Allah dağına göre kar verir...
Bazı sözler işte böyle genel mantık
kaidesi sunar…
Sebep sonuç ilişkisine sığan
iki varlık “göre” ve “verir” ile birbirine bağlanır… Ortada tekrar eden ve biri
diğerini daima gerektiren/çağrıştıran iki nesne varsa kelimelerin yerleri
değişince de mütekabiliyet sağlanıyorsa “Bu iş böyledir!” dersiniz.
Göre ile olmak ilişkisi
tartışılmaz olduğuna göre “Dağına göre kar olur!” deriz, buradaki “olur”, “zaten
böyledir” demektir, kaldırınca ünlem de sakıt olur… Ve böylece “Dağına göre
kar…” ile sözümüze mahal açarız…
Derdimiz atasözü yahut vecize
değildi…
“İnsanına göre toplum,
toplumuna göre âkîl…” demek için mazmun döşedik!
Modern demokrasi, modern
uygarlığın bir numaralı aracıdır ve aracısıdır…
Modern toplumda insanları
birbirine bağlayan “sebep asabiyyesi” çıkardır, çıkar yarışı ilişkiler ağını demokratikleştirir…
Çıkarları birbirine nispetle şekillenen ve bağlanan ilişkiler ağının
sistemleştirdiği organizasyona “piyasa toplumu” derler… İstisnasız bütün kurumların
üstünü piyasa bir ağ gibi kuşatmıştır… Ağı sağlama almak için de demokrasi
formundan istifade edilmesi “göre” ve “olur” mantık silsilesinin gereğidir!
Herşeyin istisnasız ya piyasası
vardır; ya piyasaya bir şekilde bağlanır…
İnsan “millet” derken, “toplum”
derken ne kastettiğini bilmeli…
Millet ile, tanımı tarihle
sübut bulmuş bir varlığı kastediyorsanız, söylediklerinizin elan nesnesi yoktur;
ya romantiksiniz, ya nostaljik, ya da ideolojik… İlk ikisi de var ama bu söz
genellikle ve uzunca bir zamandır, güdümlü piyasa toplumunun denetimini
kolaylaştıran “milliyetçilik ideolojisi” adına kullanılır… Ve bu zayıf ve
moderniteye karşı insanı zayıflatan ideoloji, asla berraklık kazanmayan bir
“cehalet sokağına” ve o sokağın çocuklarına hitap eder…
“Toplum” sosyolojik ağızdır,
Ziya Gökalp devrinde batıda “millet” ile eş anlamlı kullanılır olmuştu, yani Frengistan
Avrupa, Frenk ise sadece Fransız’dı… Bütün olay ve kavramlar gibi “nation” da oralarda
olabildiğince homojen unsurlardan oluşan müteselsil “göre” ve “olur”lardan
birine işaret ediyordu. Bizde ise ihtiyaç olarak görülen ve ulaşılması gereken
bir hedefe…
Toplum denilen nesne, muayyen
halklar “piyasa” şemsiyesi altında sekülerleştirilerek “Piyasa toplumu”
olmuştu/olmuştur… Biz ise Osmanlı Devleti’nin bitirilişinden sonra “âkîller
devleti”nin insafına bırakılmıştık/bırakıldık… Sekülerleşmeden piyasa toplumu
olunmaz, batıda piyasa toplumunun akış şeması önce sekülerlik, sonra
laikliktir… Bizde bu şema toplumun akışı değil, devletin işlem şemasıdır ve
laikleştirme-sekülerleştirme biçimindedir. Devlet laikleştirilmiş,
laikleştirilmiş devlet de bugünlerde nihaî şeklini alan seküler toplumu inşa
etmiştir… “Müsaadeli Milliyetçilik”in de bir işlevi kalmamıştır…
Geçmiş ile ilgili tazyi-i nefes
beyhudedir, bu yüzden özün özünü söylemeli; bakisi israf olur: Değişim “kalp”
ile ilgilidir…
Kalpte/kalplerde oluşmayan
hiçbir şey olmaz, sosyal hayata da inkılap etmez…
İnsanın merkezi kalp, değişimin
merkezi insandır… İnsanın başta kalbi olmak üzere kahir azasının piyasaya ehil
olmadığı bir halk, piyasa toplumu olmaz… Modern uygarlık, bu açıdan
insanoğlunun topyekûn turnusolüdür, imtihanı olacaktır.
Buralar devlet eliyle eğe büke,
devrile çevrile oluşturulan bir piyasa toplumudur…
Kendi zahiri dinamiklerinin
işaret ettiği derinlikte bir şey olmuş olsaydı, güncel “süreç” ve benzer
süreçler yaşanmazdı… İçimizde taşıdıklarımız yüzünden kaç yüzyıldır
yaşadıklarımızın hesabını görmek için artık çok geçtir… Geçmişi “süreç”ten,
hususen terörden sonra ve başka gelecekler tahayyül ederek konuşabiliriz. Konuşur
muyuz? Orası da şimdilik meçhuldür…
Devlet eliyle oluşturulan bir
yapısı da olsa bu ülkede ahlâken insanların birbirine piyasalar aracılığıyla bağlandığı
bir toplum yaşamaktadır… Hatta ahlaken o kadar ileri bir piyasa toplumudur ki,
yoksullar iş değil, ileride ve ilk fırsatta almayı kurdukları malları seyretmek
için mahallelerinde AVM isterler… Dünya bir piyasadır, piyasada arz eden ve talep eden olur; bizim
toplumumuzda bu piyasanın bir parçasıdır… Ama daha çok tüketiciler kanadına
mensup bir toplumdur!
Piyasa toplumunda ilişkiler,
piyasa aklıyla işler…
Akıl pazarı kurulsa, herkes
yine kendi aklını talep edermiş…
Bence doğru, insanlar onun için
“Filanın aklı bende olsaydı...” değil, “Şimdiki aklım olsaydı…” diye
hayıflanırlar… “Sürec’in âkîlleri”ne itirazlar, kendi aklını başkalarından
üstün görmekten kaynaklanmaktadır! Ancak burada kurgusu muhal bir “akıl pazarı”
kurulmamış; pazarın yani “piyasa aklı”nın gereği yerine getirilmiştir...
Kitleler, toplumun tarihî
tecrübesinin ürünü “ideal kültür” ideaları ile değil, “popüler kültür”ün popları
ile yürür, yürütülür…
Bu yüzden sürecin âkîlleri çok
isabetlidir!
Seçkinliğine istinaden seçilmişlerin
akıllarına rütbe vermek gibi bir derdim yok… Sadece belirlenirken iki ölçüte göre
seçilmiş olduklarını söylemek istiyorum!
İki ölçüt: Sahalarında âkîl
olmak ve popüler olmak; illa ki popüler olmak…
Bu şahıslara itiraz edenler
arasında yahut dışında daha âkîller mutlaka vardır ama muhtemelen popülerlik
katsayıları kısa gelmiştir; reyting, satış oranı, görünüş vs. yani…
Farkında mısınız, mezkûr âkîllerin
bazıları toplumu daha yeni tanımaya başladılar ve gerçekten akıllandılar,
popülist sözler etmiyorlar…
Sorumluluk akılsız insana bile denge
getirir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder