Yönetmeye talip olmak çoğunlukla kemal
alameti değildir…
Günümüzde ise neredeyse hiç değildir…
Çünkü yönetilmeye amade işletme, örgüt,
kâr hane vs. galip zanna göre yeni talibinden önce de aynı biçimde “dön-gel”
tarzında yönetilmiştir/yönetilmektedir…
Talep, görünüş ve söylem itibariyle
“Daha iyi yönetme” iddiasına büründürülmüştür ama yönetilen örgüt gırtlağına
kadar haramilik içerisindedir. Talebin asıl nedeni nemalanmak ve
nemalandırmaktır. Bu hileli bir idare sistemidir. Arz edilen bir makam vardır
ama arz eden değil de talep eden kendini pazarlamaktadır… Çünkü pazarın
arkasında “Pazar ağası” vardır. Pazar Ağası, alta doğru ağalarını idare etmek
için değil, murakabe etmek için konuşlandırır. Vermek ve almak bu smokinli,
papyonlu ağalık sisteminin iki çarkını oluşturur; bir üstte veren ağa, bir
üstündekinden alan marabadır…
Bir ülkenin, kurumlarının yukarıya
doğru hamle yapamayıp, değerlerini “garp kurnazlığı” tabirini uygun gördüğüm
numaralarla/numaralandırmalarla yatay ve göbekli olarak büyüyor olması: Modernitenin
peyki olmanın ta kendisidir… Şark kurnazlığı: Değerleri rasyonalize ederek,
çıkara uygun –hiyle-i şeriyye” haline getirmektir. Garp kurnazlığı, ise bunu
epistemolojik mutlâkiyetçilikle –şeriyye haline getirerek- meşrulaştırmıştır. Garbın
“teknik kurnazlığı”nın ise kabule şayan görülüşü, şarkın kendi kendini
tanımsızlaştırmasının sonucudur.
Tanımlanan bir dünyayı yönetmek, “cari
yönetim anlayışı”dır…
Etik, epistemolojiye kurban edilmiştir.
Yönetenlerin hükm-i şahsiyeti olan yönetim/kurumlar, insan ilişkilerinin ürünü
olmaktan çıkmıştır. Biricik olan “Özel şahsiyet”, rakam yahut işaret cinsinden
bir “birey”e indirgendiğinden, hükm-i şahsiyetin tâbîlerinin tek tek kurnaz
olmalarına gerek kalmamıştır.
“Ağalık vermek ile yiğitlik vurmak
ile…” anlayışı, cem’an bir değerdir: Efendi olmaktır!
Efendi durduğunda ağadır; yürüdüğünde
yiğittir…
Bu kavramları yerlice ve yerince
kavramak için, “Ağa” ve “Yiğit”in birleşik “kişilik değeri” olarak anlaşılması
icap eder, değerleri metalaştıran sosyal tabakalaşma sistemlerinin
bölücü/bölerek yönetici tarifeleriyle ilgili bir husus değildir. Vurmak, sadece
ganimet uğruna savaşmak değil, namuslu kazanç için alın teri dökmektir; vermek ise
kazandığından sarf etmektir… İnsan kendi ihtiyacı için sarfettiğinde de “veren”dir;
“Efendi” olmanın şartı “daima alan el” olmamak gayretidir…
Ağa ile yiğidin, ayrı zümreler/sınıflar
olarak telakki edilmesi, hiçbir zaman bugünün derdi değildir ama bugün meşru
uygulama haline gelmiştir… Meşru uygulamalar; ahlakı, gelir düzeyindeki artış
ve eksilişlerin dalgalanmasına bıraktığı için de; “bugünün zümreleşmiş
efendileri” özgürlüğe aday bile olamaz… Bulduğunda efendi, bulamadığında köle
olmanın meşruiyeti; özgürlüğü simge ve statülerin kazandırdığı kudretle ölçülür…
Ekonominin hayatı bir çelik zırhlı
duvar gibi kuşattığı ferdiyetsiz cemiyet ve cemaatlerde bu değerler; modern
dünya düzenine uyum kastıyla ve taammüden rasyonalize edilmiştir. Rasyonalize
edilen değerlerin yönetenleri/yönetilenleri ne hale getirdiğini anlamak için, yuvarlak
teorilere ihtiyaç yoktur; köşeli olmak ve kenar durmak yeterlidir…
Bugünün yöneticisi, her hal-ü kârda
kendi cebinden vermediği için yönetime talip olmakla, ta baştan “Bedelli Ağa”dır…
Bedelli Ağa’nın özel şahsiyetini statüko/piyasa süzgecinden geçirerek bazı
“kalıp kişilik değerler”ini tedâvülden çekmektir. “Nemalanmak-nemalandırmak-nemalanmak”
biçimindeki geri dönüşümlü (Dön-gel) çarkın işlemesi için 1.2.3… gibi
numaralarla hiyerarşik “toplaşım”* esastır. Aşağı numaralara doğru tedavülden
çekilen “kalıp değer” oranı yükselir. Yöneten, yönetimin biçtiği kanunî bedel
miktarınca nemalanır, başkalarını da nemalandırır; böylece, nemalaşmış olurlar.
Rasyonalize edilmemiş haliyle ise “Efendi”
özel şahsiyettir, özü itibariyle çoğaltılamayan ve kendinin olmayan
mülkiyetinden değil, kazancından nemalandırır. Şema
“nemalandırmak-nemalanmak-nemalandırmak” biçimindedir. Nemalandırmak değil,
nemalanmak üretim efsanesinin yeşerdiği zihniyet habitatıdır. Efsane, rasyonalize
edilince “nemalanmak-nemalandırmak-nemalanmak” biçimine dönüşmüştür… “Yönetmek
Hastalığı”, “Ağalık”ın kurumlaştığı ve yasalaştığı bir zeminde oluşmuştur;
insanın kendisi mülk haline gelmiştir, pazardaki değeri kadar ağa ve yiğittir;
“daha”sı yoktur!
Yiğit, icabında kuru soğan ve kızılcık
şerbetine talim edebilecek kadar ağadır. Bu tahammüle sahip olamayınca,
özgürlüğünün büyük bölümünü kiraya vererek, aylaklaşmıştır… Aylakların
yiğitliği de yönetenlerinin efendiliği de gibi/kadar yasaldır; yiğitler için
“Ağa” nema kapısı olup, kayıtsız şartsız itaat, adeta dinî bir vecibe hükmündedir…
Özgürlük, ağaların “bedelli efendi”, aylakların ise gönüllü “maraba” oluşudur.
Marabalaşan yiğit, başkalarının namına
vurur, tıpkı ağanın beytülmalden verdiği gibi… Her ikisi de ferdiyetine malik
değildir, mülktürler. Mülk ile ferdiyet vahdet-i vücut halinde olduğu için de
aynı zamanda mülkiyete/statüye taparlar; hür ve liberal ölçeklerde birbirlerinin
sırtını tıpışlamak suretiyle de tapışırlar…
Ağalığın- yiğitliğin/Efendiliğin “kişilik
değeri” olarak ahlâkî sıçrama yapamaması, statükoyu hukukî muhafaza altına alır…
En iyisini kimsenin bilmediği-düşünmediği-aramadığı bir vasatta statükoculuk,
pasif devletçi bir muhafazakârlıkla örtüşür…
Ağalığı ve yiğitliği özünden
olmayanlar, yönetme imkânını kaybedince ne olur?
Ağa artık “Vermeyen”dir; namına vuran nemalandırdığı
yiğitler başta olmak üzere, kimsecikler adam yerine koymaz; ama Züğürt Ağa da
olmaz, eski ve emekli ağa olur.
Yiğit ise başka bir “Ağa” bulur ve
onun namına vurur; çünkü bu çarkın dönmesini
sağlayan kuvvet, “özel şahsiyeti”ini tedâvülden çekmiş yiğitler ister…
“Yönetmek Hastalığı”nın virüsünü “Statik
Yapı” üretmektedir. Aile, Eğitim, Din, Siyaset, Ekonomi gibi temel kurumların
hep birlikte ürettiği, eğittiği, öğrettiği, yükselttiği ve beslediği
insanlardan statüko harici bir davranış ummak hayal olur… “Yapı”nın ürettiği
virüsü, sırf meşruiyet taşıdığı gerekçesini kullanarak, damardan ve gönüllüce
almak: Zaruret değildir.
“Müştak eylemek”**, herhangi bir
ihtimalin değil, ihtimallerin imkân dâhilinde olduğunun ihtarıdır. Kurumlarca
belirlenmiş neden-sonuç bağı, talibin talebini ahlakî değil, meşru kılabilir.
İnsanın değiştirme kabiliyeti, “Müştak eylem”ler gerçekleştirmesiyle ölçülür. Bize
“Tarih”ten söz etme hakkı veren şey, neden-sonuç bağının dışında gerçekleşen
“müştak olgu”lardır; müştak eylemler, müştak olgular doğurur.
İşte tam çatallaşma noktamız, en
azından benim çatalladığım nokta…
Avrupa’nın kuzeyinden Akdeniz’e doğru “izlenim-olgu-fenomen”
mukaddeslerinin çizdiği tefekkür dünyasının çatal olma imkânını elinden aldığı
insanı, çakıldığı yere giden kazık gibi değerlendirebilecek verilerden
mahrumum. İçinde mucizenin olmadığı
hiçbir eylem yoktur: Mucize, sıra ve seri dışıdır: Hem insandır; hem de insana
kelimelerin/nesnelerin epistemoloji ile sınırlandırılamayacağını sağlam bir
veri ve hayati bir tahayyülat sunar… İzlenim, Fenomen, Olgu ile gırtlağına
kadar doldurulmuş dünyada, kaderimizi arayacak boşluk kalmamıştır. Epistemolojik
sınır, etik olanı belirleme gücünü kendinde gördüğünde, geriye sadece
yönetmek-yönetilmek kalır; kim olduğumuz önemli değildir.
Çok sade bir şey söyledim aslında…
Sondan başa doğru okunduğunda, “genel ve
meşru kabul edilen”den yola çıkarak, yöneten ve yönetilenlerin çakıldığı
yönetim çarkındaki statü ve rollerine; baştan sona doğru okunduğunda çarkın
hangi epistemik zorbalıkla kurulduğuma ulaşmış oluruz. Öyle umuyorum…
Ve böyle bir yönetim çarkında yönetenin
ağalığı kallâb***, yönetilenin yiğitliği kallâştır****…
Çözüm önermiyorum; çaresiz
olmadığımızı söylemek istedim…
Yüreğimi sıcak tutuyorum, böylece sıcak
yürekli insanlara/insanlarla da konuşmuş oluyorum…
-----------------------
* Toplaşım: “Ş” işdeşlik ekidir…
Toplaşım, toplum/milletten ayrı bir varlığın olu(ş)masını/oluşumunu kavramak
için tasarrufa sunulmuştur.
**
Müştak eylem: Mevcut sebeplerin dışında, kişinin “iştiyak” ile
gerçekleştirdiği eylem.
***.
Kallâb: Kalıptan kalıba giren… Burada, yönetmek uğruna kalıptan kalıba
giren…
**** Kallâş (kalleş): Dönek… Yeni
duruma göre, tavır belirleyen.
İTİBAR DERGİSİ, Şubat, 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder