1 Nisan 2020 Çarşamba


İSLAMCI-2
Şüyu; günümüzde ustalıklı ve kasta mahsus bir imalat olduğu için, vukudan bin beterdir. Kitlenin kitle olarak kalması, pazarın can suyudur. Şüyu bulan herhangi bir şeyin vuku bulana yamanması, “neye mahsus?” üretildiğini anlamamızı engeller; planlananı örtmeye yarar. Medeniyetler Çatışması, Siyasal İslamın İflası çerçevesinde geliştirilen tezler; soğuk harp sonrasının vazgeçilmez çapraz savaş stratejisidir. Sadece “Hangi Medeniyetler Savaşı?” diye sorulduğunda bile tezin başka hesaplar güttüğü anlaşılır. Operasyonel amaçlarla üretilmiş bu tür tezler; bütün insanlığı “kapitalist yaşamın ilmihali” altında toplanmaya zorlarken; iman ile ilgili alanın da sosyo-psikolojik malzeme olarak kullanılmasına yaramıştır. Bir İslam medeniyeti olmadığı gibi, bir Hristiyan ve Yahudi medeniyeti de gerçekte yoktur; modern teknik uygarlık hepsinin üzerini çelik ağla örtmüştür.
Dış mihrak ve odaklarca İslamcı olarak tanımlanan örgütlerin, insanların gerçekte nasıl Müslümanlar olduğunu belirleyen pratikler de belli değildir. Tanımlamalar, siyasi ve ideolojik temayüller üzerine inşa edilmiştir; gerçekliği yansıtmaktan çok, örtmeye yarayışlıdır. Davranışlar; girişimci yahut bürokratın içini dışına çıkarır ve işin tuhafı, büyük bir hayal kırıklığıyla karşılaşılmış gibi yapılır. İktidarla, parayla sınanmamış insanların İslamcılığı vs. hem çeşit çeşit hem de birbiriyle çelişen sonuçlar verir. Ama iktidara eklemlendiklerinde birbirine benzer şekilde eyler ve eyleşirler. Medeniyetler Savaşı gibi tezler ve zaman zaman sızdırma yoluyla kitlelere ulaştırılan farklı mahiyetteki projeler, insanları inandırmakla eklemlenme hızını artırır. Ne olarak ve ne kadar varsa İslamcılığı kapitalizmin hesaplarına uygun siyasetlere ve siyasetçilere kanalize etmenin imkân dahilinde olan ve en uygun yolu budur. Çünkü siyaset “gerekçeli üretilmiş” gözüktüğü için kitleleri tatmin etmektedir. Gerçekte ekranlardan her gün ekonomi anlatan icazetli uzmanlar, uluslararası düzeyde kurumlaşmış olanın dışında bir şey dememektedir.
İslamcı olarak adlandırılmaya layık ve dünya işlerinde de kıbleye yönelir gibi istikamet tutan bir üst ve üstün kategori yoktur. Böyle bir kategorinin olmayışı, savunanı ile eleştireninin “duruma göre” değişebildiği karartılar kumkuması oluşturmuştur. Birbiriyle kıran kırana yarışan; uğruna yarıştığı maddi şeylerin de dava için olduğuna inanan yığınlarca karartı vardır. Her durumda, modern iktidarlarla uyum sağlayarak yahut paylaşarak yürüyen dindarlıkların gelecekte nasıl bir konumda olacağını tahmin hakkına bile sahip değiliz. Çünkü, çarka çomak sokulması ihtimali, uyumluların kudretine zarar verecektir. Bu denli küçük bir perspektifin kazandıracağı manevi bir şey olamaz; maddi olarak kazandıracağı da çerçi muhasebesidir.
Son zamanlarda “Sen kimsin ki?” sözü ve tavrı, bencillik ve kibirle bütünleşerek zirve yapmıştır. Bunlar, eskiden asillerin, sonra burjuva ahlakının semptomları idi; şimdi ise tüketici orta sınıfların göstergesidir. Karizmatik lider, seçimleri ardı ardına kazanmakta; aşağılarda ise iktidardan nemalanan ve palazlanan bürokratik oligarşi liderin gölgesinde poz kesmektedir. Sırf bunlara bakıp yalnızca İslamcılık eleştirisine takılmak yetmez; genel beşerî malzeme üzerine düşünmek daha doğru olabilir. Makam, mevki, para gibi “verilmiş olan” ödüllere sahip olanların eriştiği zorunlu mertebe(!) bu olsa gerek. Tek parti dönemindeki atanmış ve seçilmiş bürokratların davranışıyla, bugünküler arasında milimetrik bir fark bile yoktur. Bunları birbirine benzeten alanın bulandırılması, siyasetin oturtulduğu tarihî tortularla ilgilidir. Yeni nesiller bu tortuları bir şekilde yüklenmekten imtina ederlerse: Ortaya çok daha net ve asil(!) çizgileriyle “piyasa toplumu”na uyumluluk çıkabilir.
“İslamcı nedir?” sorusuna dair ansiklopedik cevaplar veren ve tamamı akademik temayül içinde eritilmiş hayli yazılı malzeme var ama “İslamcı kimdir?”in cevabı oralarda hiç yoktur. Yabancılaşmadan İslamcılık hakkında tez üretmenin mümkün olmadığı fikrindeyim; olsa olsa üretenler yabancılaştığının farkında değildir. Öfke enerjisine bağlı patlamalar, örnek şahsiyet imalatına bağlanmış tarihsizlik, bu tür inşalarla giderilmez. Batılılara benzer bir şekilde yaşadığımız çağdan şikâyet ve abartılı nostalji edebiyatı ise; satıhtaki kalabalığın kurnaz ve kanruk yüzünü oluşturur. Derinlik giderek kaybolmakta; yerini gösteriş ve kudrete dayalı bir sahtelik almaktadır.  
Kendi adıma söyleyeyim: “İslamcı” diye bilinen birilerine gönülden bağlanmaktan, yalanlarına da gönül koymaktan vazgeçeli çok zaman oldu. Siyaset ve siyasetçi ile mesafeli, üç paralık makam için otuz, beş paralık unvan için elli takla atmayan, öz sermaye ve emeğiyle geçinenlere hürmet duyuyorum. Bu insanlar hakkında kategorik tanımlama abestir; çünkü sosyoloji, söylem şiddetiyle malul ve yanıltıcı bir alandır. Günlük hayatın içinde imalat dışı güzel adamlar kesinlikle var ama onlar da kendileri hakkında yapılan tanımlardan tamamen bağımsızdırlar. Bunların varlığı umudu dipdiri tutmaya yetiyor. İnsanların kalbi gibi, zamanın kalbi de nihayetinde Allah'ın elindedir. Ders, ilim, bilim vs. dediğin de bir yere kadar, sofu! Ha sofu, ha sosyolog; fark etmez.


İSLAMCI-1
“İslamcılık nedir?” sorusuna cevap mahiyetinde söylenmiş, yazılmış şey çok vardır ama “İslamcı kimdir?” sorusunun net bir cevabı yoktur. İslamcılığa yönelen eleştiri yahut savunmalar bu muğlaklık üzerine oturmakta; niyete göre değişmektedir. İslamcılığın moderniteye karşı çıkan dinî bir ideoloji oluşu üzerinde durabiliriz. Çünkü İslamcılık; emperyalizmin kapitalizm vasıtasıyla tekniğe ve denetlemeye dayalı bir uygarlık haline dönüştüğü noktada ortaya çıkmış gözükmektedir. “Asrın idraki”ne o noktadan itibaren verilen nazarî cevaplar, muayyen bir çizgide yürümediği gibi, birbirini tamamlayan bir birikim oluşturamamıştır.
Modernitenin tekniğe ve denetlemeye dayalı oluşu, tabiata ve insana diz çöktüren yönüdür. Bu ise kendini biteviye yenilemekte teknik ve denetleme yollarını kendisi belirlemektedir. İnsan belirleyen değil, mekanik aygıtın ritmine uyan bir varlık haline gelmiştir. Bir an durabilse, belki düşünme imkânı da bulacaktır. “Namaza durmak”ın anlamı, durabilmeyi ve durdurabilmeyi kapsasaydı: İslamcılık modernitenin akışını durdurabilir, değiştirebilirdi. Aynı teknik ve denetleme aygıtını kullanan devletler, moderniteye “karşı oyun” değil, kapitalizmin kurallarıyla belirlenmiş “karşılıklı oyun”u tercih etmişlerdir; henüz böyledir. Devrimin ne olmadığını göstermiş olmakla İran Cumhuriyeti’nin devrimcileri “karşılıklı oyun”un en iddialı göstergesidir. Bu oyunda “İslam’a göre” denilen her şey, iktidarın halk üzerinde kendine sağladığı meşruiyetin sınırlarıyla hemzemindir. Teknik ve denetleme araçları da modernliğin verdikleridir.
Modern mekanik yapıyı öncekiler gibi aidiyeti olan bir medeniyet saymak, onun nasıl bir tarih inşası üzerinde yürüdüğünü anlamamak olur. Emperyalizm, yeryüzünün sınırlarını piyasa denetimi maksadıyla ve kapitalizmin sağladığı artı ürünle çizmiştir. Teknik bunun tek aracıdır ve her alanda, yapay beyinli teknisyenlerin aklına emanettir. Teknoloji, nükleer silah gücünün refakatinde insanları esir etmeye hizmet etmektedir. Merkez kapitalizmdir; saydığımız diğer unsurlar kapitalizmin fonksiyonlarıdır. Kapitalizm, mülkiyet ve sahiplik ilişkileri üzerine oturmuştur; İslamcılık bunun dışında bir şey vadetmiyorsa iktidar oyunları içinde yer alan bir temayüldür. Mülkiyet ve sahiplik ilişkilerini üzerine son düzenleme Tımar Sistemi idi. Tımar, tek başına özgün bir uygarlığın alamet-i farikasıdır. Hangi akaidi kurallar üzerine oturduğunu tespit etmek mümkündür.
Bugünün dünyası ekonominin her alanda belirleyici, hayatın her yönünde hâkim olduğu bir dünyadır. Bu dünyada son haliyle tüketim toplumu denilen, fert başına düşen tüketim miktarını artırmanın nihai hedef olduğu toplumlar yaşamaktadır. Bu sınırlar içinde tanımlanan bir islamcılık varsa; tüketim miktarını artırmayı hedefleyen dindarları vicdanen rahatlatan bir ideoloji olarak vardır. Bu anlamda ülkenin büyük bölümü kendine Müslüman, kendince İslamcıdır. “İslamcı değil, Müslümanım!” vecizesi, laik bir söylem olarak da bir anlam kazanabilir. Bugün, İslamcı söylemlerin tüm tabanı etkileyen bir gücü kalmamıştır ama kadrolaşma yahut benzer ödüllere ulaşma konusunda ve yerine göre bir CV unsuru gibi etkilidir. Mezkûr durum geçicidir ve islamcı olarak tanımlananların da kökü liberalizme bağlı diğer ideoloji kolları gibi, uyum sağlayarak yaşadığını göstermektedir.
Elinden iş gelen İslamcıların kapitalizme karşı fiili olarak geliştirdikleri bir uygulama yoktur. Esnek üretim-serbest tüketim denkleminde uyumlu yaşamanın bir sonucu olarak esnek fikirlilik revaç kazanmıştır. Vicdanları bir zamanlar yaralayan hususlar üzerinden söz söylemeye de artık mahal yoktur.





DOKUZLAR MANZUMESİ
Dokuzların dudağında doksan dokuz tebessüm,
Sekerat uğramaz onlara hacil düşmüştür ecel;
Demeyin ab-ı hayatı ki kimseye nasip olmadı,
Gökte yedi kat onlar için açar nar çiçekleri.
Ledünî ilimdir şehitlik yetişmez dersimiz;
Vardır ölümün de ölümsüzlüğün de kitapta yeri.

Yeşerir hangi yüreğe düşse hangi toprağa,
Gökle yeri birleştiren bakışı bir şehidin.

Çokmuş gelir yakın durana dünya,
Ağlama sen buraların adamı seyre dur geceyi;
Dokuzlardır adı taze doğan bir takım yıldızıdır,
Yol gösterecektir vaktin garip yolcularına.
Hükümet tabibinin vardığı karar küllî yalandır,
Nabız tutup şu fanide kalan göçen hakkında.

En çok sana yakışır sabrın su hâli Nil,
Neler görmedin ey mümbit hilalin gözbebeği;
Senin kadar kan ağlamamıştır hiçbir nehir,
Silmemiştir yetimlerin gözyaşını senin gibi.
Ey beyaz gülüş mavi rüya yeşil yürüyüş;
Bir anne kaldırabilir ancak sendeki kaderi,
Dokuzlardan Ahmet Taha’nın eşi meselâ:
Bir kevser soylu sevdadır bir bitmez mesnevi…
Yakındır göreceğimiz gün kızları Leyla’nın,
Süt dişleriyle nasıl titrettiğini zamanın kalbini.

Si Senyör Si diyor nazilerin en yahudisi,
Cellattır yargıçtır hem kraldır hem uşak;
Batılıların görülmüş mü bir bâtılı sevmediği,
Ve soykırım yapmadığı Libertatum okuyarak…
SS olamayacak kadar düşüksün sen ey Si Si,
Kırdığın kalemlerle tutulacak tekrar tekrar defterin;
Soyun soylanmayacak fişini çekecek belki,
Seni kiralayanlar öz kardeşini vurdurmak için.  

Deşmişsin eski haberleri derler dayan kalbim,
Bağla sözünle sen hançereni dinleyen dinler;
Unutturma sakın neyin unutulmaması gerektiğini.
Halka açık bir diplomatik dildir artık cinayetler:
Yaşam ünitesine bağlan yahut öl demektir.
Ekonomik boy yaşamalar düşmeli hissemize,
Akşam olunca bazılarımız eve dönmeyebilir.

Bir kez daha okunmuştur iki dünya arasında,
Ne olduğu yolu bulanmadan yürümenin.