30 Ocak 2023 Pazartesi
19 Ocak 2023 Perşembe
17 Ocak 2023 Salı
CANGILLI
SÖZLERİN SOSYOLOJİSİ
Zygmunt
Bauman, modernliğin sosyolojisini hakkıyla yapan bir hakiki mütefekkirdir.
Tahkiki: Almanların Yahudi ve Çingenelere uyguladığı soykırımın modernliğin
tabii bir sonucu olduğudur. Kendisi de Yahudi olması münasebetiyle soykırımı
her yönüyle ayn-el yakin yaşamıştır. Soykırımla beraber, modern uygarlığın kendisini
tamamladığını söylemesi, rahatlatıcı bir husus değildir. Batının bir tür
vicdanı olan cins kafalar dahi, değişimin insan ve tarih dışı anlaşılması temayülünü
sürdürmektedir. Değiştiren insanların, değiştirme iştiyakını kamçılayan ahlakî
süreklilikler yok olmadığı müddetçe modern uygarlığın mümessillerinin vahşeti
rasyonelleştirme teknikleri de kılık değiştirerek yoluna devam edecektir.
Modernliği
biricikleştiren müesseseler kucağında hiçbir ferdin, hiçbir toplumun başka bir
kader arayışına kalkışması muhâldir. Mecburi istikamet oku, arazinin meyline
göre kıvrılmakta ama değişmemektedir. Bauman’a göre, düzenleyen iktidarın da, düzenlenmiş
varlıkların da zihninde “bahçe toplum” ve “bahçıvan devlet” ideali varılması
gereken tek hedeftir. Bizzat kendisi düzenlenmiş bir aygıt gibi işleyen
insanların, dünyaya nizam verme gayreti, sahte bir hareket hissi
uyandırmaktadır. Sahte hareket hissi, epistemolojik şebeke sistemi ile ilerleme
suretinde takdim edilmektedir. Koşu bandında formunu tutmak için yürüyen yahut
koşan insanların haritada yeri olan ülkeleri varsa da, sistemin arz ettiği
nizamname haricinde ilkeleri yoktur. Bauman; Hitler’den kaçar, Rusya’ya iltica
eder. Komünist partide çok ileri noktalara gelmesine rağmen, Stalin’in bahçıvan
mabeyninde toplum ve devlet tasarımladığı Rusya’da da barınamaz.
Modern,
şimdi olanı değil, şimdi zımnında tekmil zamanı temsil iddiasındadır. “Bahçe
toplum” ve “bahçıvan devlet” uygulamaları, doğrudan doğruya modernliğin
tarihiyle irtibatlıdır. Üstün ırk ideali,
modernliğin yegâne hedefi olmak zorundadır; çünkü zaman bilinci modern iktidar
tarafından istimlâk edilmiştir. Biteviye düzenlenmesi gereken bir dünyada bozuk
olduğuna karar verilen unsurların varlığı gereklidir; bozuk olanlar, Avrupa dışındaki ülkeler ve
ırklardır. Bunlar bir tür, bahçeye yakışmayan hudayinabitlerdir; ayıklanmaları
gerekir. Nazilerin/Hitler’in karşısında o an Yahudiler vardı; ama gerçekte
hedef Yahudiler değil, batıya uymayan herkestir.
On
yedinci yüzyıldan itibaren tabii olan hiçbir şeye tahammül edemeyen Avrupa,
bahçelerinde cangıla müsaade etmediği gibi, diktikleri ağaçları da budayarak
şekillendirme yoluna girmiştir. İnsanları da bahçe gibi düzenlemeye geçişin kökünde
bahçe mimarisindeki ihtilâl yatmaktadır. Verimi artırmak gayesiyle, bahçe
mimarisinin kesiştiği nokta, estetiğin hayatın dışında konuşlandırılması
olmuştur. Bahçe mimarisindeki büyük dönüşüm,
Sanayi İhtilâli ve Fransız İhtilâli’nin öncesindedir ve estetiğin insansızlaştırılmasıdır.
Aydınlanma çağı düşünce ve hayal dünyası hitabeleştirildikten sonra, Avrupa’da
bahçeler, makasla kesilip biçilen bitki ve bahçelerin mekânı olmuştur. On
yedinci yüzyıl İngiliz edebiyatı tabiat düşmanı metinlerle doludur. Modern
uygarlık kadar bütünüyle mekanik bir aygıt gibi işleyen ve bürün şubeleri
birbirine uyumlu başka bir uygarlık yoktur. İnsansızlaştırma esaslı bir
uygulama olduğu için gerçekte uygarlık sayılması mümkün değildir; uygarlık
olarak tesmiye edilmesi galat-ı meşhurdur.
Bauman’ın
bir modernlik eleştirisi olarak geliştirdiği “bahçe toplum” ve “bahçıvan
devlet” kavramları, analitik amaçlıdır. Avrupa
Birliği'nin dış ilişkiler ve Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Josep Borrell ise, operasyonel düşünmekte ve
Avrupa’yı “soykırım”a çağırmaktadır. Sosyalist de takılan bir siyasetçi olan Borell’e
göre: Avrupa bahçedir, ötekiler cangıl… Borell, Sosyalistliğin yerlisi ile
yabancısının kesiştiği noktadadır ve Bauman’ı okumuş olabilir. Her ikisi de
aynı teşbih ve mukayeseleri yapması,
Avrupa kültürünün sonucudur. Baumann eleştirir, Borell ise Avrupa Birliği
azasına güncellenmiş bir ilmihal sunar. Çünkü soykırımın tarihi, Avrupa’nın
Avrupa oluşunun tarihidir. Bu tarihin şeceresi çıkarılsa Kabil’e kadar uzanır. Kabil/insan,
işlediği günahı toprağa/tarihe gömmek maharetine sahiptir. Soyunu kırmaya
azmettiğini toprağa gömmekle, cangıl olarak gözüken kelimeleri tarihe gömmenin
hiçbir farkı yoktur. Sosyolojinin modernlik üzerine eleştirileri çok parlak
metinlerle dolu; ama cangıllardan ayıklanmış bir tarih inşasının üzerine kurulduğu
varsayılan bir toplumun “tamirci sandığı”dır.
Modern toplum oluşturmak; bir türlü ulaşılamayacak
olan “şimdiki zaman”a, bir türlü ulaşılamayacak olan modern toplumu inşa etme stratejisidir.
Tamirci sandığıyla ülkelere salınan
misyon sahibi beyinler, geçmişi etkisiz hale getirmek için uygun adım bir
hareketlilik içindedirler. Bunlar, “Dün o vardı, bugün bu var” yatıklığıyla “Homo-perotim”
denilebilecek bir türdürler. “Homo-sapiens” bu uzmanlar ordusunun adeta
hammaddesidir. İnsanı düzenin herhangi bir âleti gibi görürler. Âlet olmaya
uygun görülmeyenleri, cangıllar listesine eklerler. Tekmil epistemolojik
kurumlar bunların mağarasıdır. Beyinlerine formatlanmış toplum modelinin gerektirdiği
kelimelerin dışında kalan bütün kelimeler itinayla tarihe gömülür. Gömülen her
şeyin ölmediği gibi, unutulacağına dair bir senetlerinin de olmadığını yine
tarihten biliyorlar. Bu yüzden centilmenler meclisinde Borell gibi poz
kestikleri anda ağızlarından kan püskürüyor; vampir dişler ansızın ışıldıyor. Şık
giyiniyorlar, söylem konusunda uzmanlar; cangıllarından arındırılmış birinci
sınıf kereste gibi gözüküyorlar ve bu yönleriyle de aldatma konusunda eşleri
emsalleri yok. Tasvir ettiğimiz insan çeşidi, yeni değildir; modern uygarlık,
bu kadim tiplere örgütlenme kolaylığı ve teknik imkan açmıştır. En azından iki
yüz yıldır, bütün kurumlar vasıtasıyla “cangıllı insanoğlu” bunları dinlemekte,
okumakta, seyretmekte ve imrenmektedir.
Cangıl dedikleri, “kusur”dur diyelim. Kusur,
tabiatın mütemmimidir; cennetten maada kusursuz gezegen düşünülemez. İnsan da
cangıllı bir varlıktır, cangıllılık onun dünya halidir. Cangıllı olmayan bahçe,
tabiattan çalınmış bir alandır; frengistan bahçeleri ve onlardan döl kapmış kentlerin
parkları böyle yerlerdir. Islah namıyla yürütülen bu nizam verme operasyonları
yüzünden tabiat can çekişmededir; sathî çevreciliğin zemininde bu kirli bakış
yatmaktadır. İnsanın “cangıllı” olması, modern uygarlığın kendine uygun gördüğü
insanları seçmenin, uygun görmediklerini yok etmenin bahanesidir. “Budama” ise,
müesses nizamın kurumlarının biricik işlevidir. Benzer faaliyetlerin mecmuu,
dil üzerinde gerçekleştirilmekte; “sözün iki ucu” ışkın sürmesin için biteviye
budanmaktadır.
Zaman nazariyat dışıdır, yol da bitimsizdir; sözün
tükendiği bir yer yoktur. Cangıl sayılan sözleri hayatla yeniden buluşturmak mümkünümüzdür.
Elbette ve ısrarla bozmadan, kirletmeden, çürütmeden çatmak gerek; “güzel”
hakikati aramanın biricik yolu ve yürünecek tek hedeftir. Cangıl ilan edilen toplumların
her birinin cangıl değil, insanlardan mürekkep olduğunu söylemeli ve
hatırlatmalı. Söylemek ve hatırlatmak için de cangıl mabeyninde gösterilen
kelimelerle tarih, insan ve tabiat her dem yeniden okunmalara daima açıktır.
“Değerli
hazinenin kilidi çok olur;
İçindekilerin
kıymeti de bundan anlaşılır.”
16 Ocak 2023 Pazartesi
MİSTER RİFKİN&BAY KEMAL ve CHP
Ekonomi mühendislik değildir. Jeremy
Rifkin de bunu bilenlerdendir. “İyi ya!” deyip, rahatlayanlar olabilir ama
adamın Türkiye’ye bakışı da kendi sübjektif yargılarıyla olacaktır. Kendi
kültürünü aşıp “Bir başkasını, başka kılan özellikleri bilmek” hadi mümkün
olabilir diyelim; ama “ardından yaşamak” asla mümkün değildir. Bunu, not almayı
zaruri gören bir okuyucu lütfen not alsın: günü geldiğinde bana hatırlatır.
Erbabına Mr. Rifkin’in uğraştığı fende tahkikimiz, itkanımız olduğunu da
hatırlatalım.
Rifkin’in yazdıkları pek çok entelektüele ilham
kaynağı olabilir. Rus Yahudisi Amerikalı düşünürlerin hayat hikâyesi, onlara
sürekli resimler sunar ve o resimler düşüncelerine daima rengini verir. Hayattan
kopuk ve aydın olmayı kitaplarla hemhal olarak yaşamak zannedenler, cerbezeli
konuşmalara,
Rifkin’in
Arap Baharı hareketlerinde rolü ne kadardır bilmem ama şu sözler onun, imlasına
dokunmadan nakledelim:
“Ortadoğu’da gördüğümüz, hiyerarşiye dayalı iktidardan yanal
iktidara büyük bir geçiş sürecidir. Öncelikle bir uçtan öteki uca müzik ve bilgi alışverişiyle Batı’da merkezî medya
holdinglerine boyun eğdiren internet nesli, şimdi de Ortadoğu’da despot
hükümetlerin merkezî siyasi egemenliğine boyun eğdirerek bir uçtan öteki uca
gücünü geliştirmeye başlıyor.”
Arap Baharı hikâyelerinin sonunda Amerika’nın dediği
olmuştur. Mr. Rifkin’in ve benzerlerinin Amerika’nın hilafına iş gördüğünü
zannedenlerin dünyası, aptalların egemen olduklarını zannettikleri ama gerçekte
ABD’nin hâkimiyetini daha sağlama aldığı bir dünyadır. Libya, Irak, Suriye,
Mısır ve diğerleri… Türkiye’deki denemeleri de unutmamak gerekir. Ortada bir
Ortadoğu kalmadı ama İsrail acayip korunaklı, Amerika hâlâ terörist. Şu “yanal
iktidar” modeli buralara uğramaz değil mi? Ve tabii, onlar despot sayılmaz
tabii. Batıda merkezî medya holdingleri, çakı gibi ayakta ve dünyaya nizam
vermeye devam ediyorlar.
Rifkin’in, danışmanlığı çok ileri bir hesaptır ve “Bay Kemallerin” bu
hesaplara aklının çok da ereceğini düşünmüyorum. Müstakbel bir başkana danışman
olmasını da havsalam almıyor. Başkan, kısa bir sürede işine son verir ama zora da
girer. Neler olacağını ve düşünüldüğünü çok iyi anlıyorum ama şahsi intikamını
yahut hırsını her şeyin önüne çıkaran insanlar ve gruplar hakkında söz
söylemek, açık hedef olmak demektir. Fikir sahibi olmak tehlikelidir.
Sn. Kılıçdaroğlu! Ekonominin mühendislik olmadığını
bilen tek bir adamınız yok muydu, koca memlekette? Memlekette elbette var ama
CHP’nin sözün başını tutan kadroları, izin vermezler. Komplo gibi geliyordu ama
bir 14.kat olduğuna ben de inanır oldum. Aslında 13+1 demek lazım. Tepede bir
ecnebi üs ve üstler varsa ve güttüğünüz siyaset, teslim alınmış bir siyasettir.
CHP'nin içi boşaltılmış ve yerlerine dolu gösterilen karanlık adamlar doldurulmuştur.
Ülkenin en
eski partisinin iktidara gelmek için kurduğu altılı masa, içine düştüğü derin
zafiyetin, kaht-ı ricalin göstergesidir. Bazı yoklamacıların rakamları
gerçekse, bir koalisyon iktidarı görebiliriz. Bu olursa, derin zafiyet ve
kaht-ı rical netlik kazanacaktır. Mahut masada da J. Rifkin’in “yanal iktidar”
kavramına uygun bir “yanal” durum var ve “yanallar” şimdilik kökü dalı belirsiz
bir harekete kapılmış gidiyorlar.
ALTILI MASANIN ALTI
Güllabi Duran’ın Erzurum’un işret meclislerinin sevilen
siması olduğunu biliyorum. Hakkında çok şey anlatılır ve belli ki sevilen bir
kişiliktir. Büyük sanatçı bildiklerimizin hepsiyle dost ve sofralarına
oturmaktadır. Arif Sağ, İbrahim Tatlıses ve daha niceleriyle ilgili gülümseten hatıraları
var ve elbette konumuzu aşar. Erzurumluların zihninde yaşar ve anlatılır.
“Masanın Altı” hikâyesini İbrahim Tatlıses’ten dinlemiştim.
Sofradalar ve kadehler tokuşturuluyor. İbrahim Tatlıses,
Güllabi’ye “masanın altından tokuşturalım!” diyor. Masanın altında kadehler
tokuşturulurken, İbrahim Tatlıses hatırı sayılır bir parayı Güllabi’nin eline
sıkıştırır. Garibim, paraya bakar ve keyfe gelir:
─ İbrahim Abi, masanın altından tokuşturmak da çok iyi
oluyor,
Demiş.
Masa malum masa…
Görüneni altılı, esası çok daha fazla…
Ben altılıya değil, masanın altıyla ilgileniyorum.
Masanın üstünde konuşulanların hiçbir ciddiyeti olmadığı
gibi, beklemediğim derecede çirkin olduğunu düşünüyorum. Çirkin olan başka şey
ise, masanın altında sadece ve sadece küsurat partilerin liderlerinin ayyuka
çıkan milletvekili pazarlığıdır. Henüz alamadıkları bir seçimde, henüz
anlaşamadıkları milletvekili sayısıyla, henüz seçemedikleri cumhurbaşkanını
Bizim dediğimize uyacaksın!” biçiminde tehdit ve şantajda bulunabiliyorlar. Güllabi
naçar ve masum ama isimleri öyle yahut böyle siyaset tarihinde artık yeri olan
“Altılı”yı vasfedecek sıfat için bence henüz erken. Milletvekili pazarlığında
uyuşurlarsa masanın altından tokuşturacaklarından eminim. Kamuoyuna masanın
üstünü göstermeleri büyük bir simülasyondur.
Bu seçim ABD ve Batılı uzantıları için hayatidir. Yerli
uzantıları, uzantı olamayacak kadar küçüktürler ve küçük pazarlıklar
içindedirler. Ben yuvarlak masaya aldırmam, şekli de sözü de yuvarlak olmak
zorundadır. Aktörler de bütün köşelerini gizliyorlar. “İki resmi dilli Anayasa”
değişikliği gibi konular ise, geometrik şekillere sığmayan bir kişiliği işaret
ediyor. Bu masaya oturmanın tek sebebi ihtiras olabilir. İnsanlar, başka türlü
kendi kişiliklerini bu kadar törpüleyemez.
Neye aldırırım?
“Amerikan Altılısı”na, altı büyük think tank kuruluşuna
bakarım.
Hayat sebebi yeni harita çizmek olan ve ısrarla
faaliyetini devam ettiren mezkûr kuruluşlar, konuyla Türklerden daha fazla
ilgileniyor ve çalışıyorlar. “Hedeflerinde Erdoğan var!” ifadesi doğrudur ama
analitik değildir. Erdoğan’da beğenmedikleri özellikler hemen hemen bende de,
benim gibi çoğu insanda da var. Hepsi, Erdoğan’ın Türkiye’de yaptığı her şeye
doğrudan doğruya düşman… Masanın ikinci aktörünün danışmanı, “Sizin tahmin ettiğinizden
daha radikaldir!” diye rapor etmiş Erdoğan’ı ABD’ye.
İşin garibi ben Erdoğan’ı onların düşman olduğu konularda
radikal bulmayan biriyim. Elbette, siyaseti dışı bir radikal olmak, bana söz
söyleme rahatlığı vermektedir.
Masa figüratiftir; esasa bakalım.