7 Nisan 2014 Pazartesi

SAHTE CİZVİTLER

Cizvitlerin sömürgeciliğin keşif kolu gibi hizmet gördüklerini, sıradan bir tarih bilgisi olan bilir. Hristiyanlaştırma adı altında, kilisenin modern İngiliz-Yahudi uygarlığına büyük hizmet görmüşlerdir. Kilise, iktidar kılıcını elinden bırakmış gözükür ama politik iktisadın tam göbeğinde yer alarak hem dünyalığını hem de ahretliğini teminde güçlük çekmez. Sömürgeci devletler de kilisenin bu görevinden memnundurlar; çünkü yerlilerin kiliseye girmesi, zahmetsiz pazar yeri elde etmektir.
Reform, Hristiyanlığın milli devletlerle izdivacıdır. Haçlı Seferleri’nin derme çatma orduları yerine, milli ordular vasıtasıyla hristiyanlığa hizmetin yolu açılmış ve devletler manevra kabiliyeti kazanmıştır. Dindar gibi gözükmeyen Avrupa, laik iken daha hristiyani bir politika izlemenin yollarını açmıştır.
Bu mantık, İslam’a terstir; din politik iktisat uğruna araç haline getirilemez…
İslam dinine ters olanı din haline getirmek, dolaylı hristiyanlaşmayı beraberinde getirir.
Hristiyanlığın ruhbanlık anlayışını, İslamlaştırmak adına yapılan her hareket, reformasyonun ruhunu anlamadan onu taklit etmektir ve adı müslüman olanlar, bu suretle koyunlarına haç sokarlar.
Bugün 7 Nisan 2014 ve Türkiye’de İslamîliği kimseye bırakmayan bir gazetenin iki yazarının ve özellikle de birinin İslam inancı paralelinde okunmasını teklif ediyorum. Bizim gibi günahkârları yüce efendilerine ettiği kötülükten dolayı tövbeye çağırıyorlar ve resmen bunu ahirete bırakmayın diyorlar. Çünkü ahiret onlardan sorulur ve eğer tövbe etmezsek ahirette cayır cayır yanacağımızı ihtar ediyorlar… Adam “aymaz”ın teki ama olsun belli ki çok iyi niyetli ve bizi cehennemden korumak için merhamet ediyor.
Aynen papazlar gibi, papaz ne derse haktandır; Papa hazretleri dediyse zaten ayet hükmündedir… Biz, nasıl ettiysek yüce efendilerinin buyruğuna ters düşmüşüz; Kur’an’a ters düşmekten daha ağır bir fiil içindeyiz…
Hangi tevazu, hangi hoşgörü, hangi itikat? Mideniz kaldırıyorsa savunmaya devam edin…
Cizvitlerin sömürgeciliğe hizmeti kendi şartlarıyla ilgilidir yenilenemez. Ama cizvitçe teşkilatlanmalarla dini içeride, yani yurt içinde her işte kullanabilirsiniz ve kullanıyorlar. Sahte Cizvitler de öyle yapıyor, içeriye çalışıyor ve İslamı bulandırdığı gibi bu işten kâr da elde ediyorlar… Sahte cizvitliğin öbür yarısı da sahte Müslümanlıktır; onun tezahürü de batılı şebekelerle iş tutmak için gözükmektedir.

Günahkârları tövbeye çağıracağınıza bence siz iman yenileyin…

Bizim Sivas Gazetesi, 8 Nisan 2014

6 Nisan 2014 Pazar

UZAK ADAMA HİTABIMDIR

 Sizin hesabınız, hesaplarınız olabilir.
Benimse hesap yapmamı gerektirecek ne köşem, ne mülküm, ne de hâlim var…
Sadece efkârımla yazarım, çamur atma!
Siyasetten anlarım ama bildiğimi milletin hayrına kullanırım ve siyasetçilerle de sizin gibi ve kadar irtibatım asla söz konusu değil…
Uzatmayayım 17 Aralık, E-Gerilla takviyeli bir darbe idi… Tavrımı belirledim ve ona göre de sözümü söyledim… Şunu da söyleyeyim, eğer bu darbe harekâtı olmasaydı seçim de çok farklı cereyan edebilirdi. Ekonomi, politik bir bilimdir ve bu bilimle politikayı okumayanı büyük yazar diye değil, sıradan sempatizan diye okurum. Seni ve senin gibileri de öyle okudum…
Şunu da gördüm ki, halk dediğiniz ve şu günlerde bayağı yabancılaştığınız sıradan insanlar ekonomi politiği %80’lik medya kuvvetinden daha iyi anlıyor ve değerlendiriyor ve değerlendirecek… Cumhurbaşkanlığı seçimi tezgâhlarımız da tutmayacak, can acısıyla sağa sola saldırmayın bence, sükunetli olun!
Adını anmak istemiyorum, çünkü sevenlerine hürmetim var; ancak, o muhtereme yok, tehlikeli bir ajandası var, bu ajanda tıka basa ihanet, kalleşlik ve ecnebi tezgâhlarıyla dolu… “Asrımız şeriat asrı” diyen ve tasavvufa uzak sizin gibilerin, temessülat peşinde koşmasını da kusura bakmayın ama çıkarcılık ve çıkarcılığa dayalı ikiyüzlülük olarak görüyorum…
Bir de çamur atma… Tutmaz ama üzülüyorum. Ben size nezaketen dost dedim, alınmayın. Benim sizin gibi dostlarım olmaz. Yüksek konuşan, halkı küçük gören kimselerle muaşeretim sadece entelektüel düzeyde olabilir ve asla da ciddiye almam. Sizin gibilere bakarak neyin yanlış olduğunu daha kolay anlayabiliyorum; yoksa o küstahça ve artistik patinaj ürünü yazılarınızın iler tutar bir yanı yok…
Mahalli muhbirleriniz aracılığıyla bana laf yollamayın. Ben zar zor çıkan bir mahalli gazetedeyim ve sizi ürkütecek korkutacak bir makamım da yok.
Sıkıntılarınız olabilir ama o çevrenizle, tuttuğunuz takımla ilgilidir; benimle değil… Sıkıntılarınızın konforunuz bozmayacağını biliyorum; yiyin için keyfinize bakın…
Takip edenler var ve ayıplı görüyorlar sizi, nedenini kendinize sorun. Bu yazıyı da sırf, bu kapalı ifadelerle dolu taarruzlardan hoşlanmadığım için yazdım… Daha ağır sözler söyleyebilirim, kendi aranızda oynayın; beni camia, politika gibi bulaştırmayın…
Gerçi yapacağım bir şey de yok, ahlakınızın gereğini sürdürün…

Uzağımdasınız ve sadece uzak durun!

Bizim Sivas Gazetesi, 7 Nisan, 2014

4 Nisan 2014 Cuma

“ARKADAŞLARLA KONUŞURUZ!”

Bazen iki kelimelik bir cümlede gizlidir gerçek! Aslında gizli de değil açıktır, sadece fark edilmeyebilir. Hoş fark edilmediğinden de emin değilim, şüphesiz görenler olmuştur ama neticede politikada roller vardır ve o roller yerine getirilecektir.
“Arkadaşlarla konuşuruz!” gibi sade ve yalın bir cümle kurdu, Abdullah Gül…
Bence cumhurbaşkanlığı seçimi süreci bu cümleyle başladı…
Ve bence süreç aslında sonlandı bu cümleyle…
Bundan önce ne olmuştu?
Seçimden yenilgiyle çıktığını kabullenemeyen CHP’nin ileri gelenleri sıcağı sıcağına cumhurbaşkanlığı seçimine daldılar. İsimler havada uçmaya başladı… Üstelik bu isim CHP’li biri olmayacakmış, herkes ittifak edecekmiş… Aklın yoksa merak et ve aday toto oynamaya başla…
Bu acelecilik niye? Çünkü başbakan ihsas etti ve aday… Mahalli seçimleri kazandı ama “Başçalan”ın, “Harami”nin cumhurbaşkanı olmasını engelleyecekler, niyetleri o yani…
Adını artık anmak istemediğim örgütün terbiyesizlikleri, CHP’nin muhteşem fikri sefaleti, MHP’nin milletsiz milliyetçiliği ile buraya kadar… Bu zıddiyet içeren teslis, bir aday belirlerse ve bu aday da sağcıların hoş bakabileceği biri olursa ne olur?
El-cevap: Kutsanmış ittifak bir defa daha kaybeder. Çünkü halk, bu ittifaktan daha reel dayanaklara sahip ve ekonomi politiğin icaplarını yerine getiriyor.
“Arkadaşlarla konuşuruz!”un açılımı şudur: Tebrikler sayın başbakan! Bir seçimi daha kazasız belasız kazandınız ve Çankaya yolu size açıktır. Benim cumhurbaşkanlığı görevim şu an itibariyle bitti, Ak Partili olarak oturup strateji belirleyelim, gereğini yapalım!
Abdullah Gül, “Arkadaşlarla konuşuruz!” cümlesiyle çok çok rahatlamıştır, bendeniz yüzünde öyle bir ifade okudum. Belki köşke vardığında da zevceleri hanımefendiye “Hanım, şahsi eşyalarımız varsa onları toparla bir yandan, sayılı gün çabuk geçer…” de demiştir…
Anlayacağınız işlem tamamdır, tıkır tıkır işleyecektir…


Bizim Sivas Gazetesi, 5 Nisan 2014


3 Nisan 2014 Perşembe

TAŞLAR YERLİDİR VE YERİNDEDİR

Taşlar yerinden oynadı mı?
Çok uğraştı muhalefet cephesi ama taşlar yerinden oynamadı.
İktidara karşı muhalefetin sarıldığı tek argüman yolsuzluk idi.
Yolsuzluk ile ilgili deliller ise ciddi olarak darbe yapacağını düşünen ve darbeye teşebbüs eden paralel yapı tarafından sunuldu…
Cemaat denilen ucu bucağı belirsiz yapının kalemşorları “Varsa ortaya çıkarın bu paralel yapıyı!” biçiminde efelendiler ama paralel yapının ürettiği tüm delilleri sonuna kadar da kullandılar. Cemaat, paralel yapının dışında değerlendirilse bile şu saatten sonra “Odak” haline gelmişlerdir. Cemaat, sadece paralel devlet denilen darbeci örgütün odağı değil, seçim boyunca yürütülen muhalefet kampanyasının da odağı haline gelmiştir. Cemaat, ağzıyla kuş yakalasa diğer cemaatlere ve kendilerine hoşgörülü davranan muhafazakâr tabana yanaşması zordur. Kaldı ki, öyle bir eğilimleri de gördüğüm kadarıyla yoktur.
Peki, cemaat neye güvendi?
Görünen o ki o üzerine oynadıkları sağ yahut dindar muhafazakâr adlandırılan kesimlerin darbe girişiminde peşlerine takılacaklarını umdular. Geriye dönüp kendileri bakarlar mı bilemem ama Ertuğrul Özkök’ten daha ağır hakaretlerle ve Yılmaz Özdil’den daha çirkin küfürleri bizzat Zaman ve İngiliz Zaman’ı yazarları kullandılar. Çok sağlam cümlelerle, sağ kesimin Tayyip Erdoğan’dan kurtulması gerektiğini, yoksu kötü olacağını ileri süren tehditkâr yazılar kaleme aldılar. Öyle zannediyorum ki, cemaatin Zaman abone sayısı kadar bile oy dağılımına etkisi olmamıştır.
Cemaat kim?
Bence taban dediğimiz insanlar; dersane müşterileri, Gülen sempatizanları, badem bıyıklı tıfıllar filan değildir cemaat; çünkü bunlar “bizim insanımız” denilen türdendirler. Cemaat: Okumuş yazmış yazarlar, bürokratlar, polis, hakim, savcı, işadamı sıfatlı elitlerden(!) ibarettir. Cemaat elitlerinin içinde bulunduğu hâl ve konumun laik elitlerden en ufak bir farkı yok. Bu zevat, herşeyin en iyisini kendilerinin bildiğine, halkın aydınlanması gereken mahlûklardan oluştuğuna kesin inanıyor. Gazeteleri tek başına misaldir böyle düşünen; yarım âlim ve malumatfuruşla ağzına kadar doludur… Bürokrasideki darbeci elitlerle, cemaat kalemşorlarının bu seçim sürecinde paralel hareket etmeleri sosyal medyadaki uzantılarından belli idi… Bendenize bile uzak yakın sataşan bir sürü okumuş çocuklar oldu.
Hocaefendi kim?
Emin olun kim olduğunu enine boyuna bilmiyorum; köy imamı iken yükselen ama zeki ve enesi çok kuvvetli biridir benim gözümde… Seçim sürecinde moral etkisini bilemem ama cemaatçi medya ve tüm işbirlikçileri hocaefendiden meşruiyetlerini aldılar; onun ağzıyla konuştular, bizlere onun tartışılmaz(!)buyruklarını, kerametlerini aktardılar… Herşeyi anlarım da arada bir “Demokrasi ve Açık Toplum” ayarları çekmenizi anlayamam; bir insanı zorla mı sevdirecek, buyruklarını zorla mı dikte ettireceksiniz? Bazen bu cemaat denilen elitist hareketin çok kötü niyetli, kaypak, kalleş insanlardan oluştuğunu ve “Hocaefendi”yi de kullandıklarını düşünmeden edemiyorum. Onun manevi gölgesinde hem şahsiyet ibraz etmiş, hem de dünyalıklarını kurtarmış oluyorlar.
Halk en iyi cemaati okudu; “ahlaki” gibi gözüken mücadeleyi anında çözdü… MHP ve CHP zavallı bir görünüm arz ettiler… Mevcut liderlerinin dışında alternatif bile öne süremeyecek, başka cemaatlerden “ödünç insan” alan, seçim ittifakı düzenleyen siyasi partilerin bir geleceği yoktur ve olamaz; keşke olsa… Sonuçta taşlar yerinden oynamadı, çünkü bu oy yüzdesini insanlar çetin sınavlardan geçerek yakaladılar ve kolay kolay da dönmezler… Bazılarının alay ederek dile getirdiği bu tavır bence de irfandır… Bu irfan sayesinde, hazırlıkları şimdiden başlayan cumhurbaşkanlığı seçiminde de taşlar yerinden oynamayacaktır…
İddiayı ve iddialı sözleri sevmem ama tavsiyem herkes kendi adayıyla seçime girsin; ittifaklar yanlış tesir yapar ve kaybeden taraf olur… Hocaefendi ya da onun naibi, mesela golcü Hakan Şükür cemaatin adayı olsun, MHP mesela Devlet Bahçeli’yi, CHP Deniz Baykal’ı aday göstersin… Cephe düşüncesiyle ve şu geçirdiğimiz seçimdeki kafayla şimdiden hezimete hazır olun… Söyledikleriniz baştan sona doğru olsa bile, numaradan doğru söylediğinizi, taktik icabı yolsuzluğa karşı olduğunuzu gizleyemezsiniz; millet okur, hem iyi okur…

Taşlar yerlidir ve yerindedir; yabancı olan ve yabancılaşan sizlersiniz…

Taşlar yerinden oynadı mı?
Çok uğraştı muhalefet cephesi ama taşlar yerinden oynamadı.
İktidara karşı muhalefetin sarıldığı tek argüman yolsuzluk idi.
Yolsuzluk ile ilgili deliller ise ciddi olarak darbe yapacağını düşünen ve darbeye teşebbüs eden paralel yapı tarafından sunuldu…
Cemaat denilen ucu bucağı belirsiz yapının kalemşorları “Varsa ortaya çıkarın bu paralel yapıyı!” biçiminde efelendiler ama paralel yapının ürettiği tüm delilleri sonuna kadar da kullandılar. Cemaat, paralel yapının dışında değerlendirilse bile şu saatten sonra “Odak” haline gelmişlerdir. Cemaat, sadece paralel devlet denilen darbeci örgütün odağı değil, seçim boyunca yürütülen muhalefet kampanyasının da odağı haline gelmiştir. Cemaat, ağzıyla kuş yakalasa diğer cemaatlere ve kendilerine hoşgörülü davranan muhafazakâr tabana yanaşması zordur. Kaldı ki, öyle bir eğilimleri de gördüğüm kadarıyla yoktur.
Peki, cemaat neye güvendi?
Görünen o ki o üzerine oynadıkları sağ yahut dindar muhafazakâr adlandırılan kesimlerin darbe girişiminde peşlerine takılacaklarını umdular. Geriye dönüp kendileri bakarlar mı bilemem ama Ertuğrul Özkök’ten daha ağır hakaretlerle ve Yılmaz Özdil’den daha çirkin küfürleri bizzat Zaman ve İngiliz Zaman’ı yazarları kullandılar. Çok sağlam cümlelerle, sağ kesimin Tayyip Erdoğan’dan kurtulması gerektiğini, yoksu kötü olacağını ileri süren tehditkâr yazılar kaleme aldılar. Öyle zannediyorum ki, cemaatin Zaman abone sayısı kadar bile oy dağılımına etkisi olmamıştır.
Cemaat kim?
Bence taban dediğimiz insanlar; dersane müşterileri, Gülen sempatizanları, badem bıyıklı tıfıllar filan değildir cemaat; çünkü bunlar “bizim insanımız” denilen türdendirler. Cemaat: Okumuş yazmış yazarlar, bürokratlar, polis, hakim, savcı, işadamı sıfatlı elitlerden(!) ibarettir. Cemaat elitlerinin içinde bulunduğu hâl ve konumun laik elitlerden en ufak bir farkı yok. Bu zevat, herşeyin en iyisini kendilerinin bildiğine, halkın aydınlanması gereken mahlûklardan oluştuğuna kesin inanıyor. Gazeteleri tek başına misaldir böyle düşünen; yarım âlim ve malumatfuruşla ağzına kadar doludur… Bürokrasideki darbeci elitlerle, cemaat kalemşorlarının bu seçim sürecinde paralel hareket etmeleri sosyal medyadaki uzantılarından belli idi… Bendenize bile uzak yakın sataşan bir sürü okumuş çocuklar oldu.
Hocaefendi kim?
Emin olun kim olduğunu enine boyuna bilmiyorum; köy imamı iken yükselen ama zeki ve enesi çok kuvvetli biridir benim gözümde… Seçim sürecinde moral etkisini bilemem ama cemaatçi medya ve tüm işbirlikçileri hocaefendiden meşruiyetlerini aldılar; onun ağzıyla konuştular, bizlere onun tartışılmaz(!)buyruklarını, kerametlerini aktardılar… Herşeyi anlarım da arada bir “Demokrasi ve Açık Toplum” ayarları çekmenizi anlayamam; bir insanı zorla mı sevdirecek, buyruklarını zorla mı dikte ettireceksiniz? Bazen bu cemaat denilen elitist hareketin çok kötü niyetli, kaypak, kalleş insanlardan oluştuğunu ve “Hocaefendi”yi de kullandıklarını düşünmeden edemiyorum. Onun manevi gölgesinde hem şahsiyet ibraz etmiş, hem de dünyalıklarını kurtarmış oluyorlar.
Halk en iyi cemaati okudu; “ahlaki” gibi gözüken mücadeleyi anında çözdü… MHP ve CHP zavallı bir görünüm arz ettiler… Mevcut liderlerinin dışında alternatif bile öne süremeyecek, başka cemaatlerden “ödünç insan” alan, seçim ittifakı düzenleyen siyasi partilerin bir geleceği yoktur ve olamaz; keşke olsa… Sonuçta taşlar yerinden oynamadı, çünkü bu oy yüzdesini insanlar çetin sınavlardan geçerek yakaladılar ve kolay kolay da dönmezler… Bazılarının alay ederek dile getirdiği bu tavır bence de irfandır… Bu irfan sayesinde, hazırlıkları şimdiden başlayan cumhurbaşkanlığı seçiminde de taşlar yerinden oynamayacaktır…
İddiayı ve iddialı sözleri sevmem ama tavsiyem herkes kendi adayıyla seçime girsin; ittifaklar yanlış tesir yapar ve kaybeden taraf olur… Hocaefendi ya da onun naibi, mesela golcü Hakan Şükür cemaatin adayı olsun, MHP mesela Devlet Bahçeli’yi, CHP Deniz Baykal’ı aday göstersin… Cephe düşüncesiyle ve şu geçirdiğimiz seçimdeki kafayla şimdiden hezimete hazır olun… Söyledikleriniz baştan sona doğru olsa bile, numaradan doğru söylediğinizi, taktik icabı yolsuzluğa karşı olduğunuzu gizleyemezsiniz; millet okur, hem iyi okur…

Taşlar yerlidir ve yerindedir; yabancı olan ve yabancılaşan sizlersiniz…

1 Nisan 2014 Salı

TÜRKİYE BELEDİYE BAŞKANINI SEÇTİ

En ufak bir sürpriz yok, seçim sonuçlarında…
Tayyip Erdoğan’a yapılan ölçüsüz taarruz, onu tekrar seçtirdi…
Taarruzu yapanların ahlaklı, idealist vs. olmadıklarını millet çok iyi okudu ve gereğini yaptı… Bu açıdan bakmayı; kendilerini namuslu, yollu, edepli takdim edenler deneyemezler. Çünkü “yolsuzlukla mücadele” üzerinden sergilenen arsızlıkların çoğu farkında değildi, bir tür cezbeye kapılmışlardı.
Bir yanda dış kuvvetlerin iktidara her fırsatta ayar vermeleri…
“Hocaefendi Dini” mensuplarının E-Gerilla harekâtı…
Ablaların abilerin sokağa saçılan nefretleri…
“Hocaefendi Dizileri”nin ilginç temessülleri…
“Hocaefendi Medyası”nın eski darbecilerden daha ileri darbecilikleri…
Uzatmayayım… Muhalefet cephesi: Tapeler, kastler şöyle dursun; başbakana ve ailesine en ağır küfürler, ithamlar yağdırırken kendilerini namuslu ve faziletli sayıyorlardı. Bence kendi şebekelerinin ya iğrençliklerinin farkında değillerdi, ya da o şebekenin içindeydiler.
Halk Tayyip Erdoğan’a yöneltilen yolsuzluk iddialarını sorgulamadı; tersine kendisini yargıç yerine koyan darbeci cephenin ahlaksızlığına bakarak oyunu verdi.
Bu seçim, Tayyip Erdoğan’ı Türkiye’nin belediye başkanı yaptı… Sonrası ne olur? Başbakan “Ego”sunu zapt edebilirse: Ki, bana bu zor görünüyor… Ama kendini tutmalı, çünkü Türkiye’nin gerçek anlamda devrimlere ihtiyacı var. Başbakan, tutunulması zor bir coğrafyada, soğuk savaş kalıntısı zibil takımının tahriklerine aldırmadan akılcı davranmalı…
Yeni “Kızılelma”lara ihtiyaç var, bu konuda muhalefet ya da “Hocaefendi İstihbaratı” değil, iktidar kendi kendisine engeller koyabilir. Başbakan liderliğini konuşturdu, şimdi stratejist olarak ülkesi için sağlam adımlar atma zamanıdır. Ben, esas bundan sonra bu hükümetten doğru adımlar, gelecek için sağlam tercihler bekliyorum…
Halkın tercihini çok doğru buldum. Ama “Seçim Zaferi” eskisinden daha ağır bir sorumluluk yüklemiştir. Zafer gibi gözüken şey, bir hezimetin başlangıcı da olabilir. Muhalefet Cephesi’nden edindiğim ilk intiba aynı tahripkâr ve kışkırtıcı politikaya devam edecekleri yönündedir. İktidara düşen şey seçim atmosferinden ve gerilimden ülkeyi çıkartmaktır.
Uzun zamandır yazmadım, çünkü daha önemli ve elzem faaliyetlerim vardı. Ayrıca seçim vasatını da, kimsenin ağzından çıkanı kulağının duymadığı ortamları da hazzetmem.
Bu şehirde yanlış gördüğümü her yazdığımda, gerçek muhataplarımın değil, figüratif şahsiyetlerin karşıma dikilmesi de hep rahatsız etti. Kendimi bu ortam kirliliğinden olabildiğince uzak tutmalıyım… Şunu da söylemeliyim: Çok iyi takip ettim, muhalefet cephesinin Sivas şubesi temsilcileri de Bizans’tan talimat alır gibi aynı telden çalmaktaydılar. Sivaslının seçimi, Türkiye için en ibretli olanıdır; ibre ve istikameti halk çok iyi okumuştur. Tahminim %60 ile Ak Part’nin kazanacağı idi, Türkiye için de %48 idi; yanıldım; ama önceden ilan etmediğim için kimseye özür borcum yok. Sami Aydın’ı tebrik ederken; önceki dönemini beğenmediğimi, popülist bulduğumu, bu sefer daha güzel işler beklediğimi de bildiririm.
Evet, bu seçim Tayyip Erdoğan’ın Türkiye Belediye Başkanı seçilişi ile sonuçlandı; çünkü başbakanla muhalefet cephesi arasında geçti, bir tür referandum gibiydi…
Başbakan’ın sorumluluğu çok çok arttı; kendisini “Dik Tutan Millet”in daha adil, şeffaf bir demokrasiyi hak ettiğini düşünüyorum… 

Bizim Sivas Gazetesi, 31 Mart 2014