“Anadolu’nun en emin yeri…”
sıfatı Amasya Tamimi’nde Sivas’ı tanımlamak için kullanılmıştır. Sahih metinde
“bil-vücûh en emîn mahalli olan Sivas’ta…” biçimindedir. Vücûh, yüzler,
çehreler, ileri gelenler ve satıh anlamlarını taşımaktadır ve özenle seçilmiş
intibaı vermektedir; çünkü hazırlayanlar gerçek
kurmaydırlar, Amasya Genelgesi gibi önemli bir metinde harc-ı âlem kelimeler
kullanmazlar. Ancak bu ifade, tarihî vesikaların anlamını zayi etmeye kadar varan
acayip bir sadeleştirme marazına tutulmuş özetçi tarihçiliğin kurbanı olmuştur.
Özetçi tarihçilik, özellikle de “İnkılâp Tarihi” tarihçiliğine hâkim bir üslup
olmuştur. Özetin özeti, özetin de test seçeneği haline dönüştürülmüş hapı derken,
“öz” tamamen kaybolmakta ve ifade “Sivas’ta bir kongre düzenlenmeye karar
verilmiştir” kuruluğuyla karşımıza çıkmaktadır. Hani koşullar(!) müsaade edecek
olsa, Sivas’ın adı neredeyse hiç geçirilmeyecektir; tarihte bazı önemli
olayların içinde geçtiği şehirle anılması bir teamül olmuştur; özetçi
inkılâpçılar da mecburen bu teamüle uymak zorunda kalmıştır.
Ortama uyup, vücûh kelimesini
“her” ile sadeleştirerek, ifadeyi yaygın biçimiyle “Anadolu’nun her cihetiyle en emin mahalli”
olarak bir nevi tercüme etmiş olalım ve “Her’in kapsam alanı ne kadardır?” sualine
bir cevap arayalım. Sadece coğrafî ve stratejik önemine binaen memleketin
kurtuluş ve bağımsızlığına dair kararlılığın gösterileceği bir kongre için
pekâlâ başka bir yer de seçilebilirdi. İşgale uğramayışı ve sıcak cephelere uzak
oluşu Sivas için bir tercih sebebi, ama bu kadarı yeterli olsaydı başka illerden
biri de seçilebilirdi. Elbette Sivas bazı metinlerde tek başına Vilayet-i
Anadolu ismiyle anılan bir şehirdir, tarihi itibariyle isminin kalıbını dolduracak
cesamettedir, seçimde bunun önemi de büyüktür. Ama bir yerin “her bakımdan
güvenilir…”liğin ön şartı, beşerî coğrafyasındaki derinliktir; şahıs kadrosu,
hususen ricali itimada şayan olmayan bir şehrin dört tarafı dağlarla, müstahkem
kalelerle çevrilmiş olsa ne yazar. Siz bir korsan toplantı düzenleyecek
olsanız, böyle bir yeri tercih eder misiniz? Sevk ve idare kabiliyeti
tartışılmaz Amasya Toplantısı’nın fedailerine böyle bir nakısa yakıştırılamaz;
çünkü alınan kararların altını imzalamışlardır ve o kararlar o gün için “Millî
sır”dır. İmza koymak, ipe boyun uzatmak anlamındadır.
Sivas, vatan sathında millî
refleksi en kuvvetli insanlarla dolu bir şehirdir; bu özelliği günümüzde de birileri
tarafından pekâlâ bilinmektedir. “Milli bütünlüğün tehdit ve tehlike altında(!)”
olduğuna dair aşırı tahrik ve yönlendirmeler “Ayranı çabuk kabaran”
Sivaslıların bazen feci şekilde canlarının yanmasıyla da sonuçlanabilmektedir.
Sivas’ın en belirgin ve ona Vilayet-i Anadolu unvanını kazandıran özelliği
rengini hemencecik açığa verişidir. “Efkâr-ı umumî”nin ne yana estiğini anlamak
isteyenlerin, kamuoyu yoklamalarına bakması yetmez, Sivas halkının temayülünü
de yoklamalıdır. Sivas’ta tavan yapmayan siyasi hareket, tüm ülkede tabana
vurmuştur; istisnası yoktur. Mustafa Kemal Paşa memleketin genel temayülünü,
kararlara verilen tepkileri ölçmek için de özellilikle Sivas’ı seçmiş ve kongre
sonrasının ön hazırlıklarını burada tamamlamıştır.
Kargaşa ve şaşkınlığın hâkim
olduğu, vatanın selametini isteyenlerin bile ayrı tellerden çaldığı bir
ortamda, Sivas’a teveccühün arka planında genel hatlarıyla, Mustafa Kemal’in
baş tuttuğu harekete bir temayül ve desteğin oluşudur. Pekçoğu İttihatçı şehir
seçkinleriyle beraber Sivas halkı bil-vücûh Paşa’yı desteklemişlerdir.
Muhalifler elbette vardır ve onlar dahi hain olmayıp, bağımsızlık için başka
çözüm arayanlardır. Sivas Kongresi'nde seçilen altı kişi, Erzurum Kongresi'nde
seçilen dokuz kişi ile cem edilerek “Milli Temsil Heyeti” oluşturulmuştur.
Temsilciler, Millet Meclisi faaliyete geçinceye kadar memleketin
idaresini üstlenmiştir. 2 Eylül 1919’da Mustafa Kemal Paşa'nın gelişinden, bu
çekirdek meclis hüviyetindeki heyetle Ankara'ya hareket ettikleri 18 Aralık
1919 tarihine kadar, Sivas fiilen ülkenin başşehridir.
Başşehir tecrübesine sahip Sivas, üç aylık bir dönemde çok önemli bir görev ifa
etmiştir; bu süre, Kongre kararlarının gerçek anlamda mayalanma vetiresidir.
Sivas, müstakbel Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk payitahtıdır. Vatanın kurtuluşuna dair en keskin ve kesin
kararların alındığı kurultay sonrası günlerde, böbreklerinden rahatsız olan
Mustafa Kemal’e özel ihtimam gösterilmiş; şehir eşrafı, yumuşak içimli Kepenek suyu
taşıyarak tedavisine yardımcı olmuşlardır. Paşa Ankara’ya geçtiğinde Sivas’ın
başkentliği sona ermiştir. Meclisin açıldığı 23 Nisan 1920 itibariyle de Ankara
fiili başkenttir. Mustafa Kemal, paşa olarak uğurlandığı Sivas’a Atatürk olarak
13 Kasım 1937’de son uğradığında “Bir milletin kurtuluşunu sağlayan kararlar
burada alınmıştır!” sözüyle Sivas’ı taltif etmiştir. Pek meşhur ve maruf
“Cumhuriyet’in temelini burada attık!” vecizesinin aslı bu olsa gerektir. Bu
biraz da devrin siyaseti icabı sadeleştirilmiş ibare, doğum tarihi 13 Kasım
1937 olan ifadenin galat-ı meşhurudur; kullanılması yerinde olup, hakikate de
muhalif değildir.
Yazının başlığı olan “Ankara’nın
temeli Sivas’ta atılmıştır!” mecazına gelince; tarihi hiçbir kaydı yoktur,
çünkü henüz ve bizzat yazarınız tarafından telaffuz edilmiştir; hakikate
muhalif olması şöyle dursun, Sivas’ın hakkı olan bir hakikattir. Ankara iktidar
ve bürokrasisinin Sivas’a bakarken, daha bir dikkat ve rikkatle bakmalarını
isterim. Atatürk’e ve Cumhuriyet’e olan vefasının az da olsa karşılığında
Sivas’ın yüzünün daha güleç olması gerekmez miydi? Mazi geçti, ama bugünün
siyasilerine ve Sivaslı bürokratlara söylenecek çok söz var; özellikle de “Beraber
yürüdük biz bu yollarda” şarkısının, karşılığını bu şehirden fazlasıyla
alanlara… Fazlasını söylemeye elbet mecalim de vardır, şecaatim de; boğaz dokuz
boğum ve söz de artık dokuzuncu boğumdadır. Bakiye diyeceklerimi uygun zemin ve
zamanlarda dile getiririm, bir siyasetçi vasfıyla değil; hak talebi ve
haksızlığa karşı durma adına, mutlaka dile getiririm…
Eeee Sivasîler, hani bir de sık
sık kendi aranızda “Atatürk Sivas’ı niye başkent yapmadı?” diye hayıflanıp
durursunuz ya… O derin akan sualin cevabını buldum galiba! Paşa, şehrin
muhteşem tarihi dokusuna kıyamamış, eğer başkent olursa bu güzelliklerden eser
kalmaz diye düşünmüştür ve Sivas’ı kongre için münasip gören dehasını, bir kez
de Sivas’ı başkentlik için tercih etmeyerek göstermiştir. Atatürk Sivas’ı bu
haliyle ziyaret etse, üzülür ve farz-ı muhal, “Keşke başkent yapsaydım!” derdi.
Çünkü Sivas’ın her yeri tarih iken, en yakın tarihinin bile keşfi mümkün
olmayan bir şehir haline gelmiştir. Tarih derken üç beş medrese ve mütegallibe
konağını anlıyorsanız, sözüm yok. Ben serapa sivil bir âdemim ve sivil
mimariden bahsediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder