27 Mayıs 2015 Çarşamba

NECİP FAZIL’IN SİVAS HATIRASI
Bıyıklarım gür gelsin diye günde iki kerre tıraş olan bir köy öğretmeniydim. Bir haber: Necip Fazıl Sivas’ta... Can ciğer dostum da olan, öğretmen arkadaşımla kafa kafaya vererek köyün iki dolmuşundan birini ayarttık; yolları kar kapamıştı. İki yol vardı; biri kese, biri sapa. Sapa yolun açık olma ihtimali vardır diye yollara düştük, maceralı bir seferden sonra iki saatlik yolu altı saatte alarak şehre vasıl olduk. Aynı akşam Esen Sineması’nda Necip Fazıl konferansı var. Tabii, daha öncesinde Köşk Oteli lobisinde yüzünü gördük; etrafında geniş bir hayran ve siyasi ikbal uman bazı zevat... Üstad dinlenecek dediler ve odasına geçti.
Oda, otelin en büyük odası... Etrafında bu sefer MTTB’li gençler ve üstadın özel korumaları... Üstad böyle özel muameleyi sever derlerdi; sever miydi bilmem?  Gençlerden cevval bir arkadaş, bileğine yüreğine kuvvetli gençleri tanıtıyor. Kimi karakuşak millî karateci, kimi gençlerde dünya şampiyonu güreşçi... Üstadın meşhur tiki harekete geçiyor ve arkasından:
— Geçin bunları çocuklar! İçinizde beyin var mı, beyin?
Diyor. Takdimci arkadaş renk alıp veriyor ama çevresindekiler bu nükteyi bir yana kaydediyorlar.
Hemen aynı anlarda Üstad çay içmektedir... MTTB’nin Necip Fazıl müptelası gencecik başkanı da çayı dolduruyor. Eli ayağı titriyor ve bardak devriliyor, sehpanın üzerinde Üstad’ın Bahar sigarası. Bahar, Bafra ile aynı içimdeydi ama karton kutuluydu, inceydi ve iki nefeste dibini bulabiliyorduk. Çay sigaraya doğru akarken, başkan devrilen bardağı düzeltiyor. Necip Fazıl fırsatı kaçırmıyor:
— Başkan, öyle başkanlık olmaz! Çay gitti, sigarayı kurtar!
Diyerek, başkana ders vermiş oluyor.
Dünya tatlısı bir adamdı üstadımız! Dikkatli, ders verici, esprileri olağanüstü incelikli; gençlere karşı daima sevgi dolu... Ve dünyanın en saf ve yalnız adamlarından birisiydi belki de. Bugün bile, geçmişten deliller getirerek, onun bazı siyasi ilişkilerini fena halde hicvedenlerin tek dertlerinin hasetlik olduğunu düşünüyorum. İnsanoğlu hatadan hali değildir; Necip Fazılı ise hatadan ibaretmiş gibi gösterenlerin, onun güzel yanlarını görmemelerini başka türlü yorumlamaya terbiyem el vermez.
Akşam kavuşmadan balkon dediğimiz katı da olan sinema salonu hıncahınç doldu. Konferansın konusu, “Dünya Bir İnkılab Bekliyor” idi. Dünya hâlâ bekliyor... Üstad, ne söylerse söylesin dinleniyordu; acayip karizması vardı. Dinlemeyenler de seyrediyordu. Kendisi bir Anadolu seferinde “Bunların çoğu beni seyretmeye geliyor!” demiştir. ;Elbette seyredenler, Büyük Doğu’nun kahramanını görmek için gelenlerdi. Rivayettir, salon ahalisi “Üstad, Üstad!” diye yeri göğü inletirken, seyircilerden biri de “Üst kat”a bakıyormuş, sinemanın balkonuna. Sonra görevli gençlere “Üst kat, üst kat diye bağırıyorsunuz! Üst kata bakıyorum bakıyorum bir şey göremiyorum!” diye sitem etmiş.
O akşamın bence en güzel hadisesi, Sivas’ın meşhur meczuplarından “Hayhak Süleyman” ile Üstad arasındaki konuşma idi. Şehrin Süleyman Emmisi merkez camilerde ikamet eder ve aşka gelince “Haaaay Haaakkk!” ve arkasından “Aşkk” diye nara atardı. Bazen de sadece “Aşkk” derdi. Her yerde ve her zaman böyleydi ve kim olursa olsun lafını esirgemediği için, şehre ricalden birileri geldiğinde Süleyman Emmi’yi polis abiler müsait bir karakolda misafir eder, ağırlarlardı. Necip Fazıl konuşuyor, Hayhak Süleyman da cümle sonlarında “Aşkk” diyordu; birileri müdahale etti. Üstad, konuşmayı keserek, yanında nöbet tutan gence ne olduğunu sordu. Delikanlı da, özür bildirir bir şekilde, “Aşkk!” diye bağıranın bir meczup olduğunu filan söyledi. Üstad, “Hiçbir itirazım yok!” dedi, Süleyman Emmi’ye müteveccih, “ Sen bir defa, ben bin defa söyleyim!” dedi ve şehrimizin meczubuyla aynı makamdan peşpeşe:
— Aşk, Aşk, Aşk, Aşk!
Dedi. Azıcık durakladıktan sonra, konferansa devam etti.
Müthişti. 

25 Mayıs 2015 Pazartesi


SEKTÖR

Sağlık en önemli sektör ve en önemli gösterge, çünkü hayat memat meselesidir...
Ayrıca, ömrümüz ortalama beş sene uzamış.
"Sağlıklı yaşam" sloganı, sektörün garantisi... Televizyonlarda doktordan geçilmiyor.  Uzatmayayım, müzmin hastalıkları olan biriyim, hastalıklarım ise bizzat ruh ve akıl sağlığımı koruyor. Bedenimse işini yerine getiriyor. Anlatması uzun sürer.
Açlık riskimiz çok yüksek değil, Afrika'da bu sözü söyleyemem, çünkü "Fakirlik küfr ola yazmıştır." oralarda. Ama bu noktanın dışında olan ülkeler ve insanlar için sağlıklı hayat, midenin küçüklüğüne bağlıdır. Az yiyince düzelir...
Tabii bir de din sektörü var, o da kuvvetli. Dinin zayıf olduğu bir dünyada sektörün kuvvetli olması şart elbette. Din hizmetleri sektörü de kuvvetli anlayacağınız. Dinimiz kuvvetleniyor mu, peki? Acayip dindarlaştık hemi de, dünya işlerine karışmamak kaydıyla... Dünya ahiretin arka bahçesi miydi, neydi öyle bir söz vardı. Dünya işlerini Hz. Soros halletsin.
Kendi fikrimi söyleyeyim: Mevcut "Dünya Ekonomi" ile kökten davası ve kavgası olmayanla itikadımız asla aynı değildir. İtikat, yani esas...
Bir de gıda sektörü var...
Bu da hizmetler sektörü ve en yavşak sektör.
Yedi bağırsağın doldurulması için elinden geleni yapıyor. Beyinlere kan gitmesini engellemek için çok lazım bir sektör. Acayip damak zevki var milletin ve herkes keyfanî, yani gurme. Bulan iki delikli boru, bulamayan kripto obez...
Temizlik sektörü...
Sıçıp ortalığa sıvayacaksın ki, arkasından temizlik şirketine iş çıksın değil mi?
En fakir sokağa çöp kamyonu bir gün girmesin seyredin neler olacağını.
Sektörlerin kıralı, eğitim sektörü…
Çok önemli ve söylemesi ayıp ben de o sektördeyim.
Azizim eğitim her şey, dünya üç yüz senedir mektepliyle dolu. Fert başına altı ton TNT'ye eş miktarda bomba ile dolu bir gezegende yaşıyoruz. Müjdeliyorum, yakında internet yoluyla ihtisas yaptıracağız kuyruğa girin bence. Kontenjanımız sınırlı. Mektepli züppeler çan çan konuşunca imrendirici oluyor galiba ama benim en büyük idealim marangoz ustası olmaktı. Odunu şekillendirmek öyle hoşuma giderdi ki. Ağacın aynası insan, insanın ise aynası var ve "Ayna ayna söyle bana!"sı...
Aman aman güvenlik hizmetlerini unutmayalım...
Güvenlikli yaşamak için her köşeye bir badigart lazımdır.
Böyle böyle dünya nüfusunun %90'ı hizmetli/hizmetçi oluyor, kalanı efendi(!). Efendiliğin ölçüsü kudret, kudretin ölçüsü para. Orospuyu az müstamel matmazel yapıyor, petrol kırallarını Kâbe’nin işletmecisi...
Toparlamaya çalışalım...
Yıllar önce bir marxistle emek üzerine konuşmuştuk. Sonunda gülümseyerek "Sen benden daha komünistsin!" demişti. Daha samimiydim oysa ve daha hakikî... Ne papazdan bozma adamların, Yeni Ahid'den apartma iki sayfalık manifestolarıyla, sahte hümanizm şovuna girdim, ne de Son Ahid'in dışına taşan bir sözüm oldu. Özetle diyordu ki, "İyisin hassın da dini dünya işlerine sokmasan!" gül gibi geçiniriz. Aslında "Allah'a inanmasan!" diyecekti de, nezaket gösteriyordu. Sonra o arkadaş vallahi çok zengin oldu, kendi çapında bir emlak kıralı ama benim ne kadar huzurlu olduğumu gördükçe şaşırıyor, azıcık da kıskanıyor. Konuşmanın sonunda, "Saygıdeğer hocam, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayanlar sadece köle olur, hizmetler sektörüne yazılır. Ben ise açlığa düştüğünde karnına taş bağlayanların ama efendi kalanların dünyayı değiştireceğine inanıyorum!" dedim. Hâlâ da diyorum.
Devir ne kadar değişti ve hizmetli sayısı çok arttı. İnsanlar ve kadrolar ve görüşler de değişti. Değişim kaçınılmaz(!). Yine bir hoca, eskiden davası(!) vardı. Hoca oluşunu vurgulamam çok da anlamlı değil, hani bilenlerle bilmeyenler farkının belirginleşmesi için önemli o kadar. Eski günlerdeki gibi sohbet edelim dedim, ohoo o da emlak kıralı olmuş. Yukarıdakine benzer şeyler söyledim. İktisatçılığımı bilmiyor tabii, rakamlarla konuşsaydım da faydası olmazdı. Güya bir de espri yaptı ve bana Romanya’yı, Macaristan’ı, Polonya’yı hatırlatarak "Aslında sosyalizm daha iyiydi hocam!" dedi. Ben de iltifat ettim kendisine, çok asosyal olduğumu, bu yüzden dünya ahvalinden haberim olmadığını, gazete bile okuyamadığımı itiraf ettim Sonunda da "Kafanız hâlâ dinç dedim, bu kadar kullanmaya rağmen beyniniz az müstamel gibi duruyor. Sırrını söyleyin de biz de istifade edelim!" dedim. Önce biraz durdu, yüzüme baktı, mizah yapmadığıma kanaat getirmiş olmalı ki, "Sabahları, ceviz yiyorum!" dedi. Cevizi kabuklu alıyormuş, öyle gerekiyormuş.
Eskiden marxistler dinimizden dolayı uzak dururlardı, şimdi de müsoş liberaller...
Onlar dinci diyorlardı, bunlar da... Ne mi diyorlar? Neler demiyorlar ki... Tek farkları Allahsız kapitalistler kadar bile dürüst olamamalarıdır.

Bizim Sivas Yazıları, 26 Mayıs Salı, 2015

22 Mayıs 2015 Cuma

İTİRAF

Karanlığa diri diri gömülmeseydi o da
Hergün ayrı giyinen bir mesnevi olabilirdi.
Aklarız kendimizi bakıp eski günahlara
Mutlu olmamız gerek bugün kimse ölmedi.

Susar ketumdur çöl suçsa budur suçu
Kâğıda da sarılır barbicik buluta da.
Nerelidir bu garip kelimeler kimdedir ipin ucu
Sorardık anlasak dilini bir sokak lambasına…

Konuşmadık ne kaldı söyleyin üzerine
Dönmüyor yüzünü hiçbir şey öylesine sağırım.
Öylesine eğrilmiş ki söz dönüyor kendine
Ayrı eve taşınmış sanki benden bir yanım…

Altı üstü bir kum saatiydi deme be âşık
Onun öyle güzel öyle güzel saçları vardı ki…
Beni hâlâ beni hâlâ dirilerden saysaydık
Sebeb-i hayatım olurdu bir tek teli.




HİÇ KAYBETMEYENLERE AĞITTIR
                           “Küçük Prens’in hatırasına”
Ey âlemi olmayanlar âlem içinde
Sandıklar içinde meleşen kuzular
Ey kuzusunu ararken kurda düşenler
Uçsanız rüyanız yok konsanız çölünüz…
Kaybedemezsiniz çünkü yolunuz yok.

Evleriniz yönünü bilmez elleriniz önünü
Ezberden okursunuz dünden bugünü
On soruda mutluluk yüz soruda metafizik
Tezgâhlar açık büfe tercihler çoktan seçmeli…
Cevaplarla dolusunuz sorunuz yok.

Hatıranız her celsede güncellenmeli
Adaklar sunmalısınız kâğıttan kalelere!
Uçuşurken genleriniz konfetilerle
“Hanimiş bana!” demeli süt dişleriniz…
Çocuk olursunuz çocukluğunuz yok.

“Mutlak gülmelisiniz öğünler arasında!”
Bu bir uzman öğüdü: Uzatır ömrünüzü
Ölüm çatırtılarla düşmeden çatınıza
Gıdıklamalı sizi bir kahkaha böceği…
Gülersiniz… Gülüştükleriniz yok.

Ey âlemi olmayanlar âlem içinde
Ey ruhlarını gözlerinden akıtanlar
Ne bileyim kimsiniz kimlerdensiniz
Meleşen de benim kuzusunu arayan da…
Açıktayım belki düşen de benim kurda.

Yoluna zor yürüyen bir gezegeniniz var
Gökten size göz kırpan bir yıldızınız yok.


Berat Demirci, Sivas, 1988

18 Mayıs 2015 Pazartesi

MISIR’I MAHVETTİLER

Darbenin daha ilk günlerinde, Sisi'nin uzantıları İhvan'ı terörist ilan etmişti. Ki, içlerinde namazlı niyazlı olduğunu zannettiğim sağcı, cemaatçi yazarlar bile vardı. Bu zevat, Türkiye'de gezi ve Kobani eylemlerine halis niyetlerle destek oldu; Mısır'da faşist darbeyi protesto ederken katledilen yüzlerce insanı ise terörizmle suçladılar.
Şimdi cinnetlerini meşrulaştıran Sisi kuvvetleri, kontra yollarla Mısır halkını terörize etmek için her yolu deniyorlar. İdamlar peş peşe onaylanıyor; infaz da ederler ve kimsenin gıkı çıkmaz. "Uluslararası Camia" diye bir laf da var tabii. Galiba beynelmilel namussuzlar şebekesine işaret etmektedir.
İhvan'ın merkez binasının tabelasını parçalayanlar askerler değil, sivil maskelilerdi.
İhvan silaha sarılacak bir yapıya sahip değil munis ve müşfik insanlar. Ama sarılsalar sonuna kadar nefs-i müdafaadır.
Cihaddır desem cilalı suratlar asılır.
Cihadist kelimesiyle cihadın bütün anlamlarını yerle bir etmek suretiyle pazara daha fazla namazlı tüketiciler kazandıranlar, nasıl keyiflidir şimdi. 
Mısır’ı kendi ordusuyla mahvettiler. İsrail’in hâkimiyetini de böylece perçinlemiş oldular.
Hadi bir duygudaşlık kuralım...
Mısır halkı ne yapsın? Zalim kapınıza dayanmış, kendinizi müdafaa edecek hiç bir kuvvetiniz yok. Üstelik kapınıza dayananlar kendi devletinizin askerleri...
Bir Millî Ordu bu kadar alçalamaz...
Alçalırsa biter...
Er veya geç biter…

Biter ama Mısır da kendisini on yıllarca toparlayamaz.