İt hayvanat seviyesinde seyreden sadakate
timsaldir…
Kıtmir ise itlerin en asilidir,
türünün fevkinde bir mevkiye ulaşmıştır… Devrinin firavununa karşı mücadele
eden ve Ashab-ı kehf olarak bilinen yedi kahramanın peşi sıra cennete gireceği
rivayetleri vardır…
Burası önemli…
Sadakât gösterdiği şahsiyetlerin
yüceliği itlere bile kişilik ve asalet kazandırmaktadır…
Yedi kahramandan bir tanesi
çobandır…
Bazı peygamberler çobandır ve
güdülerinin dışına taşma imkânı bulamayan mahlûkların dünyasını bu sayede iyi
tanımışlardır. İnsanları hayvanın da aşağısına düşürebilen nefsi tanımak için,
bir tutam otun deveyi yardan uçurmasını gözlemek, bir ümmiye bile kâinat
kitabını doğru okutabilecek bir derstir. Tabii, çobanın ümmî olması değil, “Kitap
gibi adam!” olması şarttır; aksi takdirde çobanın güttüğünden farkı, elindeki
değnekten ibaret kalır…
Çobanın sürüyü sevk ve idarede
liyakatinin göstergesi, itidir. Bu yüzden çobanın iti, sıradan bir şahsiyet
değil; sahibinin terbiyesinin tecellisidir… Çobana bakıp itine paha biçmek
mümkün olduğu gibi, itine bakıp çobanın karakterini anlamak da mümkündür…
Bir de kapı köpekleri vardır…
Bunlar bağlı oldukları haneyi
korurlar… Hane halkının tamamının ayaklarını yalım yalım yalarlar; özelliklede
“yuvanın hanımağası”na ve çocuklarına ayrı bir sevgileri vardır. Çünkü kadın,
çanağı dolduran varlık, çocuk ise canına şenlik katan oyun arkadaşıdır… Bu
köpeklerin haneye olan bağlılıklarını ifade için, yallandıkları çanağı temiz
tutma özellikleri dilimizde de kıvamında bir karşılık bulmuştur. “Köpek bile
yal yediği çanağa işemez!” atasözü, hayvanlar üzerinden psiko-sosyal tahlil yapmak
için biz insanların sıkça başvurduğu benzeştirmelerden birisidir…
“Köpek bile…” atasözü,
liyakatiyle değil; “Bizdendir!” yahut “Hamil-i kart yakînimdir!” gibi
iltimaslarla kurumlara, işyerlerine yerleştirilen sömürgenler için kullanılır.
“Bile” mukayesesiyle tefrik edilen işbu insanlar çeşit çeşittir; genelleme
yoluyla tipikleştirirsek: İşverenin bevliye hacetidirler… Çalışmazlar, tozlu
dosyaları karıştırırlar, kapıları dinlerler, namuslu adamları fişler, icabında
dişlerler… İnsan suretindedirler ama nerde bir temiz çalı dibi görseler bir ayağını
kaldırarak ıkına mıkına septiren süslü minikler gibi yaşarlar… “Bile”lerin, sağlıklı
yürüyen her birime, namuslu çalışan her emekçiye özel garazları vardır; gece
gündüz demeyip rızıklandıkları kurumu kirli emellerine uyarlayarak işletirler. Bu
istidada sahip mahlûkat işverenine göre itibar görür… Sahtekâr idareciye illa
ki lazımdırlar, dürüstün ise yanına yaklaşamaz; hatta çaktırmadan pislik atmak
için daima fırsat kollarlar. Habasetin müzminleştiği kurumlarda, idareci
değişse bile ekmek yediği çanağı kubur gibi kullananlar değişmez; her
idarecinin mahiyetinde işlerini sürdürür, ödüllendirilir ve hatta öylece de
emekli olurlar… Yedikleri mabadlarını, içtikleri bevliye takımlarını düğlesin…
Bir de kırma itler vardır…
Melez ayrı bir şey, kırma ayrı…
Melez; bir uzman nezaretinde
çiftleştirilen farklı niteliklerdeki ebeveynden daha üstün nitelikli olması umuduyla
türetilen yavrulara denir. Dişinin öylesine tarla kenarından geçen azmış bir
erkekten gebe kalmasıyla doğan garibanlara ise kırma denir. İnsanın asaletine, örnek
şahsiyetler oluşu cihetiyle ceddinin katkısı olsa da, genlerine bağlı değildir;
atların ve itlerin asaleti ise soydandır… Arap atı soydan olur, Kangal iti de…
Kırma itlerden herşey beklenir çünkü gen haritası karışıktır; ekmek atana da,
taş atana da hırlayabilirler… Bu genetik belirsizliğin, psiko-sosyal insan çeşitlemeleri
üzerine taşınması, “Adamlığı da, itliği de belli olmaz!” deyimiyle dile
getirilmiştir. Kısaca bu çeşit insanlara günümüzde “omurgasız” denilmektedir.
Terbiye aldığı aile esas olmak üzere, tahsili, muhiti hilkaten temiz bir kâğıt
gibi dünyaya gelen bu kadersizleri, günümüzün yaygın ve tehlikeli insan çeşidi
yapmıştır… Mevcudiyetlerinin yegâne temeli, omurgasızlıklarını muhafaza ve
müdafaa içindir…
İtiraf ediyorum; kırma itten
çekinir, omurgasız insandan ise korkarım…
Allah, onları boşuna halk
etmemiştir, ona da inanırım…
Onlar, bize hayvanların ne olursa
olsun kalıtımla sınırlılığını; insanların ise en şerefli ile en sefil arasında
seyretme imkânına sahip bir varlık olduğunu ihtar eder…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder