parçasını oluşturmaktadır; bizde bireyden makineye kayıtsız şartsız biat istenir ve sadece yönetici iktidarın keyfine göre işlemesi için herşey denenir. En büyük korku, eğitim kurumlarından makineye biati reddedenlerin çıkmasıdır. Bu korku devletten büyük ölçekli nemalanmayı kaybetme korkusunu da barındırmaktadır. Eğitim kurumlarımızın elli yıllık müfredatı, modern makineye inanan ama makinenin kendisine ait olmasını isteyen bir uygulamanın tarihi vesikasıdır. Demokrasi-faşizm metriksi denilebilecek darbeye açık yönetimin eğitimdeki görünümü, “müsaadeli bireyleşme”dir. Batıdaki uygulamalar fabrika ya da devlet dairesinde “Yaşam”ı istimlâk eder ama teorik de olsa hayata (yaşamın içini doldurmaya- serbest zamanlarda izin verir; bizde ise serbest zamanlara da müdahale etmek suretiyle “hayat”a hak tanınmaz. Askeri darbeler tastamam bunun göstergesidir. Bütün darbeler okul, darbeciler de disiplinli birer öğretmen gibi davranmışlardır. Kenan Evren, her gittiği yerde cahil halka “aydınlanma” yolunu anlatmış, cahil halka ilim yolunu(!) göstermiştir. 12 Eylül serttir ama öğretmenlik uygulaması nisbeten yumuşaktır; 28 Şubat ise demokrasiyi falakaya yatırarak terbiye etmek isteyen kaba, tehditkâr yarı gardiyan öğretmenler devridir.
Türkiye’de liberal olarak anılanların liberal bir omurgaları olmayışı, bir kez olsun modern makine konusunda tek bir eleştiri getirmeyişlerinden anlaşılmaktadır. Hümanizm’in hâlâ liberal yazarlarca insanı sevme, insanîlik filan gibi anlaşılıyor oluşu ise tam bir faciadır. Şu an ise istenilecek şeyin, insanlara serbest zaman ve mektep vasıtasıyla sisteme bağışlanmış yaşamlarının içini doldurma imkânının genişletilmesinden ibaret olduğunu düşünüyorum. Çünkü az sayıda da olsa hayat sahibi insan, her toplumun hakiki garantörüdür.
Sonuç: Hayat mayat diyorlar
Modern eğitim anlayışı, bütün ülkelerde tatbikat alanı bulmakta, resmî destek görmekte ve cebrilik içermektedir. Hümanistik iddiaya dayandırılarak, modern makineye uyumlu bir insan modelini bütün insanlara benimsetmek okulların temel aracıdır. Model, belirlenmiş bir “life stil” yani “yaşam tarzı”na mecburdur; “Hayatım!” diyebileceği bir dış dünyaya açılması, iletişim kurması zorlaşmıştır. Az sayıda “hayat” sahibi insan eğitim kurumunun değil, aile vasıtasıyla gelenekten devralınan terbiyevi değerler sayesindedir ve bu az sayıdaki insanın yükü giderek artmaktadır.
İnsanı merkeze alan dünya görüşü, öyle bir makine inşa etmiştir ki, insanî incelik gibi gözüken davranışlar bile zımnında “life stil”i sürdürme ve yükseltmeyi hedeflemiştir. Mesela: Çevreci akımlar ve örgütler, yaşamlarının riske girişini hissedişin kıvranışıdır; tabiata saygının tezahürü değildir. Modern bilim/eğitim: Hayalgücünü (geleceğe yönelmeyi) ve hafızayı (geçmişten getirileni) makinenin içine sokmamak için tasarlanmıştır; geriye sadece akıl kalmıştır. Aklın görevi ise bugün içinde maksimum hazzı yakalamaktır.
“Hayat mayat diyorlar
Benim gözüm mayatta
Hayatın eksiği var
Hayat eksik hayatta...”
Diyen şairimiz, “Hayat eksik hayatta!” dediği zamanlarda “yaşam” kelimesi icad edilmiş miydi hatırlamıyorum, edilmişse de herkesçe bilinmiyordu. O “mayat” ise hakiki anlamıyla, yazıya başlarken analiz maksadıyla zikrettiğimiz “Hayatım!”dan başka bir şey değildir. Artık bir yastığa baş koyanların bile birbirlerine “Hayatım” demekte zorluk çekiyor olmalılar; çünkü makinenin buyurduğu yaşam tarzı şerik istemez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder