30 Ocak 2023 Pazartesi

DİJİTAL LÜMPEN
Lümpen ciddi bir tip, lümpenlik ciddi bir sosyolojik vakadır. Her sosyal zümre yahut tabaka nasıl değişiyorsa, o da eyyama uyarak değişir. Bir çok tanımının oluşu bu yüzdendir. Olabildiğince bariz özelliklerini öne çıkararak bir tanım getirmeye çalışalım.
Lümpen: Ulaşamadığı ama imrendiği hünere, zenginliğe yahut entelektüel donanıma sahipmiş gibi davranan ve gözüken kişi...
Gün itibariyle "dijital lümpen" diyebileceğimiz bir tip de sür'atle dolaşıma girmiştir. Eski sosyolojik kategoriler, mutlaka dijital dönüşümle beraber ele alınmalıdır.
Nasıl endüstri devrimi hayatımızın her safhasına girişiyle her şey değişmişse; dijital devrim de her şeyi değiştirmiştir. Dijital lümpen, sosyal medyanın artık önemli bir aktörüdür.

19 Ocak 2023 Perşembe

SAVRULMA KIRILMA DARILMA
Temel Karamollaoğlu, İngiliz gazetesi The Guardian'da yayınlanan röportajda, partisinin Türkiye vizyonunun "İngiltere tarzı sekülerizm" olduğunu söylemiş. Der Spiegel'e konuşsaydınız, Alman tarzı başkanlık sistemi ister miydiniz, bilemem. Savrulmalara, kırılmalara, darılmalara bizim kadar şerbetli bir millet bulamazsınız.
Başkan ben sizi tanıdığımda yirmi yaşındaydım. Sonrasında, hayli hatıramız var. Tabii, tek yönlüdür, ben her şeyi hatırlarım; sizin aklınızda kişiliğimi de etiketleyen bir resmim kalmıştır, o da kalmışsa.
Hatıralarıma daima hürmet ederim. Ama:
"Türkiye'de liderler geç olgunlaşıyor" dersek, şu vizyon meselesini halletmiş olur muyuz? Yahut, "Siyaset, omurga gerektirmez!" dersek, ağır mı olur?
Ben, din-devlet-millet gibi konuların konuşulmasından ama ülkelerin tarihini bilerek, tanıyarak: "yerli" ve "yerinde" konuşulmasından yanayım. Yirmi yaşımda da öyleydim. Konuşamazdım, konuşturmazlardı.
Gençler çok şanslı, istediği her şeyi rahatça konuşabiliyorlar.

17 Ocak 2023 Salı

DEVLET ADAMI
Suriye, Irak, Açılım süreci gibi olaylar, seçilenlerin devlet adamı olmaya hazır olmadıklarını, devlet adamı olmayı koltuklarına oturduktan sonra öğrenmeye başladıklarını göstermektedir. Bazıları ise titr sahibi ama içi bomboş. Okudukları sadece çenelerini kuvvetlendirmiş. Kendi seslerine âşıklar.
Biz boyumuzdan büyük laflar ettiğimizde, tecrübeli kasaba politikası büyüklerimiz, "Vatan kurtaracaklar!" der, bizimle alay ederlerdi.
Çocuklarınızı lütfen vatan kurtaran aslanlar gibi yetiştirin.
Dünyayı "fani" diye başkalarına ısmarlamayın; ahiretin mezrasıdır.
Bu dünyada vatanını icabında kurtarmak, ama daima mamur kılmak gibi bir ideali olmayanın, reşit sayılması bile abestir.

 

CANGILLI SÖZLERİN SOSYOLOJİSİ

Zygmunt Bauman, modernliğin sosyolojisini hakkıyla yapan bir hakiki mütefekkirdir. Tahkiki: Almanların Yahudi ve Çingenelere uyguladığı soykırımın modernliğin tabii bir sonucu olduğudur. Kendisi de Yahudi olması münasebetiyle soykırımı her yönüyle ayn-el yakin yaşamıştır. Soykırımla beraber, modern uygarlığın kendisini tamamladığını söylemesi, rahatlatıcı bir husus değildir. Batının bir tür vicdanı olan cins kafalar dahi, değişimin insan ve tarih dışı anlaşılması temayülünü sürdürmektedir. Değiştiren insanların, değiştirme iştiyakını kamçılayan ahlakî süreklilikler yok olmadığı müddetçe modern uygarlığın mümessillerinin vahşeti rasyonelleştirme teknikleri de kılık değiştirerek yoluna devam edecektir.

Modernliği biricikleştiren müesseseler kucağında hiçbir ferdin, hiçbir toplumun başka bir kader arayışına kalkışması muhâldir. Mecburi istikamet oku, arazinin meyline göre kıvrılmakta ama değişmemektedir. Bauman’a göre, düzenleyen iktidarın da, düzenlenmiş varlıkların da zihninde “bahçe toplum” ve “bahçıvan devlet” ideali varılması gereken tek hedeftir. Bizzat kendisi düzenlenmiş bir aygıt gibi işleyen insanların, dünyaya nizam verme gayreti, sahte bir hareket hissi uyandırmaktadır. Sahte hareket hissi, epistemolojik şebeke sistemi ile ilerleme suretinde takdim edilmektedir. Koşu bandında formunu tutmak için yürüyen yahut koşan insanların haritada yeri olan ülkeleri varsa da, sistemin arz ettiği nizamname haricinde ilkeleri yoktur. Bauman; Hitler’den kaçar, Rusya’ya iltica eder. Komünist partide çok ileri noktalara gelmesine rağmen, Stalin’in bahçıvan mabeyninde toplum ve devlet tasarımladığı Rusya’da da barınamaz.

Modern, şimdi olanı değil, şimdi zımnında tekmil zamanı temsil iddiasındadır. “Bahçe toplum” ve “bahçıvan devlet” uygulamaları, doğrudan doğruya modernliğin tarihiyle irtibatlıdır.  Üstün ırk ideali, modernliğin yegâne hedefi olmak zorundadır; çünkü zaman bilinci modern iktidar tarafından istimlâk edilmiştir. Biteviye düzenlenmesi gereken bir dünyada bozuk olduğuna karar verilen unsurların varlığı gereklidir;  bozuk olanlar, Avrupa dışındaki ülkeler ve ırklardır. Bunlar bir tür, bahçeye yakışmayan hudayinabitlerdir; ayıklanmaları gerekir. Nazilerin/Hitler’in karşısında o an Yahudiler vardı; ama gerçekte hedef Yahudiler değil, batıya uymayan herkestir.

On yedinci yüzyıldan itibaren tabii olan hiçbir şeye tahammül edemeyen Avrupa, bahçelerinde cangıla müsaade etmediği gibi, diktikleri ağaçları da budayarak şekillendirme yoluna girmiştir. İnsanları da bahçe gibi düzenlemeye geçişin kökünde bahçe mimarisindeki ihtilâl yatmaktadır. Verimi artırmak gayesiyle, bahçe mimarisinin kesiştiği nokta, estetiğin hayatın dışında konuşlandırılması olmuştur. Bahçe mimarisindeki büyük dönüşüm,  Sanayi İhtilâli ve Fransız İhtilâli’nin öncesindedir ve estetiğin insansızlaştırılmasıdır. Aydınlanma çağı düşünce ve hayal dünyası hitabeleştirildikten sonra, Avrupa’da bahçeler, makasla kesilip biçilen bitki ve bahçelerin mekânı olmuştur. On yedinci yüzyıl İngiliz edebiyatı tabiat düşmanı metinlerle doludur. Modern uygarlık kadar bütünüyle mekanik bir aygıt gibi işleyen ve bürün şubeleri birbirine uyumlu başka bir uygarlık yoktur. İnsansızlaştırma esaslı bir uygulama olduğu için gerçekte uygarlık sayılması mümkün değildir; uygarlık olarak tesmiye edilmesi galat-ı meşhurdur.

Bauman’ın bir modernlik eleştirisi olarak geliştirdiği “bahçe toplum” ve “bahçıvan devlet” kavramları, analitik amaçlıdır. Avrupa Birliği'nin dış ilişkiler ve Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Josep Borrell ise, operasyonel düşünmekte ve Avrupa’yı “soykırım”a çağırmaktadır. Sosyalist de takılan bir siyasetçi olan Borell’e göre: Avrupa bahçedir, ötekiler cangıl… Borell, Sosyalistliğin yerlisi ile yabancısının kesiştiği noktadadır ve Bauman’ı okumuş olabilir. Her ikisi de aynı teşbih ve mukayeseleri yapması,  Avrupa kültürünün sonucudur. Baumann eleştirir, Borell ise Avrupa Birliği azasına güncellenmiş bir ilmihal sunar. Çünkü soykırımın tarihi, Avrupa’nın Avrupa oluşunun tarihidir. Bu tarihin şeceresi çıkarılsa Kabil’e kadar uzanır. Kabil/insan, işlediği günahı toprağa/tarihe gömmek maharetine sahiptir. Soyunu kırmaya azmettiğini toprağa gömmekle, cangıl olarak gözüken kelimeleri tarihe gömmenin hiçbir farkı yoktur. Sosyolojinin modernlik üzerine eleştirileri çok parlak metinlerle dolu; ama cangıllardan ayıklanmış bir tarih inşasının üzerine kurulduğu varsayılan bir toplumun “tamirci sandığı”dır.

Modern toplum oluşturmak; bir türlü ulaşılamayacak olan “şimdiki zaman”a, bir türlü ulaşılamayacak olan modern toplumu inşa etme stratejisidir.  Tamirci sandığıyla ülkelere salınan misyon sahibi beyinler, geçmişi etkisiz hale getirmek için uygun adım bir hareketlilik içindedirler. Bunlar, “Dün o vardı, bugün bu var” yatıklığıyla “Homo-perotim” denilebilecek bir türdürler. “Homo-sapiens” bu uzmanlar ordusunun adeta hammaddesidir. İnsanı düzenin herhangi bir âleti gibi görürler. Âlet olmaya uygun görülmeyenleri, cangıllar listesine eklerler. Tekmil epistemolojik kurumlar bunların mağarasıdır. Beyinlerine formatlanmış toplum modelinin gerektirdiği kelimelerin dışında kalan bütün kelimeler itinayla tarihe gömülür. Gömülen her şeyin ölmediği gibi, unutulacağına dair bir senetlerinin de olmadığını yine tarihten biliyorlar. Bu yüzden centilmenler meclisinde Borell gibi poz kestikleri anda ağızlarından kan püskürüyor; vampir dişler ansızın ışıldıyor. Şık giyiniyorlar, söylem konusunda uzmanlar; cangıllarından arındırılmış birinci sınıf kereste gibi gözüküyorlar ve bu yönleriyle de aldatma konusunda eşleri emsalleri yok. Tasvir ettiğimiz insan çeşidi, yeni değildir; modern uygarlık, bu kadim tiplere örgütlenme kolaylığı ve teknik imkan açmıştır. En azından iki yüz yıldır, bütün kurumlar vasıtasıyla “cangıllı insanoğlu” bunları dinlemekte, okumakta, seyretmekte ve imrenmektedir.

Cangıl dedikleri, “kusur”dur diyelim. Kusur, tabiatın mütemmimidir; cennetten maada kusursuz gezegen düşünülemez. İnsan da cangıllı bir varlıktır, cangıllılık onun dünya halidir. Cangıllı olmayan bahçe, tabiattan çalınmış bir alandır; frengistan bahçeleri ve onlardan döl kapmış kentlerin parkları böyle yerlerdir. Islah namıyla yürütülen bu nizam verme operasyonları yüzünden tabiat can çekişmededir; sathî çevreciliğin zemininde bu kirli bakış yatmaktadır. İnsanın “cangıllı” olması, modern uygarlığın kendine uygun gördüğü insanları seçmenin, uygun görmediklerini yok etmenin bahanesidir. “Budama” ise, müesses nizamın kurumlarının biricik işlevidir. Benzer faaliyetlerin mecmuu, dil üzerinde gerçekleştirilmekte; “sözün iki ucu” ışkın sürmesin için biteviye budanmaktadır.

Zaman nazariyat dışıdır, yol da bitimsizdir; sözün tükendiği bir yer yoktur. Cangıl sayılan sözleri hayatla yeniden buluşturmak mümkünümüzdür. Elbette ve ısrarla bozmadan, kirletmeden, çürütmeden çatmak gerek; “güzel” hakikati aramanın biricik yolu ve yürünecek tek hedeftir. Cangıl ilan edilen toplumların her birinin cangıl değil, insanlardan mürekkep olduğunu söylemeli ve hatırlatmalı. Söylemek ve hatırlatmak için de cangıl mabeyninde gösterilen kelimelerle tarih, insan ve tabiat her dem yeniden okunmalara daima açıktır.

“Değerli hazinenin kilidi çok olur;

İçindekilerin kıymeti de bundan anlaşılır.”

16 Ocak 2023 Pazartesi

MİSTER RİFKİN&BAY KEMAL ve CHP

Ekonomi mühendislik değildir. Jeremy Rifkin de bunu bilenlerdendir. “İyi ya!” deyip, rahatlayanlar olabilir ama adamın Türkiye’ye bakışı da kendi sübjektif yargılarıyla olacaktır. Kendi kültürünü aşıp “Bir başkasını, başka kılan özellikleri bilmek” hadi mümkün olabilir diyelim; ama “ardından yaşamak” asla mümkün değildir. Bunu, not almayı zaruri gören bir okuyucu lütfen not alsın: günü geldiğinde bana hatırlatır. Erbabına Mr. Rifkin’in uğraştığı fende tahkikimiz, itkanımız olduğunu da hatırlatalım.

Rifkin’in yazdıkları pek çok entelektüele ilham kaynağı olabilir. Rus Yahudisi Amerikalı düşünürlerin hayat hikâyesi, onlara sürekli resimler sunar ve o resimler düşüncelerine daima rengini verir. Hayattan kopuk ve aydın olmayı kitaplarla hemhal olarak yaşamak zannedenler, cerbezeli konuşmalara,

Rifkin’in Arap Baharı hareketlerinde rolü ne kadardır bilmem ama şu sözler onun, imlasına dokunmadan nakledelim:

“Ortadoğu’da gördüğümüz, hiyerarşiye dayalı iktidardan yanal iktidara büyük bir geçiş sürecidir. Öncelikle bir uçtan öteki uca müzik ve bilgi alışverişiyle Batı’da merkezî medya holdinglerine boyun eğdiren internet nesli, şimdi de Ortadoğu’da despot hükümetlerin merkezî siyasi egemenliğine boyun eğdirerek bir uçtan öteki uca gücünü geliştirmeye başlıyor.”

Arap Baharı hikâyelerinin sonunda Amerika’nın dediği olmuştur. Mr. Rifkin’in ve benzerlerinin Amerika’nın hilafına iş gördüğünü zannedenlerin dünyası, aptalların egemen olduklarını zannettikleri ama gerçekte ABD’nin hâkimiyetini daha sağlama aldığı bir dünyadır. Libya, Irak, Suriye, Mısır ve diğerleri… Türkiye’deki denemeleri de unutmamak gerekir. Ortada bir Ortadoğu kalmadı ama İsrail acayip korunaklı, Amerika hâlâ terörist. Şu “yanal iktidar” modeli buralara uğramaz değil mi? Ve tabii, onlar despot sayılmaz tabii. Batıda merkezî medya holdingleri, çakı gibi ayakta ve dünyaya nizam vermeye devam ediyorlar.

Rifkin’in, danışmanlığı çok ileri bir hesaptır ve “Bay Kemallerin” bu hesaplara aklının çok da ereceğini düşünmüyorum. Müstakbel bir başkana danışman olmasını da havsalam almıyor. Başkan, kısa bir sürede işine son verir ama zora da girer. Neler olacağını ve düşünüldüğünü çok iyi anlıyorum ama şahsi intikamını yahut hırsını her şeyin önüne çıkaran insanlar ve gruplar hakkında söz söylemek, açık hedef olmak demektir. Fikir sahibi olmak tehlikelidir.

Sn. Kılıçdaroğlu! Ekonominin mühendislik olmadığını bilen tek bir adamınız yok muydu, koca memlekette? Memlekette elbette var ama CHP’nin sözün başını tutan kadroları, izin vermezler. Komplo gibi geliyordu ama bir 14.kat olduğuna ben de inanır oldum. Aslında 13+1 demek lazım. Tepede bir ecnebi üs ve üstler varsa ve güttüğünüz siyaset, teslim alınmış bir siyasettir. CHP'nin içi boşaltılmış ve yerlerine dolu gösterilen karanlık adamlar doldurulmuştur.

Ülkenin en eski partisinin iktidara gelmek için kurduğu altılı masa, içine düştüğü derin zafiyetin, kaht-ı ricalin göstergesidir. Bazı yoklamacıların rakamları gerçekse, bir koalisyon iktidarı görebiliriz. Bu olursa, derin zafiyet ve kaht-ı rical netlik kazanacaktır. Mahut masada da J. Rifkin’in “yanal iktidar” kavramına uygun bir “yanal” durum var ve “yanallar” şimdilik kökü dalı belirsiz bir harekete kapılmış gidiyorlar.

ALTILI MASANIN ALTI

Güllabi Duran’ın Erzurum’un işret meclislerinin sevilen siması olduğunu biliyorum. Hakkında çok şey anlatılır ve belli ki sevilen bir kişiliktir. Büyük sanatçı bildiklerimizin hepsiyle dost ve sofralarına oturmaktadır. Arif Sağ, İbrahim Tatlıses ve daha niceleriyle ilgili gülümseten hatıraları var ve elbette konumuzu aşar. Erzurumluların zihninde yaşar ve anlatılır. “Masanın Altı” hikâyesini İbrahim Tatlıses’ten dinlemiştim.

Sofradalar ve kadehler tokuşturuluyor. İbrahim Tatlıses, Güllabi’ye “masanın altından tokuşturalım!” diyor. Masanın altında kadehler tokuşturulurken, İbrahim Tatlıses hatırı sayılır bir parayı Güllabi’nin eline sıkıştırır. Garibim, paraya bakar ve keyfe gelir:

─ İbrahim Abi, masanın altından tokuşturmak da çok iyi oluyor,

Demiş.

Masa malum masa…

Görüneni altılı, esası çok daha fazla…

Ben altılıya değil, masanın altıyla ilgileniyorum.

Masanın üstünde konuşulanların hiçbir ciddiyeti olmadığı gibi, beklemediğim derecede çirkin olduğunu düşünüyorum. Çirkin olan başka şey ise, masanın altında sadece ve sadece küsurat partilerin liderlerinin ayyuka çıkan milletvekili pazarlığıdır. Henüz alamadıkları bir seçimde, henüz anlaşamadıkları milletvekili sayısıyla, henüz seçemedikleri cumhurbaşkanını Bizim dediğimize uyacaksın!” biçiminde tehdit ve şantajda bulunabiliyorlar. Güllabi naçar ve masum ama isimleri öyle yahut böyle siyaset tarihinde artık yeri olan “Altılı”yı vasfedecek sıfat için bence henüz erken. Milletvekili pazarlığında uyuşurlarsa masanın altından tokuşturacaklarından eminim. Kamuoyuna masanın üstünü göstermeleri büyük bir simülasyondur.

Bu seçim ABD ve Batılı uzantıları için hayatidir. Yerli uzantıları, uzantı olamayacak kadar küçüktürler ve küçük pazarlıklar içindedirler. Ben yuvarlak masaya aldırmam, şekli de sözü de yuvarlak olmak zorundadır. Aktörler de bütün köşelerini gizliyorlar. “İki resmi dilli Anayasa” değişikliği gibi konular ise, geometrik şekillere sığmayan bir kişiliği işaret ediyor. Bu masaya oturmanın tek sebebi ihtiras olabilir. İnsanlar, başka türlü kendi kişiliklerini bu kadar törpüleyemez.

Neye aldırırım?

“Amerikan Altılısı”na, altı büyük think tank kuruluşuna bakarım.

Hayat sebebi yeni harita çizmek olan ve ısrarla faaliyetini devam ettiren mezkûr kuruluşlar, konuyla Türklerden daha fazla ilgileniyor ve çalışıyorlar. “Hedeflerinde Erdoğan var!” ifadesi doğrudur ama analitik değildir. Erdoğan’da beğenmedikleri özellikler hemen hemen bende de, benim gibi çoğu insanda da var. Hepsi, Erdoğan’ın Türkiye’de yaptığı her şeye doğrudan doğruya düşman… Masanın ikinci aktörünün danışmanı, “Sizin tahmin ettiğinizden daha radikaldir!” diye rapor etmiş Erdoğan’ı ABD’ye.

İşin garibi ben Erdoğan’ı onların düşman olduğu konularda radikal bulmayan biriyim. Elbette, siyaseti dışı bir radikal olmak, bana söz söyleme rahatlığı vermektedir. 

Masa figüratiftir; esasa bakalım.