22 Eylül 2015 Salı

KIYTIRIK
Kıytırık...
Argo bir kelam ve çok da kullanılıyor.
Kötü mü?
Elbette kötü...
Çirkin...
Kelimeyi menfaatini her şeyden çok seven siyasetçi, iş adamı, bürokrat kullanmaz... Çünkü bazıları kimseyle didişmeyecek kadar zeki, bazıları da suyu samanın altından yürütecek kadar kurnazdır...
Kim kullanır peki?
Bunları mahut zevatın yumuş uşakları, peçetecileri vs. kullanır...
Ucuzdurlar, ucuzcudurlar...
Aslında kıytırıkları, kıytırıklıkları acayip sevmeye başladım...
Kıytırık taşra gazetelerini, kıytırık taşra gazetecilerini...
Samimiyet kaldıysa onlarda kalmıştır. Çünkü çoğu okunmaz bile, okunsa da gizli okunur, taşranın küçük menfaat grupları, çıkarcı eşrafı av alanlarını riske sokmamak için azami dikkati gösterirler...
Kıytırık bir gazete yazarı olarak, bu kırık takımının beni görünce yolunu nasıl değiştirdiğini görünce, kendimi "büyük yazar" hissediyorum... Gerçi, memleketin bazı otoriteler bendenizi usta yazar olarak görür ama ama olsun ne de olsa biz kıytırık bir taşra şehrinin, kıytırık bir gazetesinde köşe yazarıyız...
"Değer mi?" diye asla sormam ama bana "Değer mi, keyfine bak, eğlenceli işlerle uğraş!" diye akıl verenin haddi hesabı yok.
Olsun...
Nerede olursam olayım, üzerime düşen sözü söylemeliyim, yazmalıyım...
Mahallemin duvar gazetesi olsa orda bile yazarım.
Peki, bu patronları, leş arkadaşları adına sağa sola "kıytırık madalyası" dağıtanlara ben hangi argo unvanı kullanabilirim? Düşündüm düşündüm ve onların koyun koyuna yaşadığı çukura mütenasip bir argo lakap konduramadım. Mübarek bayram geliyor, dua edeyim en iyisi: Allah, bulundukları hale irtifa kazandırsın...
Bilcümle kıytırıkların Kurban Bayramı'nı tebrik ediyorum...
Adam kaldıysa onların arasında vardır...


Bizim Sivas Yazıları, 22.09.2015, 11.19

12 Eylül 2015 Cumartesi


LEYLA HANIMLARIN ORUCU
Saygıdeğer hanımefendiler,
Keşke o ifsat edici dillerinize, ilan-ı harp eden çenelerinize, "keleş" gösteren ellerinize oruç tuttursaydınız...
Aç kalmak ne ki...
Benim hesabıma göre %14'lük bir namussuz güruh, %86'lık beraber yaşama kararlılığına sahip insanımızı huzursuz ediyor...
Bu %14'ün içinde %2 de "beyaz türk" adıyla maruf, gerçekte hiçbir millete mensup olmayan "kancıklar milleti" vardır...
Ki bunlar, bu ülkenin bırakın insanının, çubuğunun kırılmasından bile sadistçe zevk alırlar...
Kahpece vurmama orucu tutun.
Dağa çocuk devşirmeme orucu tutun.
Ülkeyi paralel ve dikey haçlılara satmama orucu tutun.
Bomba depolamama orucu tutun…
Bunları tutun, sonra beraberce oruç da tutabiliriz…


Bizim Sivas Yazıları, 12 Eylül 2015, Cumartesi
TÜRK’ÜN SOSYOLOJİK KARŞILIĞI
Sosyoloji mi buyurmuştunuz?
Alın size sosyolojinin en sağlamı: İbn-i Haldun’a göre, devlet haline gelen beylikler çok unsurlu olur ve o devleti de en kuvvetli bağ ayakta tutabilir. Türk, devletimizi ayakta tutan sebeb asabiyyetidir...
Alenen yahut zımnen "Türk Düşmanlığı" yapan her örgüt, her cemaat, her fert haçlı askerinin maşasıdır...
Emperyalist ülkelerin düşmanlığı, insanî değerler açısından makul olmasa da tapınak haline döndürdükleri tarihleri açısından anlaşılabilir mahiyettedir...
İçeridekiler ise insanî değerleri sıfırlanmış güruhlardır...
“Bilim jargon”u diye bir söylem vardır ve bilim paye sahibine jargonu miktarınca paye verir. Bilim jargonu da akademi dünyasının dış devletlere servis yapma işinde son derece ehil olanlar hakkıyla kullanır. Ki, sosyal bilimler alanında, bu tip daha fazladır. Üst düzey ünişversite olanları alanen casus, taşra üniversitelerindekiler ise, “beyaz türk” adı verilen %2’lik “kancıklar milleti”nin mukallitidirler…
Çıplak hakikati saptırma görevine sahip oldukları için, bin yıldır bu toprakların haysiyetini, İslam ümmetinin izzetini koruyan Türk Milleti’ni tanımlamak asla işlerine gelmez…
Türk: Anadolu’nun şerefi, İslam ümmetinin izzetidir…
Ayyy, sosyolojik jargon kullanmadım(!).
Başta bir defa söyledim, en sağlam dayanağıyla…
Hakikat diliyle…

Bizim Sivas Yazıları, 12 Eylül 2015, Cumartesi

9 Eylül 2015 Çarşamba

SOKAK VE DAĞ
Gençtim...
Ve elbette haklıydım!
Protesto edecektik, şimdi neyi olduğunu anlatsam yetmişli yıllara dair bir tarih dersi vermem gerekir. Ders vermek ise en sevmediğim şey... Bakmayın "hoca" olduğuma, her kelime ağızdan çıkınca sahibini esir eder. Söz söylemek, "söz vermek" demektir...
Temiz bir elbise giyindim, traş oldum ve vardım meydana... Sonra o günün anlam ve önemine dair sloganları patlattık... Eve dönemedim, çünkü yakayı kitleye bir kere kaptırmıştım. Bir kaç kişi kitle denilen yaratıktan kaçmak için, protestoyu unuttuk ve "Yapmayın arkadaşlar!" diye yalvarmaya başladık.
Ellerimizi kenetleyerek, camların indirilmesine, dükkânların dağıtılmasına mani olmaya çalıştık. Sonra, protest arkadaşlar(!) bize çakmaya başladı, kafamdan akan kanın kendi kanım olduğunu eve vardığımda anladım…
Kitlelerle oynamayın, kitle bir yaratıktır!
Parti lideri olarak anılan bir düzmece şahsiyetin çağrısıyla, özgürlük kahramanlarının(!) nahak yere nasıl insan öldürdüğünü göreli çok zaman geçmedi. 6-7 Ekim 2014 ve bilanço elli ölü… Vahşet tablolarının en canlısı, linç edilen gencin ölüsünün üzerinden araba geçirmekti…
Utanma duygusu olan bu cinayetlerin azmettiricisi olarak vicdan azabı çeker. Vicdanı olursa tabii… Peki, bu adamın, adamların yaptığını yapabilir misiniz? Normalde yapamazsınız ama yaratık haline dönüşen bir kitle tek vicdansızın kalbi ve beyni gibi hareket eder.
Terörle ve aslında yedi düvelle (abd, ingiltere, almanya, israil, iran, rusya, Fransa vs) savaşan  ve şehitler veren bir ordu varken ve kanları henüz kurumamışken yakıştı mı şu yakmalar, yıkmalar ve bir de cinayet… “Yedi düvel” kesret bildirir, belki yetmiş de diyebilirsiniz.
Pusucu, kahpe ve kanlı bir örgütle/örgütlerle son ferdimize kadar savaşabiliriz ama  PKK’lının ahlakına, o ahlakı meşrulaştıran HDP siyasetine benzer bir tavır ve çizgimiz asla olamaz!
Ahlakı ve vicdanıyla insanlık ailesinde tefrik edilen bir milletin çocuklarının sokakta halledeceği bir dava olamaz. Ahlak ve vicdan sahibi ise Demirtaşgillerin de “Bizim çocuklarımızın dağda ve silahla halledeceği bir dava olamaz!” demesini bekliyoruz.
Dağdan uzak durun demek onların ana baba ve önderlerine düşer ama ben kendi yavrularıma “Sokaktan uzak durun gençler!” demeyi babalık görevi bilirim. Bazılarının dedesi bile sayılabilirim…

Bizim Sivas yazıları, 9 Eylül 2015 Çarşamba, 11.36

6 Eylül 2015 Pazar

TAM SEFERBERLİK HALİ
Mahut gazetelerin refikleri bir tek 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinde özgürdüler(!).
Dilediklerini idam bile edebiliyorlardı...
Doğan, Cumhuriyet o zamanlar da vardı. Cemaat medyası ise potansiyel olarak hissediliyordu. Bu potansiyel harekete geçti. İmparatorluk bakiyesi ve daima Orijini Sağlam Yerlilere kin bileyen ama kütükleri kirlenmiş, genleri kırık unsurlar harekete geçti, hepsi bu kadar... 
Ortada kardeş kavgası olması için kardeşlerin olması lazım, öyle bir şey yok ve hiç de olmadı. Camilerde arama yok ve hepsi zehirli hançerleriyle saflarımızın arasına serpildiler. Ki, bu saflar zaten zayıftır, aralarından tüm iblisler girebilir...
Bir şeye "yandaş" olmak için bile evvelâ insan olmak lazım. Hayvanların ise burnuna halka takılır.
Burunları halkalı bu unsurların...
Çelik zırhlı duvar medeniyetinin mümessilleri, burunlarına çelik halka taktılar.
Vahşi hayvanların özgürlük taleplerini ciddiye almak için, insan olabilecekleri ihtimali olması lazım; yoktur... Bütün darbelerde hayvan oldukları açığa çıkan aynı güruhtu, aynı insanlardı, sahne değişimi bunları insan maskesinden kurtaramadı.
Efendileri çünkü bunların tam yaratık haline gelmesi için insan maskesini reva gördüler. Bunların bir totem bile olsa rableri yoktur; blok halinde hareket eden insanımsılardır.
Vicdan sahibi herkesin tam seferberlik haline geçmesini dilerim...
Cumhuriyet tarihinin içli dışlı en büyük saldırılara maruz kaldığımız bir dönemi yaşıyoruz.
Allah millet-i merhumeden rahmetini esirgemesin...

Bizim Sivas, 6 Eylül Pazar, 11.59