Mazlumlar çağırıyor, Hz Hüseyin hilafet için değil
sırf onlara yardım için koşuyor... Mazlumların kalleşliğine uğruyor ama asla
yolundan da dönmüyor... Bu cümle çok özet; evet, ama Kerbelâ’yı yazmaya da
hacet yok... Çünkü yürek dağlayan ağıtlarla dolu binlerce manzum, mensur “Kerbelâ
Faciası” yazılmıştır ve çoğu da Yezide lanet ile doludur.
Sonraki yüzyıllar boyu da, bugün de Kerbelâ; Hz.
Hüseyin ile Yezid düalitesine dayandırılan siyasî ihtiras ve çıkar davalarına
alet edilmiştir. Hz. Hüseyin’in şahadeti Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmayı şiar
edinen müminlerin siyasetten nasıl ayıklandığını gösteren bir milattır. Onu
yardıma çağıran sahte mazlumlar, gerçekte dünyevi çıkarlarını sağlama almak
için çağırmışlardır; Hz. Hüseyin’in gayesinin kendi çıkarlarıyla çakışmadığını
fark edince de çark etmişlerdir. Bugünler için de Hz. Hüseyin taraftarı olmak
demek, onu sevmek değil; siyaseten nemalanmak anlamına gelmektedir. Yani
bugünün taraftarları, kelimenin tam anlamıyla Yezidî ahlâkla ahlâklanmışlardır
ama Hz. Hüseyin’in taraftarı olmayı siyaseten araç olarak kullanmaktadırlar.
Peki, Yezid nedir?
Kimdir diye sormuyorum, çünkü kim olduğu malumdur...
Yezid, müslümanların dünyevîleşmesinin ta kendisidir
ve o da bir milattır... Yezid ile başlayan saltanat, İslam Tarihi’nin ilk ve en
“Büyük Rasyonalizasyon”udur. Kerbelâ
Faciası sonrasının İslam Dünyası; topyekûn ticarî kapitalizm ile devlet
politikalarını eşleştirmiş olduğundan dolayı Yezidane bir siyaset bataklığına
gömülmüştür.
“Mülk Allahındır!” hükmü, “Mülk Sultanındır!”a
dönüştürülmüştür… Servet ile iktidar bütünleşmesi, aslında cari iktisadî
ahlâkın müptedası sayılabilir.
“Gâvur”un Batı’ya tahvili; buna karşı geliştirilen, reform hareketleri
ile ateşlenen bir rasyonalizasyon, bir aksülameldir. Eğer İslam Dünyasının
sakinleri endüstri devrimini başarsalardı; bugünün dünyasının “süper gücü”
yahut “süper zalim” namzedi olabilirlerdi… Tabii, “Büyük Rasyonalizasyon”dan
ötürü zayıf gördüğüm, gözümde canlandıramadığım bir ihtimal de, tüm insanlığın
göğsüne inşirah veren bir düzen kurabilmemiz olurdu… Gerçekleşmeyen bir
dünyanın rüyasıyla tabirlere kalkışmam, biliyorum otoriteleri ve otoriterleri
rahatsız edecektir; keşke etse… Keşke etse, her köşebaşında bir “minik yezit”
onlar namına gıybetimizi ede ede sözümüz mahalline varmadan unutulur,
tüketilir… Olsun, tahayyül edebiliyorsam varım!
Kerbelâ faciası sonrası, olayın kendisi tekrar tekrar
dramatize edilerek nesilden nesile aktarılsa da, işin özü kaybolmuştur...
Yezidî ahlâk, devletler değişse de siyasî ahlâk/devlet ahlâkı haline gelmiş; özellikle
de Hüseynî ahlâkı kendini sever gibi görünen taraftar ve taraflarca bertaraf
edilmiştir.
Bugünün ehl-i şiası ve ehl-i sünneti Hz. Hüseyin’i
anmada, ona ağıtlar yakmada, müsamereler düzenlemede yarış halindedirler ama
hiç kimse Hz. Hüseyin’in ahlâkıyla ahlâklanmayı aklına getirmeyi
düşünmemektedir. “Kerbelâ’yı kim daha iyi dramatize edecek?” konulu bir yarışma
bile düzenleyebilirler ve hatta “Yılın Kerbelâ Ödülleri” gibi şaklabanlıklar
bile gerçekleştirilebilir...
Bu Kerbelâlar Hüseyinsizdir…
Bu Kerbelâlar Hüseyin’in dedesinden talim ettiği
“güzel ahlâk”tan külliyen nasipsizdir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder