Evvela
görüntüden kurtarıyorlar...
Siyahın
ve beyazın imtizacı, tepeye sarık, bir de iyi çevrilmiş değirmi sakal: Al sana
mücahit(!). Cihad bütün çağrışımlarının ötesinde bir anlam kaymasına uğruyor ve
ayıplı bir kelime haline geliyor, “Cihadist” denilen aşağılayıcı bir kavram
birilerince derhal yerleştiriliyor. Temenni edilecek bir şey değil ama “Savaş
bizi karlı dağlara çektiğinde” mücahit oluruz elbet, bu yüzden bu kavramların
örselenmesine şirazesinden çıkarılmasına gönlüm razı değil. Hani ki bir de
“büyük cihad” denilen ve bireycikleri adam gibi bir şahsiyet haline getiren dağ
gibi bir hakikat vardır…
Kişi
hakkıdır, nasıl isterlerde öyle giyinirler ama durum burada biraz farklı;
özenle ve sanki defileye çıkmışlar, savaş defilesi(!) sergiliyor kutsal
teröristler(!). Nasıl oluyorsa vahşet ve barbarlık tatbikatları da sanki özel
poz veriyorlarmış gibi iletişim kanallarına düşüyor. Batılı ülkeler de buna
bakarak seyirci kalmalarına bahane üretiyor, aslında keyf keyf oluyorlar, her
durumda kârlıdırlar çünkü…
Bu
kisve, sanki tarihte kalan müslüman şemailini kullanarak mazimizi kurnazca
kendi kanlı oyunlarına alet etmektedirler. Esas ölçü, örtünmesi gereken
yerlerdir ve gerisi tamamen her ülkenin örfüne tabidir. Tahminim o ki, bu örgüt,
her şeyiyle modaevlerinde, stüdyolarda, gerilla kamplarında hazırlanmış ve
Ortadoğu’ya azıtılmış...
"Şimdi" ile irtibatı olmayan bir nefret objesi oluşturulmasına
görüntüyle başlanmış. Gardırop meselesi artık bence tüm dünyada kapanmıştır;
sade ve temiz bir pantolon ve gömlek; üzerine bol dökümlü bir ceket, dünyanın
her yerinde yeterlidir. Spor giyinmek istiyorsanız kot kumaş ve keten gömlek
kâfidir.
IŞİD’den
bahsediyorum…
İslamî
görünmesi için özenle seçilmiş görüntüye sahip insanlar, şiddetin her türünü
sergiliyorlar ve bırakın batılıları, pek çok Müslüman gözünde bile garip kalan
dinimiz ürkütücü bir çehreyle takdim ediliyor. Söylemleri ise tıpkı kıyafetleri
gibi: Kâh Endülüs’ü fethediyorlar, kâh İstanbul’u… Hilafet ilanı ise tam bir
skandal; mehdiler, kutuplar, halifeler pıtrak gibi bitiyor… Her birisi de en
iyi ve Kur’anî Müslüman olduğu iddiasında; Kur’an sizi çarpsın desem gerektir
ama zaten çarpılmışlar…
Kiminle
dost oldukları, kime düşman oldukları belli değil… Kestirmeden söyleyelim: ABD,
İsrail, İngiltere ile derdi olmayan hiçbir hatt-ı hareketin islamlıkla ilgisi
olamaz. Bu bermuda üçgeni içimizdeki gizli ve derin müttefikleriyle sınırlarımızla,
genlerimizle, tarihimizle oynamayı varoluş sebepleri olarak bilir, ötesini
söylemeye gerek yoktur…
Vazifeliler…
Vazifeleri
bitince çil yavrusu gibi dağılacaklar… Bizzat IŞİD’i kuran eller dağıtacak,
belki de dağıtma işini para karşılığında yapacak ve masraflarını da bölge
insanından çıkartacaklardır..
IŞİD
ile Türkiye bağlantısı kurmaya çalışan, çok renkli ve çeşitli yerli ağızlar ise
ya yerli değil, ya da hainliğin ne olduğunu bilemeyecek kadar cahil ve
gözlerini karartmışlar… Üstelik tellerine değen herkesi de derhal iktidar-muhalefet
tahterevallisinde bir yere mutlaka yerleştirirler.
Hakikat
üzerine konuşmamızı zorlaştıran, elimizi ve göğsümüzü daraltan vasata rağmen, Ortadoğu
bizim derdimizdir. Biz dert edinmesek de orada olan her şeyin Türkiye’ye
yönelik bir yanı, yönü mutlaka vardır…
IŞİD
ise Türkiye için PKK’dan sonraki bir numaralı tehdittir. PKK, nasıl bazen
birilerinin beslemesi olarak Türkiye’ye vuran bir kiralık örgüt idiyse, IŞİD de
o tür bir örgüt olabilir. İslam hariç her alanda hizmete hazır gözüküyorlar…
“Devremülk
terör örgütü” olur mu? Olur…
Biraz
ABD kullanır, biraz İsrail; raf ömrünü tamamladıklarında da geri dönüşüm fabrikasına atılırlar…