25 Haziran 2014 Çarşamba

TÜDEMSAŞ MÜNASEBETİYLE

Çok becerikli insanlarsınız…
Kimlersiniz? Bunu elbette bu şehirde bilenler var… Kişiliksiz, hünersiz insanlarsınız. Her makamda olabilirsiniz; taşradaki tipleriniz de aynıdır, merkezdeki tipleriniz de… Bir şekilde partizanlıkla, üç paralık servet, beş paralık kariyer sahibisinizdir ve ona sülük gibi yapışır asla bırakmazsınız. Dünyanın fani, ölümün ani olduğu aklınıza bile gelmez; her türlü kumpasa sırf nefsiniz, obez egonuz için girersiniz. Hiçbir konuda fikriniz yoktur, içinden geçeni asla söylemezsiniz. Böyle bir insan ırkısınız işte…
Biliyorum, içinizden “Aaa benim tipimi çizmiş!” diyorsunuz ama derhal bir araya gelip şebeke halinde birbirinizi muhteşem insanlar olduğunuza ikna ediyorsunuz…
Üniversitede yaşanan şu olağanüstü MADENCİLER PARKI meselesinde olduğu gibi… Kahir oyla milletin gösterdiği teveccühü nasıl da satıyorsunuz ve şebeke halinde birbirinizin ayıplarını örtüyorsunuz. Eski defterleri açacak değilim ama bunların unutulacağını da kimseler zannetmesin… Sahi belediye, siyasi partiler, iktidar saplaması ve akademik cemaat olarak normalde belki mümkün olan MADENCİLER PARKI meselesi nasıl bir korsan faaliyetti? Korktunuz değil mi, o yalakalığınızın ve yalamalığınızın açığa çıkmasından. Kamuoyu bilmez ama dileyene belge ve fotoğraflarıyla anlatırız; ıskalamadık ama bu vasatta söz söylemek bazen manasızlaşıyor. Ama şu kadarını söyleyeyim siyasi, akademik ve iktisadi cemaati bu kadar uyumlu çalışan ve birbirine benzeyen başka bir şehir bulamazsınız…
Doğru yapılanın yanında olmak, yanlışa mani olmak sizin kitabınızda asla yer tutmaz mı?
Şimdi sıcak bir mesele var!
TÜDEMSAŞ’ın taşınması gündemde. “Gündeme bomba gibi düştü!” demek de mümkün ama öyle değildir, bu hesaplar baştan beri vardır.
Danışmanından, yardımcısına bu dünyaya sadece kendini başkalarına kabul ettirmek için yaşayan bu “köle ahlakı”ndan bir şey beklemem ama yine de sözümüzü söyleyelim: Kayda geçsin, yerin altı da var…
Tamam TÜDEMSAŞ taşınsın ama buranın yerine merkezden talimatlı ve destekli, sadece belli bir güruhun behimî arzu ve azalarının keyfine hizmet etmesin…
Burası tüm şehrin ortak malıdır ve tüm şehre hizmet verecek büyük bir park yeri olmalıdır…
Birileri hadsizlikten sakınsın, şehir halkı da tam teyakkuz haline geçsin.

Şimdilik bu kadar, umarım ters şeyler yaşanmaz!

10 Haziran 2014 Salı

HİZMET İLMİHALİ VE İSYAN AHLAKI

Aslında tek maddelik ilmihal: Müslüman olacaksın ama sadece kendine…
Af buyurun buna Müslüman olmak denmez; buna müslüman takılmak denir…
Başkaları, yani diğer Müslümanlar, terbiye edilmeye muhtaç varlıklar, hatta cehennemlikler. Hizmetin Şefi’ne tabi olmamak zaten, cehennemlik olmayı gerektirir. Hayır uydurmuyorum, bunu bizzat bana söylüyorlar; polemiğe girmedim ve zaten böyle bir şeye girecek yüreğe sahip değillerdir, kıyıdan köşeden laf sokuşturuyorlar. Cevap verince hemen geri çekilip başka bir müzevvirliğin, peşine düşüyorlar; namert oldukları kesin…  “Kutb-ul Aktap” gibi bir makama sahip olan şefiniz olursa, kendine Müslüman olmak da Allah’ın ve Peygamberin emri olur…
Şu an tek argümanı yolsuzluk; bununla kendilerinin sağlam yollu olduklarını yaymaktan başka bir amaçları yoktur. Yahu bu hükümet on yıllık, sizin maceranız daha eski, sadece mezhep genişliliğiyle izah edilebilir ve içinde İslam’ın gayr-ı meşru addettiği her fiili barındıran denizaşırı ticaret ve eğitim faaliyetlerinizi kimse büyütece yatırmadı. O ötekileştirdiğiniz diğer Müslümanlar size daima hoşgörüyle baktıkları için, ayıplarınızı örttüler… Dinleme faaliyetleriniz gösteriyor ki, Türkiye’de insanların ayıbından kâr hane kuran tek Müslüman cemaat sizlersiniz…
Bunu daha önce de yazdım, oturup başka kaynağa ihtiyaç hissetmeksizin Şefin temsilcisi konumundaki adamlarının söylediklerini sosyoloji ilminin sınırları içerisinde hem de. İlim size sadece, kamuflaj ve unvan aracı olarak lazım; onun dışında asla yanından geçmezsiniz. Mutemet yazar Abdullah Aymaz diyor ki: Bizim farkımız, bireyin ortadan kalkması ve hepimizin cemaatin kişiliği içinde erimesi. Özetle bu, merak edenler okurlar… Bunu tabii, övünç vesilesi olarak söylüyor. Müslüman toplumu, topluluğu böyle olamaz; bireyi eriten bir din, İslamiyet değildir. Bireyin eridiği cemaat yapıları, ilkel kabilelerin modern versiyonudur; suç örgütlerinde, askeri yahut operasyon amaçlı örgütlerde birey eritilir; makinenin bir parçası haline getirilir. Bunu sosyolojik açılımı cemaatin kendi kendine tapınmasıdır: Gülen teşkilatı kendi kendine tapınan bir makinedir. Bari bunu İslamî olarak tanıtmayın… Üstelik cemaatin içinde erimiş ve benim de tanıdığım pek çok entelektüelin şu günlerde özgürlüğe vurgu yapmaları, demokratik taleplerde bulunmaları gülünç olamayacak kadar zavallı bir taktik iki yüzlülüğüdür. Birilerini “İsyan Ahlakı”na çağırmaları bazıları için cahillik, ama Ekrem Dumanlı gibi biri olunca provokatörlük olur. Mekanik bireyler isyan etmezler, isyan etmeleri için emredilir.
Cemaatin hoşgörü gösterilmesi mümkün olmayan ve ötekileştiren yapısını ve boyutunu anlamamıza imkân verdiği için başta Zekeriya Öz ve gaza arkadaşlarına ben kendi adıma minnettarım. Şimdi, en ufak bir eleştirimizde “İyi ama yolsuzluk var!” diye cevap veren ve herkesi partizan konumuna sokarak etiketleyen arkadaşlara şunu söylüyorum: Yolsuzluk olabilir ama bu samimi olarak cemaatin ilgileneceği bir konu değildir, bu yapının böyle bir ahlaki temeli yoktur.
Yolsuzluk davaları cemaatin kalem ağalarının da söylediği gibi kapatılmayacak ve hukukun önündedir. Siz yüreğiniz yiyorsa ve benzerleri gibi aforoz edilmekten korkmuyorsanız, bir satırcık olsun “Öteki Müslümanları” değil de kendinizi bir gözden geçirin. Bu satırların yazarı, arkasında cemaat, örgüt bulunmayan sıradan bir “birey”dir; hesabını tek başına veremeyecek adamlar Müslümanlığını gözden geçirsin…
Son olarak şunu da söyleyelim, en hazzetmediğim davranışlar içinde olan Müslüman bile kardeşimdir; ama asla diğerlerini ötekileştirip, kendini dünyanın hakimi gibi görenlerle kardeşlik şöyle dursun, komşu bile olmak istemem…
Evet isyan…

9 Haziran 2014 Pazartesi

AZGIN ATIN SİKKESİ

"Azgın atın sikkesi döner kıçına saplanır!"mış...
Sikkenin başka anlamları da vardır. Bir anlamı da: Atları zincirle çayıra bağlarlar, zencirin ucunda da ucu sivri uzunca bir demir vardır, yere çakılır, işte ona sikke derler. At çevresindeki otları kökünden biçer gibi yer. Sonra sahibi sikkeyi söker başka bir yere çakar. 
Ben bu atın yerini değiştirme işini çok yaptım ve tabii atım azgın değil; tersine munis ve biraz da oyunbazdı. Aynen akran çocuklar gibi oynardık.
Temaşa ediniz siz de, azarken azarken enerjisini zaptedemeyen atın başına geleni... 
Yarıçapı zencirin uzunluğunda bir daire çizer, otları tüketir. Arsız ve sabırsızdır; yerinin değiştirilmesini beklemez, sür'atle zencirini yerden çekip söker... İvme kazanan sikke de havada vınlaya vınlaya gelir kıçına saplanır... Arsızlığı geçmemiştir belki ama, bir daha aynı işi yapmaz; balık değil, at bu...
Anlatıldığına ve bir darbımesel suretinde kaldığına göre, bir hakikâti vardır...
Ben de o gerçekliğine dayanarak anlatıverdim...
Ala sabah aklıma geldi işte...

8 Haziran 2014 Pazar

DİKEY DEVLET DİKEMEZSE PARALELİ DİKİLİR

Siyasetin felsefesini de, sosyolojisini de okur, okuturum. Lazım olduğunda söyleyecek sözümüz vardır ve boldur. Var ve bol olduğu için de çoğu kez susarım; söylesem de cari “gazeteci mütefekkir” vasatında kimseye faydası olmaz, bana ise zarar verir. Şu kadarını söyleyelim: Siyaset, seyis kökünden türetilmiştir; seyis at terbiye eder. Öyle ise işin terbiye ile alakası vardır. Terbiye edilmesi gereken, katı dünya gerçekleridir; katı dünya gerçeklerini en rasyonel bir biçimde yumuşatıp, uygulanabilir hale getirmek, insanın yararına işler hale getirmektir siyaset. Başka şekillerde de ifade edilebilir, şu an bununla iktifa edelim…
Bir de siyasete yüklenen çarpık, avamî ama işe yarar bir anlam vardır. İktidara sahip olmanın yollarını en iyi şekilde kullanarak, idare etme şansına sahip olmak ve onu sürdürmek… Buna ben siyaset değil, iktidarda olma/kalma teknikleri derim. Bu tür teknikler, iletişiminden, bilişimine uzmanlar tarafından sürdürülür… Siyaset ilmi yahut felsefesi elbette bunun dışında bir şeydir. Çağdaş imkânları da kullanarak iktidar şansını artırmak mümkündür; yönetilenleri memnun etmediğinde, yönetenin iktidarı sürdürmesi ise mümkün değildir. Bazen üç gün çok uzun bir süredir; bazen ise on yıl çok kısa bir süredir. Zaman, muhatabına göredir; tek insan için ayrı, toplum için ayrı işler…
Mevcut iktidar son seçimlerde de görüldüğü gibi halk tarafından onaylanmıştır. Yüzdesi, oranı meşru sınırlar içinde neyse odur, konumuzun dışındadır. Bu husularda söylenecek her şey, günümüzde demokrasinin her ülkede tartışılan yanlarıdır. Son seçimlerde ortaya bir darbe teşebbüsü, bir de paralel devlet yapılanması ile giren iktidar, teknikleri yerinde kullanmış olabilir; ama bence esas, halkın yaşananları okuma tarzının böyle bir sonuç çıkardığıdır. Öyle ise siyaset, netice itibariyle reel ile alakalıdır ve “halk”ın tercihlerini anlamayı gerektirir. “Anlamak” ciddiyet ister, ne yazık ki bu ülkenin son model aydını çoğu kere anlamaz, anlasa da palavra atmak işine gelir. Atış yapma serbestliğini, tuttuğu taraf vermiştir; hakikat değil…
Paralel yapı var ya da yok; şu an konumuz o değil. Bir yapı yoksa da, bir “paralel faaliyet” var ve tabii paralel faaliyete imkân veren bir “boşluk” var. İktidar, pek çok iktidara nasip olmayan bir kuvvetle, meclis kuvvetiyle pek çok “yapısal” devrime girmiş, bazılarını başarmış; bazılarını da başaramamıştır. Bazılarının ise hiç farkına varamamış, akıllarına geldiyse bile henüz hiçbir eylemde bulunulmamıştır. Çok mu? Evet çok… Ben burada sadece paralel faaliyetlerle açığa çıkan birkaç noktayı belirtip, gerçek anlamda siyaset yapılması gereken alanlara dikkat çekeceğim. Kendini koruma ve iktidarda kalma refleksiyle kasıldığını müşahede ettiğim iktidar partisi ve yöneticilere faydası olur mu bilmem ama ben millet için lazım olanları hatırlatmış olayım. Kendini müdafaa refleksi içerisinde gördüğüm ve üretkenlikten nasipsiz Ak Parti parlamenter ve teşkilatlarının da okumasında bir mahzur yoktur.
1.    Eğitim alanında pek çok yetersizlik ve bu yetersizliklere tedbir alamama paralel bir eğitim faaliyetine imkân alanı açmıştır. Cemaat evleri mekanik bireyler yetiştiren, zekâyı üretkenlikte değil, teknik alanda işleten berbat birer eğitim kurumudur. Bu eğitim kurumları, aynı zamanda üniversite öğrencilerini koruyan, sahip çıkan bir önemli görevi yerine getirmiştir. Dikey Devlet olarak siz neredesiniz, neredeydiniz? Dersaneler de aynı şekilde mütalaa edilebilir, ayrıca üzerinde durmaya gerek yoktur.
2.    Dış politikada bir yenileşme olduğunu, hariciyemizin manevra kabiliyetinin arttığını kabul ediyorum. Ama özellikle Türk Cumhuriyetleri ile, paralel faaliyet gösteren örgüte benzer temaslar kurmak hiç mi aklınıza gelmedi. Kenya’da ABD liderinin akrabalarını bulup, onlarla iş münasebeti(!) geliştiren zekâya da lütfen saygı duyun. Türkçe Olimpiyatları gibi bir buluş ve organizasyon, devlet adabımıza yakışmıyor mu?
3.    Ak Parti’nin il il bütün milletvekilleri ve teşkilatları, genel merkezi de öyledir sanırım… Paralel faaliyet alanında at oynatanlar emniyet, üniversite ve diğer devlet kurumlarında kendilerine faydası olacak insanlarla temasa geçerken; iktidarın organları bu tür insanlardan uzak durmayı tercih etmiştir. Bugün Ak Parti denilince hantal, bakan ve milletvekilleri etrafında halkalanmış bir sosyete ile yoluna yürüyen bir yapı aklıma gelmektedir. Ak Parti’nin “Benim adamım” diye sahip çıktığı yetenekli insanlar yoktur; tam tersine kapalı, kendine güvenmeyen insanlardan oluşmuştur. İktidarda kalmak için mücadele yerine, ülke yararına istifade edilecek insanları tespit edip onlarla temasa geçmek aklınıza gelmez mi?
4.    TÜSİAD benzeri MÜSİAD’ın da bir harf farkıyla hayata geçirilmesinin kifayet etmeyeceğini, paralel faaliyetle organize çalışan iş adamları göstermiştir. Müteşebbislerimiz bugünün dünyasında çok hareketli olması gerekir, bu konuda noksanlılar mevcuttur ve paralel faaliyetlere yakın duran iş adamlarının başarılarından devlet olarak ders çıkarmak gerekir…
5.    “Bizdencilik” anlayışının ne sonuçlar doğurduğunu paralel yapı, her kurum ve kuruluşta insan devşirerek göstermiştir. Bu iktidar daha kuşatıcı bir “Biz” bilinci geliştiremediği gibi, liyakat yerine “Hamili kart” uygulamasını tercih etmiştir. Kendi getirdiği bürokratlar ise, rutin faaliyetlerle koltuğuna dikey oturan şahıslar olarak “seyirci” kalmayı tercih etmişlerdir.
Bu konuları, sayfalarca yazmak mümkün ama işin esasını söyleyeyim: Paralel Faaliyet gösterenler, Dikey Devlet’in yerine getiremediği görevleri yerine getirmişlerdir; doğrusunu yanlışını bir kenara koyarsak büyük bir işlev üstlenmişlerdir. Paralel faaliyetlerden öğrenilmesi gerekenler bir tarafa bırakılıp, sadece tasfiye işine girişmek uzun vadede milletin yararına olmaz.

İktidar, kendini sürdürmenin pratik tedbirlerini ve eylemlerini sürdürürken; “Paralel Yapı”yı doğuran eksiklikleri, bozuklukları bilmek, bulmak ve gidermek zorundadır. Siz “boş” olursanız, dolu olan mutlaka çıkar; “boşluk” bırakırsanız, o boşlukları istenmeyecek bir tarzda, hatta ülkenin aleyhine dolduranlar çıkar, çıkmıştır…

6 Haziran 2014 Cuma

“KELİME HAVUZU”NDAN YOLSUZLUK ÇIKMAZMIŞ DEMEK Kİ

Evvelâ yolsuzluk denilen fiilin, neredeyse zina isnadındaki girdili çıktılı ispata benzer zorluklar vardır… İsnadı kolaydır ama yolsuzluk ispatı da, yolluluk ispatı da hukuken kolay değildir.  Veren-alan olunca iş bitmiyor… 17 Aralık harekâtına, ilke ve beyanatıma sadakatle daima karşı oldum. Bazı “mızmız”ların sert bulduğu netlikle aynı gün: Bu bir darbe teşebbüsüdür, ancak başaramamışlardır, sürecin sonunda ABD Büyükelçisi Riki gidecek, FG Türkiye’ye iade edilecektir demiştim. İlk gündeki kararımdayım; birinci kısım tamam, öbür tarafı tutmasa da olur; riki gitse n’olacak, miki gelse n’olur.
Darbe teşebbüsünün sağ kesimde açtığı fay kırılmasının etkisi sürer; unutulmasın kırıklar, enerjilerini de boşalttılar. İlk defa mülayim, mütebessim çehrelerin adrenalinleri yükselince nasıl celallendikleri, içlerindeki enerjiyi bazen azgın bir biçimde saldıklarını da görmüş olduk. Bence bu önemli bir tecrübedir…
Darbe tutsaydı ve başbakan ve kabine aynı gün der-dest edilip “Yassıada” yahut benzeri bir yere tıkılsaydı, işlem tamamdı… Asaletli darbelerden tasdikli hâkimlerimiz anında yargılar, gazeteler vasıtasıyla hükümet üyelerinin Merkez Bankası’nı soyarken resimlerini basarlardı, iş olur biterdi. Bugünün teknolojisiyle işte bu mümkündür; inandırıcı da olabilir; bir de hazırkıta bekleyenler sokağa dökülürdü kimse gık çıkaramazdı. Darbe Mahkemesi kurulamadı, iş normal mahkemeye kaldı. Normal mahkeme dijital kayıtlarla, tapelerle kolay kolay karar veremez; bu kayıtlar illegal yoldan alınmışsa iş daha zor… Bir de suçlanan benim gibi bir taşra gazetesi yazarı değil, ülkenin başbakanı ise mümkün değildir.
Hâlâ dört ayağının üstüne düşüp, yolsuzlukların varlığı konusunda ısrarlı olanları anlıyorum ama ben “normal hukuk mahkemeleri”nde işin nasıl olacağını söylüyorum. Sizin birilerine yolsuz demeniz, onların da size yollu demesi bir ön ve iç yargıdır; bu ön ve iç yargıları medya yoluyla algı operasyonuna da döndürebilirsiniz. Bunun da şartı darbedir ve hem de çok kuvvetli darbedir… Böyle bir operasyon sonucu ABD’nin Irak’a sırtlanlar gibi çöktüğünü unutmayın…
Şu an 6 Haziran 2014, saat 17.30 ve TÜBİTAK Başbakan ile ailesinin kayıtlarının sahte olsuğunu açıkladı. Rapor şöyle:"Yapılan spektrum incelemesi sırasında tespit edilen, kaydın içinde gözlemlenen çok sayıda 'çıkıntı' bu kaydın çok sayıda farklı kayıttan yararlanılarak oluşturulmuş bir montaj olduğunu ortaya koymaktadır. Montajda dikkat çeken bir husus, konuşma bütünlüğünü sağlamak için sadece tüm kelimelerden oluşan bir montajdan farklı olarak, kelimelerin dahi parça hecelerden oluşturularak, istenen yeni kelimenin türetilerek ortaya çıkarıldığı ilginç bir uygulama ortaya konmuştur.”
“Mustafa Yeşil’in askerleri” ince çalışmış anlaşılan. Hazret, bizzat El Cezire’ye, 2010 yılından beri hazırlandıklarını söylemiş ve bir enerji birikmesinden bahsetmişti. Demek ki, cümleleri kelimelere bölmüşler, kelimeleri hecelere ve sonra operasyon için düğmeye basmışlar; yani düğme olarak sivil cunta baş ve azalarına basmışlar…
Duyuyorum ve hâlâ “Ama yolsuzluk var!” diyorsunuz… Doğru olabilir ama kin ve nefretinizin boyutlarını da biliyorum, nerden bileyim kinle mi adalet duygusuyla mı böyle celalli sözler ediyorsunuz. Sizin de güya yolunuz var, yollusunuz ama o da izahtan ve ispattan varestedir…

MİLLET VE MİLLET

Millet sürü tabii efendim(!), ama en azından koyun sürüsü; koyun temiz bir hayvandır. Millete "sürü" benzetmesi yapanlar, olsa olsa sürüngene benzetilebilir. Gerçi onlara da yazık, kendilerince hâlleri, lisan-ı halleriyle yerine getirdikleri mesaileri vardır...
Peki, millet neden sürü?
Bu kafadanbacaklıların kıymetini takdir edemediği için...
Oysa takdir ediyor ve kendine "sürü gözü"yle bakanlara Dünya Bankası uzmanlarından WP gazetesinden daha  doğru okuyor... İşin bir başka tarafı da şu: Bu benzetme içinde hayvanî bir kin barındırıyor; parçalayıcı ve bölücü bir kin... Aslında başka bir milletten olabilirler ve ancak böyle izah edilebilirler; ama o da değil... Çünkü bir aidiyeti olması insanın, eğer iradesi ile ise onu başka bir millete düşman etmez; aidiyetimiz iradî tercihimiz değildir... Bir ihtimal daha var, gayr-ı insanî bir varlık olmaları...
Başka ihtimal de aklıma gelmiyor...
İnsanlık içinde bir yeriniz olması için en yakınından başlayarak, en uzağına kadar ait olduğunuz insanlık âlemine saygı duymayı öğreneceksiniz. Önce o adımı atmadıktan sonra, zorunlu mekân birliği bizi, beni mesela, bu tiplerle asla yakınlaştırmaz... Bu zevatın “hümanizma”yı kucaklamaları, kendi ülke ve insanına hayın bakmaları ise artık müktesep vasıfları hâline geldi…
Millete “sürü” teşbihinde bulunanların tam zıddı bir yere, aşırı yüceltip “Bizim Millet, en büyük millet!” muhabbetini konuşlandırabilirsiniz. Milletler insanlardan oluşur ve insan kendi iradesiyle bir millete mensup olmaz… Nerede doğmuş ve yetişmişsek o aidiyet üzerine yaşarız. Bilinçli olarak bu aidiyeti red, kabul söz konusu olabilir. Bir insan kendi aidiyetini reddetse bile, kimliğin dış unsuru sosyal bir realite olarak karşısına dikilir. Samimi ihtida etse de adı “Dönme”ye çıkar; kimi dönme der arkasından, kimi dönmemiş. Bunun, tarihimizle doğrudan alakalı olduğunu düşünüyorum, kavmi ile dini tefrik edilemez…
Başka bir zaman açmak kaydıyla bir noktaya ufaktan dokunup geçeyim. İslamiyet ruhbana değil, kitaba dayandığı için kurumlaşma niteliğine sahip değildir. Böyle olunca da yabancılaşan Müslüman kimlikli bazı insanlar İslamı, hristiyanî bir süzgece tabii tutup deist, ateist olabilir; hatta Türk kaldıklarını da varsayarak başka dine geçebilirler. Bu geçicidir, zaman içinde Türk kalamazlar ve onlar da dinî aidiyet kurdukları toplum tarafından “Dönme” olarak adlandırılabilirler. Böyle şeyler yaşanır, yaşanmaktadır…
Millet insanlardan oluşur ve insanların ahlak ve kişiliklerinden farklı bir kader yaşayamazlar. Bu yüzden “millet dalkavukluğu” içinde pek çok tehlikeyi barındırır. Kişi kavmini sevmekte hür, sevmesi de pek tabiidir ama muaşerette adalet ve namus esastır.
Milletini eleştiremez misin? Babanı eleştirirken nasıl edepli ve ölçülü olman gerekiyorsa, aynen o çizgi tutturmak kaydıyla. Aslını inkâr eden haramzadedir; yok haramzade değil de ağzını doldura doldura “Bu millet adam olmaz!” demeyi sürdürüyorsa, millet dışı bir varlıktır; yani kesinlikle insanlık dışıdır… Nefretle doludur ama bu nefretini siyasi yahut ideolojik bir sahtekârlıkla örtmektedir.

Kimseye “Go home!’” demem tabii, “tahammül mülkü” iddiamla ters düşerim; sadece terbiyeli olmalarını tavsiye edebilirim…

4 Haziran 2014 Çarşamba

HİÇ KAYBETMEYENLERE AĞIT

                                   "Küçük Prens'in hatırına..."
Ey âlemi olmayanlar dünya içinde
Sandıklar içinde meleşen kuzular
Ey kuzusunu ararken kurda düşenler
Uçsanız rüyanız yok konsanız çölünüz…
Kaybedemezsiniz çünkü yolunuz yok.

Evleriniz yönünü bilmez elleriniz önünü
Ezberden okursunuz dünden bugünü
On soruda mutluluk yüz soruda metafizik
Tezgâhlar açık büfe tercih çoktan seçmeli…
Cevaplarla dolusunuz sorunuz yok.

Hatıranız her celsede güncellenmeli
Adaklar sunmalısınız kâğıttan kalelere!
Uçuşurken genleriniz konfetilerle
“Hanimiş bana!” demeli süt dişleriniz…
Çocuk olursunuz çocukluğunuz yok.

“Mutlak gülmelisiniz öğünler arasında!”
Bu bir uzman öğüdü: Uzatır ömrünüzü
Ölüm çatırtılarla düşmeden çatınıza
Gıdıklamalı sizi bir kahkaha böceği…
Gülersiniz… Gülüştükleriniz yok.

Ey âlemi olmayanlar dünya içinde
Ey ruhlarını gözlerinden akıtanlar
Ne bileyim kimsiniz kimlerdensiniz
Meleşen de benim kuzusunu arayan da…
Açıktayım belki düşen de benim kurda.

Yoluna zor yürüyen bir gezegeniniz var
Gökten size göz kırpan bir yıldızınız yok.

BU KONU WALDO’YU EMERSON'U IRGALAMAZ

“Waldo Sen Neden Burada Değilsin” yahut "Emerson sen neden buradasın?" gibi artistik ve Frenk berduşlarının kendi iç buhranlarıyla ilgili numaralar bana işlemez. Orda olsan n’olacak, olmasan n’olacak? Bize sorulacak olan şey, nerede olduğumuz değil, neden bulunduğumuz yerde olduğumuzdur…
Uzatmayayım…
Konu cemaat ve iktidar meselesi…
Eskiden sol ve sağ diye bir şeyler olurdu ve ona göre de taraflar belirlenirdi. Şimdi Türkiye’nin ibresi oldukça sağa çark etti sağ-sol unutuldu ve cemaat-iktidar meselesi haline geldi. İktidar sağ olduğuna göre, cemaat sağdan başka bir şey olduğunu varsayıyor. İşte o başka bir şeyin adını koyarken de, net olan bir şey yok. Kur’an dışı her şeyle bağlantısı kurulabilen, tarihin ve bizim topraklarımızın tanıdığı Batınîliğin en saf uygulamasından ibaret bence… Ortodoks tarikatların hiçbirine benzemiyor; soysuz-silsilesiz; tepeden indirme ve üzerine çalışılmış bir örgüt. Cemaat, hizmet filan laf; akıl alamayacak kadar geniş mezhepli ve milyarlarca dolara hükmediyor, uluslararsı medyayla, haberalma teşkilatlarla içli dışlı; daha önemlisi kendilerine tapınan bir örgüt… Bir dönem “kaşkül-ü fukara” ekonomisiyle büyüdü şimdi, banker, işadamı, bürokrat vs. oldular; “kaşkül” boş kalmasın diye aracı eğitim kurumları vardır, vitrinden ibarettir. İhtiyaçları yok artık; ayrıca bir defa kararmaya görsün, kara ekonomi kaynakları bu tür örgütleri besler, besliyor…
Üstelik korku da salıyorlar…Çok da ilginç tehdit yolları var, cehennem ilk sıra ama sadece o kadar değil;  her yol serbesttir, çünkü meşruiyetlerini tapındıkları örgüt belirler. Buradan bu konuda söyleyeceğim elbette çok şey var ama derdime kimse ortak olmaz; iktidar partisi mesela dönüp bakmaz bile, onlar tatlı hayat yaşarlar ve söz söyleyen herkesi rakipleri görürler… Bakarlarsa zaten bana ayıp olur, siyasetle aramdaki hat daima gergin kalsın… İktidar Medyası denilen gazetelerin, içlerinde taşıdıkları farklı sapkınlıklar nedeniyle, şahsıma karşı mendeburca tavırları şimdilik kenarda dursun. Günü gelince o da dile getirilebilir. Anlayacağınız “İp üzengi, tahta teber” karşınızdayım… İyi okuyun ve doğru anlayın; bir de direk temasa geçin, yumuş oğlanlarınız ayağıma dolaşmasın, çok terbiyesizler çünkü… Bana, kendi fırkalarındakilere benzer bir entel gibi davranmaları da, kıyıda bucaltaki sözlerimi kurcalamaları da çok çirkin kaçmaya başladı...
Cepheden ve yüz yüze olmayan düşmanlıklarından dolayı da kimseyi kanuni açıdan suçlayamam. Af buyurun ama hayatı, ulan yavşaklar, ben de sizin kadar önemserim, amma ki, ölümü ondan daha çok önemserim! İftira, yalan gibi şeylere tevessül etmeyin yeter…
Hani neredeyse iki taraf varmış gibi algı yaratma peşindeler: İnsanlar sanki cemaatçi yahut iktidarcı olmak zorundalar. İşte bunun adı operasyonel yaklaşımdır, algı operasyonudur. Konu iktidar değil; cemaat örgütüne karşı k,msenin siyasi duruşuyla hiçbir ilgisi yoktur. Kaldı ki cemaatin sabit bir siyasi duruşu da yoktur; Moşe Dayan’ın partisini bile örgütün çıkarları uğruna destekleyebilirler. Bu yapıyı felsefesinden, dinine, örgüt yapılanmasına itirazım var; sağlam karinelerim de mevcut. Çok uzun yıllar bölücü bir kuvvet olarak ülkemizde sürecek bu örgüt; başlarındaki ruhban cennete (O kesin) gittiğinde de sürecektir… O günleri görürsek hem seyreder, hem konuşuruz…
Uzatmayayım…
17 Aralık darbe teşebbüsüdür, en ufak bir şüphem yok… Bence en tehlikeli darbe teşebbüsü idi; dış ortaklarına bakmam yeterli… Milletin selameti için, bu örgüte muhalefeti ibadet biliyorum. Şimdi iktidar yanlısı diyebilirler ama Hz. Google bir bakın ve Başbakana yazdığım lahikaları bir okuyun derim…
Peki, iktidar yanlısı mıyım? Yanlısı değilim, konu iktidar ve muhalefet olmakla ilgili bir frenk soytarılığı değildir; Olmakla ilgilidir. Ve ben bu nedenle, bugünün iktidarına, gelecek her hangi bir iktidara; iktidarın kimliğine bakmaksızın destek olacağım. Cemaatimsi örgütün/örgütlerin de karşısındayım ve karşısında olacağım; çünkü iktidarlar ne kadar çirkin işler içinde olurlarsa olsunlar, hayalet değildirler; değiştirilebilirler... Cemaatimsi ve hele hele batınî yönü, zahirinden fazla olan örgütler ise, sadece suç makinesi potansiyelidir.

Bizim Sivas Yazıları, 4 Haziran 2014