19 Haziran 2012 Salı

“MEZO”LAR DA AĞLAR



“M” harfini vesaire yerine ikame, Türkçenin tatlı bir özelliğidir. “Ortalığa talan malan hâkim oldu!” dediğinizde aslında talanın varlığını ama söylenenden fazlası olduğunu kestirmeden ifade etmiş olursunuz. “Benim yalanla malanla işim yok!” demişseniz, yalana eyvallah etmediğinizi, hiç ama hiç etmediğinizi vurgulamışsınızdır. Derdim bu dil inceliğini anlatmak olsaydı, ortaya nüktelerle fıkralarla örülmüş bir keyif yazısı çıkardı ama nicedir bol köpüklü bir orta kahve içmedim.
“M” harfi benim için vesaireden çok fazla birşeydir.
Gençlik yıllarımızda bir yerde soldançarklı bir örgüt kuruldu mu, bizim cenah; hemencecik iadeli taahhütlü karşılığını verir, çoğunlukla da “M” harfini kullanarak bir dernek patlatırlardı. Tabii sağcılara “dernek” çok yakışmazdı; “birlik” demeyi evla görürlerdi. “Ortanın solu” kadar muğlâk bir sağcılık, yetmişli yıllardan sonra Müslümanlığın ülke sathındaki derinliğini keşfetti. Çoğu dış temas ve tercümeler sonucunda ileri derecede radikal hatta devrimci söylemler bile dolaşmaya başladı. Çok olumsuz ve umutsuz olmasam da bunun büyük oranda aldatıcı olduğunu; Türkiye şartlarında “sağcılığın yağcılık, solculuğun da karakolculuk” tan başka bir şeyi henüz vaat etmediğini kerrat ile dost meclislerinde söylemeye çalıştım. Ama doğrusu, o günlerde böyle şeyleri konuşmaya elverişli samimi bir iletişim yoktu. Birileri, en masum soru ve tepkilerinize imkân tanımaz, dışlama taktikleri uygularlardı.
Çok uzak örneklere gerek yok, çevremdeki radikallerin nasıl iktidar nimetleri için “Radoş”laştığını, devrimcilerin evrim geçirerek “Yumoş”laştığını yakinen müşahede ettim. “Köle ahlakı”nı benimsemiş insanların az ya da çok iktidar sahibi olduğunda, ortaya çıkan kifayetsizliklerini seyretmek hep hüzün verdi. Tabii bu arada “Post-modern” sürecin, halk üzerinde yarattığı dehşetin de bu çarpık, kişiliksiz, bazen haysiyetsiz yapıya destek ve katkısını unutmamak gerekir. Ben sağcı yahut mukaddesatçı (İslam kelimesini incitmekten korktuğum için İslamcı demiyorum) cenahın,  !975’ten sonraki seyrinde en ufak bir inkıta görmedim; bugün dünün, bugünküler dünkülerin henüz inşirah verici bir kıvama erişmemiş devamıdır. “M” harfinin çok önemli bir misyonu vardı, az da olsa hâlâ var… Ama hiçbir zaman bu “M”nin içi doldurulamamıştır. Keskin vaizlerin maizlerin, televole ulemasının mulemasının, Ramazan ilavelerinin milavelerinin, bol ayetli hadisli kitapların mitapların baş konusu olan “Güzel Ahlak”a dair bir vizyon görememekteyiz.
“M” harfine dayanan kuruluşlar yahut birlikler; içinde derviş ruhlu ve son derece fedakâr insanları barındırdığı halde genel hatlarıyla derin bir şuurun eseri değil; tıpkı muhalif görülen ideolojik kesimlere ve çıkar gruplarına karşı geliştirilen ve onların talip olduğuna bir mukabeledir. Kendimi “M”cilerin geçirdiği maceranın dışında görmediğim için, söz söyleme salahiyetimi de dışarıdan olanlar yahut sonradan devşirilmişler gibi iktidar sahiplerinden değil; geçmişimden almaktayım. Elbette bir demler “Aynı yollarda yürüyenler”in bugün ve gelecekte de aynı yollarda yürümesi her zaman mümkün değildir. Ama gençken en dürüst “M” benim için MTTB idi; o samimiyetimi de hâlâ taşıyorum. MTTB rozetini andırdığı için Sivasspor rozeti taktım yakama; çünkü yüreğini ortaya koymanın ne demek olduğunu bir futbol takımı sergiliyor.
“M” harfini kullanma celadeti (!) de aşıldı artık, dinî ve millî künyeler içermeyen “birlik”lerimiz ve vakıflarımız var… “Muasır medeniyet” seviyesine(!)ne daha akredite badem bıyıklarını yülümüş pek çok tıfıl ve onlara ağabeylik eden eski kurtlar da meydan yerinin aktörleri… “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!” nârâsından, muasır medeniyetin cürufatına topyekûn sahiplenme hamlesi, ne müthiş bir terakki(!). Dilerseniz, henüz hayat vadeden şehirlerimizin yeni yükselen orta sınıftan yetme yöneticiler elinde ne hale geldiğine bir bakın. Kızıl meydan’ın alelade taklidi kent meydanlarına bir bakın, insanların konutsuzluklarından istifadeyle dikilen yeni yerleşim alanlarına bir bakın.
DEZO’lar (Yani Devlet Eliyle Zengin Olanlar Organizasyonu), biz “M” reflekslilerin en büyük hasmı gibiydi. Sol ekâbirle aralarında köken birliği olduğu için, “M”ci gençlik, bu kapitalist zümreye acayip diş gıcırdatırdı. Bizim gençliğimizde her sol dernek ve kuruluşa verecek bir cevap bulmak, kuracak bir “M”li dernek kurmak mümkündü. Lakin DEZO’ya karşı bir MEZO’muz yoktu. En başta kentlere akan ve kenardan merkeze doğru yürüyenlerin eğitim, refah seviyesi, dünyaya bakışının değişmesi, ortaya “Orta Sınıf” namzedi bir halk kesimini doğurmuştur. Özal’ın “dört eğilimli partisi”nin merkezini bu kesim oluşturuyordu, Mesut Yılmaz, şerit değiştirince artık “Merkez Sağ” filan da kalmamıştır. 1990 da MÜSİAD’ın kuruluşu tarihi bir olaydır; TÜSİAD karşısında artık bizim de bir “M”miz olmuştu. Sonraki yıllar boyunca “Orta Sınıf” tüm sosyolojik vasıflarıyla,  yükselmiş ve palazlanmıştır. MEZO (Millet Eliyle Zengin Olanlar Organizasyonu), sadece bir örgüt değil, her vilayette az ya da çok varolan yeni bir zenginler zümresidir. Gerçekten millet eliyle mi zengin olmuşlardır? Başlangıçta evet. Halkın büyük kesimi yerli özellikler taşıyan cami, cemaat bilen bu yeni zenginleri işte ve alışverişte ve bazen kazıklanmak bahasına tercih etmişlerdir. Ancak bunlar palazlandıkça sağ iktidarların açtığı imkânları hiçbir muhasebe yapmadan sermayelerine katmış ve büyümüşlerdir. Millete de çok ihtiyaçları kalmamıştır, çoğunun geçmişinde önemli bir yer tutan “M” harfiyle temasları neredeyse kökten kopmuştur.
Bu kesimler, 28 Şubat sürecinin koymuş olduğu “Yeşil Sermaye” ayırımından da uzun vadede kârlı çıkmışlardır. Refah-Yol hükümeti zamanında Refah Partili bir bakanı yazlığında dostlarıyla beraber ağırlayan bu yeni zenginlerden birinin sofrasında ben de bulunmuştum. Hasta olduğumu bahane ettim, kenara çekildim. Zavallı bakan, doğru olanı yaptı ve neo-zengin bir “mücahit” kardeşine iyi niyetle birtakım kazanç ufukları açtı. Bense tuhaf bir şekilde gülümsemiştim, rahatsız oldular. “Kusura bakmayın hastayım!” diyerek durumu kurtardım. Bakanın bilmediğini biliyordum: O zenginlemiş mücahit(!) bakanla iş kotarırken, kardeşini çaktırmadan Doğruyol Partisi’ne kaydettirmiş, oradan da kendini sağlama almıştı. 28 Şubat süreci bunları önce hafiften ürküttü, sonra palazlandırdı. İşçisine asgari ücreti verirken eli titreyen, eleştirildiğinde “Biri çalışmazsa bir başkası gelir!” diyecek kadar insafsızlaşan bu MEZO zenginleri, bırakınız DEZO’ları, Avrupa kapitalistlerinin sahip olduğu insanî duruştan bile nasipsizdir. Görgüsüz, köksüz ve ruhsuz bir sosyete oluşturmuşlardır. Hayır! Ve kesinlikle ortalığın siyasetinin diline doladığı “Jipli” ve “Jipsiz” ayırımı gibi bir şeyden bahsetmiyorum. Çünkü jipli vardır içinde en ufak bir tamahkârlık yoktur; jipsiz vardır dünyaya tapmaktadır. Bu olması gereken ahlâkî derinliği vurgulamak istiyorum. Kimsenin jipiyle, mipiyle işimiz yoktur.
Benim kahramanım olan zengine dönelim. İktidarla içiçedir, işleri tıkırındadır; Cumhurbaşkanına ulaşacak ve takdir yetkisini yönlendirecek kadar da aktif ve girişkendir. Tabii, yukarıda zikrettiğimiz Refah-Yol dönemindeki bakanın bunlara yaptığını, mevcut iktidar da, Cumhurbaşkanı da yapmaktadır. Çok mühim bir fedakârlıkta bulunuyormuş gibi, “MEZO’lar zekât verir!” derler. Bu da gariptir, zekât oranını tayin eden hükümlere bağlı kalarak “Benden bu kadar!” demenin rahatlığıyla, asgari ücreti belirleyen yasaya bağlı kalarak onun üzerine çıkmamak arasında hiçbir ahlakî fark yoktur. Her konuda modern hükümler çıkartan acar ulemamızın, İki Cihan Sultanı (sav) zamanındaki iktisadi şartlara bağlı olarak konulan zekât oranının bugün de sürdürülmesine ciddi bir muhalefeti ve önerisi olmayışı neyle izah edilir? Ancak ve ancak, tencere-kapak ilişkisiyle… Çünkü çok derin fıkıh bilgisi dahi gerekmez, aritmetik bilmek bile kâfidir.
İçinden geçtiğimiz ekonomik kriz önce DEZO taifesini ağlattı. Krizin ciddi olduğunu ve tedbir gerektiğini; aksi takdirde tabii “en başta işten çıkarmalar” olmak üzere yığınlarca tehlikenin kapıda olduğunu beyan etti. Elbette ilk başta işten çıkarmalar gelecektir; bunda kimsenin tereddüdü yoktur. Bu arada MEZO taifesinin hiç sesi çıkmadı dikkat ettiniz mi? Onların iktidarla olan dostane(!) ilişkileri böyle bir aleni tavra izin vermezdi; çünkü artık onlar da rüzgârı arkalarına almış ve DEZOLAŞMA sürecine girmişlerdir. DEZO aslında MEZO’nun hislerine de tercüman olmuştur. Çünkü bir dönemler hasretiyle kavrulduğumuz “Müslüman Zengin” büyük oranda belirmiş, hatta organize olmuştur. Ancak, kapitalizmin haramiliğini dönüştürebilecek “Güzel Ahlak”la olan irtibatını arkada bırakmıştır. Kahramanımıza dönüyorum… Kriz bahanesiyle işten çıkarma işlemlerine başlamıştır; fiyakası âlâ yerindedir. Tabii camiye en son gitmekte, kenar mescitleri tercih etmekte ve en önce çıkmaktadır.
“Çarşaf açılımı” gibi daha pek çok açılımlar yaşayacağımızdan şüphem yoktur. Çünkü tehlike olanın aslında “ahlaken” pek de kendilerinden farklı olmadığını anladığı hasmıyla nizalaşmanın getirisi yoktur. Dezolarla mezoların, zenginlerle menginlerin aynileşmesini medyanın pop sosyologları çok olumlu buluyorlar. Ama benim göğsümde incinmiş bir “M” harfi var. Bütün hakikatiyle ve güzelliğiyle bu harfin hâlâ umut vaat ettiğini biliyorum. “Ak akçe, beyaz baldır ve makam” karşısında sınavını “Güzel Ahlak” ile veren müteşebbisler elbette vardır ve eksik olmayacaktır.
Lafım ortayaydı beğenen alır, beğenmeyen tepeler geçer. “Öz Sermayesi” ile yola çıkmış, ortalıklara düşmeden çalışan, didinen, üreten; altın kafesin içinde de olsa bir derviş gibi yaşayan iş adamları ve zenginlerimiz bu mevzunun dışındadır. Onlar umutturlar ve muhteremdirler. Eee tövbe kapısı da daima açık, daha ne olsun. Ey “M” harfinin gölgesinde bir zamanlar yağmurlu, dolulu havalara rağmen beraber yürüdüğümüz ve umutlandığımız insanlar, size tövbeyi hatırlatmaya çalışıyorum. Müşterek olacağımız tek kapı orası çünkü. Masumuz diyorsanız şaşar ve ürperirim; çünkü o zaman “günah çıkartma” tek ihtimal olarak kalıyor.
Cari iktisadi ahlakın mümessilleri “günah çıkartma” itikadının verdiği vicdani rahatlıkla hareket ettiler. Gayr-ı ahlakî, insanlık ve tabiat düşmanı düzenlerini öylece aklamaya çalıştılar. Tövbe ise kaderi değiştirecek tek yoldur ve “günah çıkarma” ile taban tabana zıttır.

1 yorum:

  1. bir yerde hata yapılmış diyordum bir yerde hata var diyordumda hocam yaşım yetmediği için tam olarak kavrayamıyordum çok şeyi açıklamışsınız saf müslüman var ve saf müslümanları kullanan bir müslüman tarzı daha var malesef ve bu iki müslümanın müslümanlığı birbiriyle aynı değil malesef uçurumlar artmış aradaki , Allah sonunu hayır etsin bu ülkenin ama gariplerin üzerinden birileri ekmeğine sürekli yağ sürmeye devam ederse olmaz hocam ...

    YanıtlaSil