Laf
aramızda beni de çok beğenenler(!) varmış, eksik olmasınlar ama iltifata değil,
icraata ihtiyacımız var. Beğenilen yanlarım ise hep dostlarıma aittir; ülkemiz
derindir, suyu serindir, ülkümüzse adam gibi ölmektir. Yarım saat bir eski
ahbabımla konuştuk telefonla, bir ara celallendim; mülayemetimle bilinirim
oysa(!), kalp kırmak yerine duvara kafa atarım. Aslında kasten bam teline
dokundu, sonra da güldü ve güya teselli etti. “Dur seni sakinleştireyim, Attar’ın
İlâhiname’sini aç, Şark Klasikleri serisi vardı ya hani H. Âli Yücel’in
hatırası… Altmış altıncı sayfada bir hikâye var!” dedi. Buluşmak üzere
kavilleştik
Kitaplığım
o kadar karışık ki, o rafa, bu dolaba bakarken bakarken, nihayet buldum… Bolca
da toz yuttum tabii… Aldım yanıma bir demlik çay, açtım 66. Sayfayı… Bir an
“İşi altmışaltıya bağlamak” deyimi de içimden geçti… Malumu âliniz bu ince bir
deyimdir Allah’a bağlanmak, tevekkül etmek anlamına gelir. İşte o sayfadaki
hikâyeyi okudum ve bugün de tembelliğim üstümde, bedavadan bir köşe doldurayım
diye sizinle de paylaşayım. Hikâyenin künyesi şöyle: Rum Ülkesine Esir Düşen
Bir Alevî İle Âlim Ve Bir Puşt… Müellife, mütercime saygısızlık etmeyelim aynen
aktarıyorum.
“Bir Alevîyle bir âlim ve bir
puşt, Rum ülkesine birşeyler götürüyorlardı.
Kâfirler, üçünü de ansızın esir
edip horlukla putun önüne çektiler.
Her üçüne de dediler ki: Çare yok,
puta secde edeceksiniz.
Yoksa üçünüzün de kanını dökeriz.
Hatta size aman vermez şimdicek öldürüveririz sizi.
O üç er, kâfirlere dediler ki:
Bize bu gece aman vermeniz lazım.
Bu gece düşünelim. Belki puta
tapmamız gerek. Belki bu işi iş ediniriz, olur ya.
Kâfirler üçüne de bir gececik aman
verdiler. Herkes ne yapacak hele bir düşünsün dediler.
Alevî, çaresiz bir haldeydi. Söze
gelip, putun önünde zünnar bağlamak gerek dedi.
Ben ceddime güveniyorum. Yarın
benim için şefaat eder elbette.
Âlim dedi ki: Ben de canıma,
tenime kıyamam doğrusu.
Puta secde eder, başımı yere
korsam bana da din bilgisi (teoloji) şefaat eder.
Puşt, ben dedi, yolumu yitirdim,
hiçbir şefaatçinin imdadı yok bana.
Sizin şefaatçiniz var, benimse
yok. Şu halde benim secde etmem doğru olmaz.
Mum gibi başımı bile kesseler ne
korkum var? Secde edersem helak olacağım. Şu halde puta secde etmem ben.
Pervasızca başımı bedenimden kesip
ayırsalar yine puta karşı başımı yere eğmem.
Can, her ikisine de tatlı geldi.
Fakat böyle bir yerde puşt, adam çıktı.
Şaşılacak bir iş ki sınama zamanı erlik puşta nasiboldu,
erlikle o övüldü.
Karunlar bile bu yolda çırçıplak
kalırlar. Arslanlar bile karıncanın himayesine sığınırlar.
Gönlünün istediği sevgiliye karşı
duyduğun aşkta bir puşttan aşağı olsan bile bir karıncadan da aşağı değilsin ya.”
Bu
hikâye böyle bitiyor ve arkasından da karıncanın hikâyesi başlıyor. Kitabın
künyesini de yazalım belki merak edip okuyan olur: Feridüddin Attar, İlâhiname,
Şark Klasikleri Serisi, Çev. Abdülbaki Gölpınarlı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul-1988.
Kalleşlerin
ve hainlerin kol gezdiği bir ortamda hemencecik belirteyim, bu kitap on ikinci
yüzyılda yazılmış bir klasik eserdir. Anlatılanların ülkemizin ve şehrimizin
saygıdeğer âlimleri ve alevîleriyle ve özellikle puştlarıyla hiçbir ilgisi
yoktur. Hikâyedeki Alevî, Arabistan’da hâlâ o nisbeyi yasal hak olarak kullanan
ve Hz. Ali Efendimizin soyundan gelen bir geniş ailedir; o ailenin mensuplarına
bugün de alevî denilir ve hürmet görürler, puta secde edip hayatını kurtaran
zat da o ailedendir. Kitabın mütercimi Abdülbaki Gölpınarlı merhum da sıradan
entelektüellerin bile yakından bildiği bir Şiî Farsça âlimimizdir.
Puştluk
nedir bilmem ama hikâyedeki puşt kadar “erkişi” yüreğine sahip olmayı dilerdim
ve keşke o puşta benzeyen arkadaşlarımız, dostlarımız olsa… Olsalar da tek puşt
olsalar…
BİZİM SİVAS YAZILARI
BİZİM SİVAS YAZILARI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder