İmam Hatiplerin ne olarak tarif edildiği yakın dönem yasaklarından, üniversite sınavı katsayı uygulamasından bilinmektedir. Gerekçeler, başka sözlerle ifade edilse de özü “İmam hatipler dinci yetiştirmektedir!” hükmüne bağlanabilir. İnşa edilmiş bu “fobi”nin arkasında Türkiye modernistlerinin gerçek rahatsızlığı yatmaktadır. Bu zümreler, arka bahçeleri gibi gördükleri sivil alanlarda ve resmî makamlarda kendilerinden farklı bir “inanış formu”na sahip insanların boy gösteriyor oluşunu asla hazmedememişlerdir. Post-modern postallılar çağdaş yaşamcıların hissiyatına tercüman olan darbeyi gerçekleştirdiğinde, İmam Hatipler de hedefin tam orta yerine konuşlandırıldı.
İmam Hatiplilerin ve İlahiyatçıların o günlerdeki savruk ve ezik halleri üzerine, çok ağır sözler söylemiş biri olarak, şimdi üzülüyorum. Çünkü İmam Hatip yahut İlahiyatçıları hayata tutunmaya çalışmalarındaki eziklik, sadece onlara mahsus bir hal değil idi… Onlara kolayca “Ruhsata sığınmak!” acziyetini yüklerken, kendimin de onlara biçilen “yekûn hattı” dışında olmadığımı unutmuştum. Galiba, İmam Hatiplilerin biraz da kendilerinden kaynaklanan “bilecen müslüman” havaları, onlardan daha esaslı bir duruş beklememize neden olmuştu. Bu memleketin İmam Hatiplisi ile liselisi arasında fark olmadığını, bana post-modern darbe öğretti; aslında bunu modernist zümre ve kuvvetlerin de öğrenmiş olması yararlı olabilir.
İmam Hatipler ve köylülük
İmam Hatip liselerini köylülükle özdeş gören bir sosyolojik tavır yeni değildir ve mesnetsiz de değildir. Bu özdeşleştirmedeki çarpıklık, köylülüğü hakir görmeyi hak bilen bir ön kabulü taşıyor oluşudur. İşin garibi, köylülüğünden dolayı pek çok neo-kentli de komplekse kapılıp bu ciddiyetsizliği ve muğlaklığı meşrulaştırmaktadır. Sosyoloji birinci katta tarihle başlar. 1927’de nüfusumuzun %83’i köylüdür… Kaba bir tahminle, köylülerin daha fazla çocuk sahibi olma alışkanlığını da katarsak, bugün nüfusumuzun %90’ının köy kökenli olduğunu söyleyebiliriz; iyi yahut kötü, durum budur. Bu tür yaklaşımların esas sıkıntısı “orta sınıf” denilen büyük karartının hızla yükselişidir. Her yaşanan olumsuzluğu halka yüklemenin başka bir versiyonu köylülere yüklemektir. Birincisini sol eğilimliler, ikincisini sağcı popülistler tercih etmektedirler. Solcularınki ideolojilerinin gereğidir; sağcılıktan nemalananlarınki ise gerçekliği meşkûk “şehir müslümanlığı” nostaljisinden beslenmektedir.
İmam Hatiplilerin köylülükleri, başlarının kakıncıdır. Onlarda ne kadar inceldiklerini ve şehirli olduklarını sergilemek için ya acayip yamulurlar; ya da acayip bir şekilde içlerine kapanırlar. İçe kapananları çarpıklardan daha ziyade kendime yakın bulmuşumdur; çarpık zaten çarpıktır, her çeşidinden bol miktarda mevcuttur. Bendeniz 12 Eylül devrinde kahir ekseriyeti İmam Hatip’li olan köy çocuklarının barındığı bir yurtta yöneticilik yapmıştım; kısa sürdü ve benden sonra zaten yurtta kapandı. O çocukların ve onları oraya getiren babaların hallerini asla unutmam; içlerinde azıcık da olsa bir tekine bile faydam olmuşsa kârıma sayarım. Evet doğru! İmam Hatip’lilerin çoğu köylüdür; ama “köylülerin o ruhi bağlılığı” yok mu? İşte o tüm Türkiye’nin şansıdır/şanssızlığıdır. Şehirde her türlü iyi, güzelin, doğrunun daha kalitelisinin olduğu kanaatine katılırım; ama her türlü kötünün, çirkinin, eğrinin kalitelisinin(!) de varlığını unutmamak kaydıyla… Şehir gibi, köyde kendi içinde çeşitliliğe sahiptir. Köylüler kendi çeşitlilikleriyle beraber şehre gelmişlerdir. Sosyolojist görüşlere dayanak olarak sık sık anlatılan bir kıssa vardır: Köylü evliyanın şehre gelince nasıl yoldan çıktığını anlatır... Misalin gerçekte gösterdiği tek şey; arsızlaşan kişinin aslında köyde de evliya olmadığıdır. Evliyanın köylü ve şehirli ayırımına tabi tutulmasını, ıstılahat-ı ulum sadedinde ciddiyet zannedenlerle dolu bir ülkedeyiz. Doğruluk payı bile olsa, sosyolojik kategoriler ahlakî davranışları tasvirde de kullanılamaz; ahlâkî kategoriler yerine ikamesi ise terbiye sınırlarını katbekat aşar.
Köylüleri ayakta tutan, şehirlerle mukayese edilmesi mümkün olmayan o yarım yamalak dini bilgileri değil; bildiklerine olan samimi bağlılıklarıdır. Bu “bağlılık” şehirlerde gördüğümüz her türlü fırıldaklı ve pazarlıklı ilişkilerin hepsinin üstünde bir sosyolojik değer ve değiştirme gücüne sahiptir. Bahsettiğimiz bağlılık türü, onları doğrudan İmam Hatiplere yönlendirmeye kâfi gelmiştir. Ama yine kolaya kaçmayalım: İmam Hatiplerde de köylü, şehirli dağılımı genel nüfusla paralellik arzeder. Ta ikinci mezunlarından beri içlerinde benim yakından tanıdığım şehirliler de vardı çünkü… Onların o günlerini çok iyi biliyorum, aralarında derin bir köylü, şehirli ayrımının olmadığını da biliyorum. Bu ayırım kendilerinden kaynaklanmış olmayıp; olaya dışarıdan bakanların yakıştırmasıdır ve marazlı bir bölücülük türüdür.
Şu söylenebilir: Köylülerin modernliğe ve modern kent yaşamına uyum sağlamalarında bu medreseden bozma mekteplerin rolü çok büyüktür. İmam Hatipler; orada okuyanlar ve mezun olanlarla değil, halkın sahip çıkışıyla değerlendirildiğinde, modernleşme maceramızın en önemli kurumlarından biri olarak belirginlik kazanır. Dikkatimizi yoğunlaştırmamız gereken husus; nüfus bilgileriyle, kökenlerle ilişkilendirilen yüksek saçmalamalarla dolu sosyolojist kategoriler değil; ruhî/irrasyonel temayüllerin doğurduğu müşahhas sonuçlardır.
Modernleşme modeli olarak İmam Hatip
İmam Hatiplerin esas amacı “aydın” din adamı yetiştirmekmiş; ama fazla aydınlanınca imam mektebi ahalisi başka mesleklere göz dikmişler. Böyle olunca da fena olmuş; çünkü her yanı imamlar kaplamış yahut imamların çocukları… Cumhuriyetin altı oyulmuş, aman dikkat! Kimsenin altının oyulduğu filan yok; sadece modernitenin “En başarılıların en iyi makamlara gelmesi!” ideali üzerine oturtulmuş modern ekonomi ve demokrasinin kuralları işliyor; istediğiniz istikamette işlemek zorunda da değildir. Ne yani, imam hatip liseleri kapanınca, halkın ruhî temayülleri birden bire değişecek ve “Aman ağam siz bilirsiniz!” diyerek sizin partilerinize, derneklerinize, buyruklarınıza tabi mi olacaklar? İmam Hatipler kimsenin ön yahut arka bahçesi değil; resmî beklentiler hilafına oluşan bir “non-fonksiyon”dur; kendiliğinden gelişen bir “modernleşme modeli”ne dönüşmüştür. Bu okulların, şu andaki mezunlarının ülkeye katkısını idealize etmemekle beraber, son derece olumlu buluyorum. En başta, serapa sivillerin omzunda yükselen bir süreçtir.
Bir imam hatipli, Türkçeyi daha güzel kullanma, geçmişiyle irtibat kurma/yüzleşme, ahlaken daha düzgün ve tutarlı olma şansına diğer liselerden daha fazla sahip olmuştur; bu şans çoğunda aynı sonucu doğuramamış olabilir, sayı önemli değil… Bu eşitsizlikten dolayı bir liseli olarak, hayıflanıyorum; çünkü onların bedavadan sahip oldukları pek çok imkânı, ben şahsî çabamla elde etmek zorunda kaldım. Bir de kendilerini allame zanneden imam hatiplilerin/ilahiyatçıların, “Bizim sahamıza girme!” türünden küçümseyici tavırlarına katlandım. Bu memlekette: Halkiyat, eski edebiyat, tarih ve ilahiyat esrarengiz bilgilere sahip oldukları zannedilen uzmanların alanı sayıldığı müddetçe fikri sıçrama yaşanması zordur. Bu önemli alanlar için bir “hazır-bulunuşluk”a sahip olmayan öğrencilerin neler çektiğini tecrübemle bilmekteyim. İmam hatip kökenli eski öğrenciler özellikle sosyal bilimlerde, liselilerden daha iyi bir iletişim imkânı sağlıyordu; şimdi öyle bir şey de yok. Bu kurumların kalitesinde de başlangıçtan bugüne hayli düşüş yaşanmış olmalı. 1983 sonrasından doğrudan haberim yoktur, öğrenci manzarasından edindiğim intiba budur.
Modernleşme “uzmanlaşma” demektir; imam hatipli modernler, uzmanlaşma konusunda da kökten-modernlerden daha moderndirler; uzmanlık alanlarına kimsenin girmesini asla hazzetmezler. Elde ettikleri imkân, onlara hayat tarzlarını değiştirme ve yükseltme imkânı sunduğu için de ortama fena halde uyum sağlarlar. Bir “non-fonksiyon” olarak doğan “İmam Hatip Modernleşme Modeli” keşke işin ta başında daha sağlam düşünülseydi ve genelleştirilseydi. İmam Hatip gibi iyi düşünülmemiş, hocalarının çok liyakatli olduğunu zannetmediğim bir okul bile Türkiye’nin mahkeme duvarı gibi çehresini değiştirebilecek insanlar yetiştirebilmiştir.
Sonuç: İmam hatip fobisini aşmak
İmam hatip liselerinin, bugün için bir özel yere sahip olduğunu düşünmüyorum. Tekmil liselerimizin içinde bulunduğu fikrî donanım noksanlığı, imam hatiplerin kapanmasıyla, tehlikeli ilan edilmesiyle filan düzelmez. Coğrafyanın bir gereği olarak, çok yakın zamanda ciddi anlamda bütün cesametiyle karşımıza dikilecek olan “kültürsüzlük” sorunu, teknolojik imkânlarla aşılabilecek bir şey değildir. “Kültürsüzlük” ve paralelinde gözüken ahlakî omurgasızlık, doğrudan doğruya okullar vasıtasıyla giderilemediğinde, ruhî temayüllerden beslenen sapa yollar devreye girmektedir. İnsanların kişilikleri törpüleyen, reddeden “seri kimlik” üretimiyle birbirine benzeştiren, kapalı devre oluşumların islamî sıfatına layık olmadığını düşünüyorum. Kullandıkları islamist dil, bazı hayatî konularda katı modernistlerden çok daha fazla müntesiplerini geleneksizleştirmekte ve görgüsüzleştirmektedir.
Modernizmin bayi ülkelerde yaygın üslubu “Toplum mühendisliği”dir! Toplum mühendisliğinin bir başka türü de kültürel ve ahlakî olanın kapalı ve illegal düzlemde, yapay “biz bilinçleri” oluşturmak surayiyle gerçekleştirilmektedir. İnsanları zorla “tuğla duvar gibi” inşa edilmiş bir varlık haline getirmeye çalışan “kolektif bilinç” sertliği ile “Bizden olsun çamurdan olsun!”la insanları pelteleştiren laçkalık; aynı kapıya çıkar. Sonuç: Tek kelimeyle maarifsizliktir. Her iki durum ve duruş, modern iktidar ve pazarın işine yarayan “toplumsal karadelik”ler peydahlamaktadır. İmam Hatipleri taşıdığı bütün çelişkilere ve muarızlarına rağmen; taşıdığı çeşitlilik, aleniyet ve yetiştirdiği “yerli renge sahip” insanlara bakarak, eğitim sisteminin bilerek ve isteyerek gerçekleştirmediği, kifayetsiz ama tarihî tutarlılık taşıyan tek örnek olduğunu düşünüyorum.
İmam Hatibi tehlike olarak görmek yerine; keşke diğer liselere de kafasını gözünü yarmadan Kuran okuyacak donanım, dedelerinin mezar taşlarını sökecek kadar Osmanlıca, dininden kendisi sorumluluk duyacak kadar ilmihâl öğretimine imkân açılabilse… Bu memlekette dinsizlikten değil, din konusundaki cehaletten kaynaklanan ciddi tutarsızlıklar, hatta çirkinlikler yaşanmaktadır. Malumunuz, yüksek yüzdeli rakamlarla ifade edilen müslüman bir ülkedir burası(!). İmam Hatipler üzerine yapılan yığınlarca tartışma arasında, “maarif”le ilgili esası kaybettik! Genç ama hayata çoktan seçmeli test gibi bakan bir nüfusun on yıl sonrasını iştahlı, iyi tüketen market ahalisi olarak tahayyül eden bir karamsarım.
Karamsarım ama halimden memnunum; çünkü umutsuz değilim.
İmam Hatiplilerin ve İlahiyatçıların o günlerdeki savruk ve ezik halleri üzerine, çok ağır sözler söylemiş biri olarak, şimdi üzülüyorum. Çünkü İmam Hatip yahut İlahiyatçıları hayata tutunmaya çalışmalarındaki eziklik, sadece onlara mahsus bir hal değil idi… Onlara kolayca “Ruhsata sığınmak!” acziyetini yüklerken, kendimin de onlara biçilen “yekûn hattı” dışında olmadığımı unutmuştum. Galiba, İmam Hatiplilerin biraz da kendilerinden kaynaklanan “bilecen müslüman” havaları, onlardan daha esaslı bir duruş beklememize neden olmuştu. Bu memleketin İmam Hatiplisi ile liselisi arasında fark olmadığını, bana post-modern darbe öğretti; aslında bunu modernist zümre ve kuvvetlerin de öğrenmiş olması yararlı olabilir.
İmam Hatipler ve köylülük
İmam Hatip liselerini köylülükle özdeş gören bir sosyolojik tavır yeni değildir ve mesnetsiz de değildir. Bu özdeşleştirmedeki çarpıklık, köylülüğü hakir görmeyi hak bilen bir ön kabulü taşıyor oluşudur. İşin garibi, köylülüğünden dolayı pek çok neo-kentli de komplekse kapılıp bu ciddiyetsizliği ve muğlaklığı meşrulaştırmaktadır. Sosyoloji birinci katta tarihle başlar. 1927’de nüfusumuzun %83’i köylüdür… Kaba bir tahminle, köylülerin daha fazla çocuk sahibi olma alışkanlığını da katarsak, bugün nüfusumuzun %90’ının köy kökenli olduğunu söyleyebiliriz; iyi yahut kötü, durum budur. Bu tür yaklaşımların esas sıkıntısı “orta sınıf” denilen büyük karartının hızla yükselişidir. Her yaşanan olumsuzluğu halka yüklemenin başka bir versiyonu köylülere yüklemektir. Birincisini sol eğilimliler, ikincisini sağcı popülistler tercih etmektedirler. Solcularınki ideolojilerinin gereğidir; sağcılıktan nemalananlarınki ise gerçekliği meşkûk “şehir müslümanlığı” nostaljisinden beslenmektedir.
İmam Hatiplilerin köylülükleri, başlarının kakıncıdır. Onlarda ne kadar inceldiklerini ve şehirli olduklarını sergilemek için ya acayip yamulurlar; ya da acayip bir şekilde içlerine kapanırlar. İçe kapananları çarpıklardan daha ziyade kendime yakın bulmuşumdur; çarpık zaten çarpıktır, her çeşidinden bol miktarda mevcuttur. Bendeniz 12 Eylül devrinde kahir ekseriyeti İmam Hatip’li olan köy çocuklarının barındığı bir yurtta yöneticilik yapmıştım; kısa sürdü ve benden sonra zaten yurtta kapandı. O çocukların ve onları oraya getiren babaların hallerini asla unutmam; içlerinde azıcık da olsa bir tekine bile faydam olmuşsa kârıma sayarım. Evet doğru! İmam Hatip’lilerin çoğu köylüdür; ama “köylülerin o ruhi bağlılığı” yok mu? İşte o tüm Türkiye’nin şansıdır/şanssızlığıdır. Şehirde her türlü iyi, güzelin, doğrunun daha kalitelisinin olduğu kanaatine katılırım; ama her türlü kötünün, çirkinin, eğrinin kalitelisinin(!) de varlığını unutmamak kaydıyla… Şehir gibi, köyde kendi içinde çeşitliliğe sahiptir. Köylüler kendi çeşitlilikleriyle beraber şehre gelmişlerdir. Sosyolojist görüşlere dayanak olarak sık sık anlatılan bir kıssa vardır: Köylü evliyanın şehre gelince nasıl yoldan çıktığını anlatır... Misalin gerçekte gösterdiği tek şey; arsızlaşan kişinin aslında köyde de evliya olmadığıdır. Evliyanın köylü ve şehirli ayırımına tabi tutulmasını, ıstılahat-ı ulum sadedinde ciddiyet zannedenlerle dolu bir ülkedeyiz. Doğruluk payı bile olsa, sosyolojik kategoriler ahlakî davranışları tasvirde de kullanılamaz; ahlâkî kategoriler yerine ikamesi ise terbiye sınırlarını katbekat aşar.
Köylüleri ayakta tutan, şehirlerle mukayese edilmesi mümkün olmayan o yarım yamalak dini bilgileri değil; bildiklerine olan samimi bağlılıklarıdır. Bu “bağlılık” şehirlerde gördüğümüz her türlü fırıldaklı ve pazarlıklı ilişkilerin hepsinin üstünde bir sosyolojik değer ve değiştirme gücüne sahiptir. Bahsettiğimiz bağlılık türü, onları doğrudan İmam Hatiplere yönlendirmeye kâfi gelmiştir. Ama yine kolaya kaçmayalım: İmam Hatiplerde de köylü, şehirli dağılımı genel nüfusla paralellik arzeder. Ta ikinci mezunlarından beri içlerinde benim yakından tanıdığım şehirliler de vardı çünkü… Onların o günlerini çok iyi biliyorum, aralarında derin bir köylü, şehirli ayrımının olmadığını da biliyorum. Bu ayırım kendilerinden kaynaklanmış olmayıp; olaya dışarıdan bakanların yakıştırmasıdır ve marazlı bir bölücülük türüdür.
Şu söylenebilir: Köylülerin modernliğe ve modern kent yaşamına uyum sağlamalarında bu medreseden bozma mekteplerin rolü çok büyüktür. İmam Hatipler; orada okuyanlar ve mezun olanlarla değil, halkın sahip çıkışıyla değerlendirildiğinde, modernleşme maceramızın en önemli kurumlarından biri olarak belirginlik kazanır. Dikkatimizi yoğunlaştırmamız gereken husus; nüfus bilgileriyle, kökenlerle ilişkilendirilen yüksek saçmalamalarla dolu sosyolojist kategoriler değil; ruhî/irrasyonel temayüllerin doğurduğu müşahhas sonuçlardır.
Modernleşme modeli olarak İmam Hatip
İmam Hatiplerin esas amacı “aydın” din adamı yetiştirmekmiş; ama fazla aydınlanınca imam mektebi ahalisi başka mesleklere göz dikmişler. Böyle olunca da fena olmuş; çünkü her yanı imamlar kaplamış yahut imamların çocukları… Cumhuriyetin altı oyulmuş, aman dikkat! Kimsenin altının oyulduğu filan yok; sadece modernitenin “En başarılıların en iyi makamlara gelmesi!” ideali üzerine oturtulmuş modern ekonomi ve demokrasinin kuralları işliyor; istediğiniz istikamette işlemek zorunda da değildir. Ne yani, imam hatip liseleri kapanınca, halkın ruhî temayülleri birden bire değişecek ve “Aman ağam siz bilirsiniz!” diyerek sizin partilerinize, derneklerinize, buyruklarınıza tabi mi olacaklar? İmam Hatipler kimsenin ön yahut arka bahçesi değil; resmî beklentiler hilafına oluşan bir “non-fonksiyon”dur; kendiliğinden gelişen bir “modernleşme modeli”ne dönüşmüştür. Bu okulların, şu andaki mezunlarının ülkeye katkısını idealize etmemekle beraber, son derece olumlu buluyorum. En başta, serapa sivillerin omzunda yükselen bir süreçtir.
Bir imam hatipli, Türkçeyi daha güzel kullanma, geçmişiyle irtibat kurma/yüzleşme, ahlaken daha düzgün ve tutarlı olma şansına diğer liselerden daha fazla sahip olmuştur; bu şans çoğunda aynı sonucu doğuramamış olabilir, sayı önemli değil… Bu eşitsizlikten dolayı bir liseli olarak, hayıflanıyorum; çünkü onların bedavadan sahip oldukları pek çok imkânı, ben şahsî çabamla elde etmek zorunda kaldım. Bir de kendilerini allame zanneden imam hatiplilerin/ilahiyatçıların, “Bizim sahamıza girme!” türünden küçümseyici tavırlarına katlandım. Bu memlekette: Halkiyat, eski edebiyat, tarih ve ilahiyat esrarengiz bilgilere sahip oldukları zannedilen uzmanların alanı sayıldığı müddetçe fikri sıçrama yaşanması zordur. Bu önemli alanlar için bir “hazır-bulunuşluk”a sahip olmayan öğrencilerin neler çektiğini tecrübemle bilmekteyim. İmam hatip kökenli eski öğrenciler özellikle sosyal bilimlerde, liselilerden daha iyi bir iletişim imkânı sağlıyordu; şimdi öyle bir şey de yok. Bu kurumların kalitesinde de başlangıçtan bugüne hayli düşüş yaşanmış olmalı. 1983 sonrasından doğrudan haberim yoktur, öğrenci manzarasından edindiğim intiba budur.
Modernleşme “uzmanlaşma” demektir; imam hatipli modernler, uzmanlaşma konusunda da kökten-modernlerden daha moderndirler; uzmanlık alanlarına kimsenin girmesini asla hazzetmezler. Elde ettikleri imkân, onlara hayat tarzlarını değiştirme ve yükseltme imkânı sunduğu için de ortama fena halde uyum sağlarlar. Bir “non-fonksiyon” olarak doğan “İmam Hatip Modernleşme Modeli” keşke işin ta başında daha sağlam düşünülseydi ve genelleştirilseydi. İmam Hatip gibi iyi düşünülmemiş, hocalarının çok liyakatli olduğunu zannetmediğim bir okul bile Türkiye’nin mahkeme duvarı gibi çehresini değiştirebilecek insanlar yetiştirebilmiştir.
Sonuç: İmam hatip fobisini aşmak
İmam hatip liselerinin, bugün için bir özel yere sahip olduğunu düşünmüyorum. Tekmil liselerimizin içinde bulunduğu fikrî donanım noksanlığı, imam hatiplerin kapanmasıyla, tehlikeli ilan edilmesiyle filan düzelmez. Coğrafyanın bir gereği olarak, çok yakın zamanda ciddi anlamda bütün cesametiyle karşımıza dikilecek olan “kültürsüzlük” sorunu, teknolojik imkânlarla aşılabilecek bir şey değildir. “Kültürsüzlük” ve paralelinde gözüken ahlakî omurgasızlık, doğrudan doğruya okullar vasıtasıyla giderilemediğinde, ruhî temayüllerden beslenen sapa yollar devreye girmektedir. İnsanların kişilikleri törpüleyen, reddeden “seri kimlik” üretimiyle birbirine benzeştiren, kapalı devre oluşumların islamî sıfatına layık olmadığını düşünüyorum. Kullandıkları islamist dil, bazı hayatî konularda katı modernistlerden çok daha fazla müntesiplerini geleneksizleştirmekte ve görgüsüzleştirmektedir.
Modernizmin bayi ülkelerde yaygın üslubu “Toplum mühendisliği”dir! Toplum mühendisliğinin bir başka türü de kültürel ve ahlakî olanın kapalı ve illegal düzlemde, yapay “biz bilinçleri” oluşturmak surayiyle gerçekleştirilmektedir. İnsanları zorla “tuğla duvar gibi” inşa edilmiş bir varlık haline getirmeye çalışan “kolektif bilinç” sertliği ile “Bizden olsun çamurdan olsun!”la insanları pelteleştiren laçkalık; aynı kapıya çıkar. Sonuç: Tek kelimeyle maarifsizliktir. Her iki durum ve duruş, modern iktidar ve pazarın işine yarayan “toplumsal karadelik”ler peydahlamaktadır. İmam Hatipleri taşıdığı bütün çelişkilere ve muarızlarına rağmen; taşıdığı çeşitlilik, aleniyet ve yetiştirdiği “yerli renge sahip” insanlara bakarak, eğitim sisteminin bilerek ve isteyerek gerçekleştirmediği, kifayetsiz ama tarihî tutarlılık taşıyan tek örnek olduğunu düşünüyorum.
İmam Hatibi tehlike olarak görmek yerine; keşke diğer liselere de kafasını gözünü yarmadan Kuran okuyacak donanım, dedelerinin mezar taşlarını sökecek kadar Osmanlıca, dininden kendisi sorumluluk duyacak kadar ilmihâl öğretimine imkân açılabilse… Bu memlekette dinsizlikten değil, din konusundaki cehaletten kaynaklanan ciddi tutarsızlıklar, hatta çirkinlikler yaşanmaktadır. Malumunuz, yüksek yüzdeli rakamlarla ifade edilen müslüman bir ülkedir burası(!). İmam Hatipler üzerine yapılan yığınlarca tartışma arasında, “maarif”le ilgili esası kaybettik! Genç ama hayata çoktan seçmeli test gibi bakan bir nüfusun on yıl sonrasını iştahlı, iyi tüketen market ahalisi olarak tahayyül eden bir karamsarım.
Karamsarım ama halimden memnunum; çünkü umutsuz değilim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder