“M” harfini vesaire yerine ikame, Türkçenin
tatlı bir özelliğidir. “Ortalığa talan malan hâkim oldu!” dediğinizde aslında
talanın varlığını ama söylenenden fazlası olduğunu kestirmeden ifade etmiş
olursunuz. “Benim yalanla malanla işim yok!” demişseniz, yalana eyvallah
etmediğinizi, hiç ama hiç etmediğinizi vurgulamışsınızdır. Derdim bu dil
inceliğini anlatmak olsaydı, ortaya nüktelerle fıkralarla örülmüş bir keyif
yazısı çıkardı ama nicedir bol köpüklü bir orta kahve içmedim.
“M” harfi benim için vesaireden çok fazla
birşeydir.
Gençlik yıllarımızda bir yerde soldançarklı bir
örgüt kuruldu mu, bizim cenah; hemencecik iadeli taahhütlü karşılığını verir,
çoğunlukla da “M” harfini kullanarak bir dernek patlatırlardı. Tabii sağcılara
“dernek” çok yakışmazdı; “birlik” demeyi evla görürlerdi. “Ortanın solu” kadar
muğlâk bir sağcılık, yetmişli yıllardan sonra Müslümanlığın ülke sathındaki
derinliğini keşfetti. Çoğu dış temas ve tercümeler sonucunda ileri derecede
radikal hatta devrimci söylemler bile dolaşmaya başladı. Çok olumsuz ve umutsuz
olmasam da bunun büyük oranda aldatıcı olduğunu; Türkiye şartlarında
“sağcılığın yağcılık, solculuğun da karakolculuk” tan başka bir şeyi henüz vaat
etmediğini kerrat ile dost meclislerinde söylemeye çalıştım. Ama doğrusu, o
günlerde böyle şeyleri konuşmaya elverişli samimi bir iletişim yoktu. Birileri,
en masum soru ve tepkilerinize imkân tanımaz, dışlama taktikleri uygularlardı.
Çok uzak örneklere gerek yok, çevremdeki
radikallerin nasıl iktidar nimetleri için “Radoş”laştığını, devrimcilerin evrim
geçirerek “Yumoş”laştığını yakinen müşahede ettim. “Köle ahlakı”nı benimsemiş
insanların az ya da çok iktidar sahibi olduğunda, ortaya çıkan
kifayetsizliklerini seyretmek hep hüzün verdi. Tabii bu arada “Post-modern”
sürecin, halk üzerinde yarattığı dehşetin de bu çarpık, kişiliksiz, bazen
haysiyetsiz yapıya destek ve katkısını unutmamak gerekir. Ben sağcı yahut
mukaddesatçı (İslam kelimesini incitmekten korktuğum için İslamcı demiyorum)
cenahın, !975’ten sonraki seyrinde en
ufak bir inkıta görmedim; bugün dünün, bugünküler dünkülerin henüz inşirah
verici bir kıvama erişmemiş devamıdır. “M” harfinin çok önemli bir misyonu vardı, az da olsa hâlâ var… Ama
hiçbir zaman bu “M”nin içi doldurulamamıştır. Keskin vaizlerin maizlerin,
televole ulemasının mulemasının, Ramazan ilavelerinin milavelerinin, bol ayetli
hadisli kitapların mitapların baş konusu olan “Güzel Ahlak”a dair bir vizyon
görememekteyiz.
“M” harfine dayanan kuruluşlar yahut
birlikler; içinde derviş ruhlu ve son derece fedakâr insanları barındırdığı halde
genel hatlarıyla derin bir şuurun eseri değil; tıpkı muhalif görülen ideolojik
kesimlere ve çıkar gruplarına karşı geliştirilen ve onların talip olduğuna bir
mukabeledir. Kendimi “M”cilerin geçirdiği maceranın dışında görmediğim için,
söz söyleme salahiyetimi de dışarıdan olanlar yahut sonradan devşirilmişler
gibi iktidar sahiplerinden değil; geçmişimden almaktayım. Elbette bir demler
“Aynı yollarda yürüyenler”in bugün ve gelecekte de aynı yollarda yürümesi her
zaman mümkün değildir. Ama gençken en dürüst “M” benim için MTTB idi; o
samimiyetimi de hâlâ taşıyorum. MTTB rozetini andırdığı için Sivasspor rozeti
taktım yakama; çünkü yüreğini ortaya koymanın ne demek olduğunu bir futbol
takımı sergiliyor.
“M” harfini kullanma celadeti (!) de aşıldı
artık, dinî ve millî künyeler içermeyen “birlik”lerimiz ve vakıflarımız var…
“Muasır medeniyet” seviyesine(!)ne daha akredite badem bıyıklarını yülümüş pek
çok tıfıl ve onlara ağabeylik eden eski kurtlar da meydan yerinin aktörleri…
“Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!” nârâsından, muasır medeniyetin
cürufatına topyekûn sahiplenme hamlesi, ne müthiş bir terakki(!). Dilerseniz,
henüz hayat vadeden şehirlerimizin yeni yükselen orta sınıftan yetme
yöneticiler elinde ne hale geldiğine bir bakın. Kızıl meydan’ın alelade taklidi
kent meydanlarına bir bakın, insanların konutsuzluklarından istifadeyle dikilen
yeni yerleşim alanlarına bir bakın.
DEZO’lar (Yani Devlet Eliyle Zengin Olanlar
Organizasyonu), biz “M” reflekslilerin en büyük hasmı gibiydi. Sol ekâbirle
aralarında köken birliği olduğu için, “M”ci gençlik, bu kapitalist zümreye
acayip diş gıcırdatırdı. Bizim gençliğimizde her sol dernek ve kuruluşa verecek
bir cevap bulmak, kuracak bir “M”li dernek kurmak mümkündü. Lakin DEZO’ya karşı
bir MEZO’muz yoktu. En başta kentlere akan ve kenardan merkeze doğru
yürüyenlerin eğitim, refah seviyesi, dünyaya bakışının değişmesi, ortaya “Orta
Sınıf” namzedi bir halk kesimini doğurmuştur. Özal’ın “dört eğilimli
partisi”nin merkezini bu kesim oluşturuyordu, Mesut Yılmaz, şerit değiştirince
artık “Merkez Sağ” filan da kalmamıştır. 1990 da MÜSİAD’ın kuruluşu tarihi bir
olaydır; TÜSİAD karşısında artık bizim de bir “M”miz olmuştu. Sonraki yıllar
boyunca “Orta Sınıf” tüm sosyolojik vasıflarıyla, yükselmiş ve palazlanmıştır. MEZO (Millet
Eliyle Zengin Olanlar Organizasyonu), sadece bir örgüt değil, her vilayette az
ya da çok varolan yeni bir zenginler zümresidir. Gerçekten millet eliyle mi
zengin olmuşlardır? Başlangıçta evet. Halkın büyük kesimi yerli özellikler
taşıyan cami, cemaat bilen bu yeni zenginleri işte ve alışverişte ve bazen
kazıklanmak bahasına tercih etmişlerdir. Ancak bunlar palazlandıkça sağ
iktidarların açtığı imkânları hiçbir muhasebe yapmadan sermayelerine katmış ve
büyümüşlerdir. Millete de çok ihtiyaçları kalmamıştır, çoğunun geçmişinde
önemli bir yer tutan “M” harfiyle temasları neredeyse kökten kopmuştur.
Bu kesimler, 28 Şubat sürecinin koymuş
olduğu “Yeşil Sermaye” ayırımından da uzun vadede kârlı çıkmışlardır. Refah-Yol
hükümeti zamanında Refah Partili bir bakanı yazlığında dostlarıyla beraber
ağırlayan bu yeni zenginlerden birinin sofrasında ben de bulunmuştum. Hasta
olduğumu bahane ettim, kenara çekildim. Zavallı bakan, doğru olanı yaptı ve
neo-zengin bir “mücahit” kardeşine iyi niyetle birtakım kazanç ufukları açtı.
Bense tuhaf bir şekilde gülümsemiştim, rahatsız oldular. “Kusura bakmayın
hastayım!” diyerek durumu kurtardım. Bakanın bilmediğini biliyordum: O
zenginlemiş mücahit(!) bakanla iş kotarırken, kardeşini çaktırmadan Doğruyol
Partisi’ne kaydettirmiş, oradan da kendini sağlama almıştı. 28 Şubat süreci
bunları önce hafiften ürküttü, sonra palazlandırdı. İşçisine asgari ücreti
verirken eli titreyen, eleştirildiğinde “Biri çalışmazsa bir başkası gelir!”
diyecek kadar insafsızlaşan bu MEZO zenginleri, bırakınız DEZO’ları, Avrupa
kapitalistlerinin sahip olduğu insanî duruştan bile nasipsizdir. Görgüsüz,
köksüz ve ruhsuz bir sosyete oluşturmuşlardır. Hayır! Ve kesinlikle ortalığın
siyasetinin diline doladığı “Jipli” ve “Jipsiz” ayırımı gibi bir şeyden
bahsetmiyorum. Çünkü jipli vardır içinde en ufak bir tamahkârlık yoktur; jipsiz
vardır dünyaya tapmaktadır. Bu olması gereken ahlâkî derinliği vurgulamak
istiyorum. Kimsenin jipiyle, mipiyle işimiz yoktur.
Benim kahramanım olan zengine dönelim.
İktidarla içiçedir, işleri tıkırındadır; Cumhurbaşkanına ulaşacak ve takdir
yetkisini yönlendirecek kadar da aktif ve girişkendir. Tabii, yukarıda
zikrettiğimiz Refah-Yol dönemindeki bakanın bunlara yaptığını, mevcut iktidar
da, Cumhurbaşkanı da yapmaktadır. Çok mühim bir fedakârlıkta bulunuyormuş gibi,
“MEZO’lar zekât verir!” derler. Bu da gariptir, zekât oranını tayin eden
hükümlere bağlı kalarak “Benden bu kadar!” demenin rahatlığıyla, asgari ücreti
belirleyen yasaya bağlı kalarak onun üzerine çıkmamak arasında hiçbir ahlakî fark
yoktur. Her konuda modern hükümler çıkartan acar ulemamızın, İki Cihan Sultanı
(sav) zamanındaki iktisadi şartlara bağlı olarak konulan zekât oranının bugün
de sürdürülmesine ciddi bir muhalefeti ve önerisi olmayışı neyle izah edilir?
Ancak ve ancak, tencere-kapak ilişkisiyle… Çünkü çok derin fıkıh bilgisi dahi
gerekmez, aritmetik bilmek bile kâfidir.
İçinden geçtiğimiz ekonomik kriz önce DEZO
taifesini ağlattı. Krizin ciddi olduğunu ve tedbir gerektiğini; aksi takdirde
tabii “en başta işten çıkarmalar” olmak üzere yığınlarca tehlikenin kapıda
olduğunu beyan etti. Elbette ilk başta işten çıkarmalar gelecektir; bunda
kimsenin tereddüdü yoktur. Bu arada MEZO taifesinin hiç sesi çıkmadı dikkat
ettiniz mi? Onların iktidarla olan dostane(!) ilişkileri böyle bir aleni tavra
izin vermezdi; çünkü artık onlar da rüzgârı arkalarına almış ve DEZOLAŞMA
sürecine girmişlerdir. DEZO aslında MEZO’nun hislerine de tercüman olmuştur.
Çünkü bir dönemler hasretiyle kavrulduğumuz “Müslüman Zengin” büyük oranda
belirmiş, hatta organize olmuştur. Ancak, kapitalizmin haramiliğini
dönüştürebilecek “Güzel Ahlak”la olan irtibatını arkada bırakmıştır.
Kahramanımıza dönüyorum… Kriz bahanesiyle işten çıkarma işlemlerine
başlamıştır; fiyakası âlâ yerindedir. Tabii camiye en son gitmekte, kenar
mescitleri tercih etmekte ve en önce çıkmaktadır.
“Çarşaf açılımı” gibi daha pek çok açılımlar
yaşayacağımızdan şüphem yoktur. Çünkü tehlike olanın aslında “ahlaken” pek de
kendilerinden farklı olmadığını anladığı hasmıyla nizalaşmanın getirisi yoktur.
Dezolarla mezoların, zenginlerle menginlerin aynileşmesini medyanın pop
sosyologları çok olumlu buluyorlar. Ama benim göğsümde incinmiş bir “M” harfi
var. Bütün hakikatiyle ve güzelliğiyle bu harfin hâlâ umut vaat ettiğini
biliyorum. “Ak akçe, beyaz baldır ve makam” karşısında sınavını “Güzel Ahlak”
ile veren müteşebbisler elbette vardır ve eksik olmayacaktır.
Lafım ortayaydı beğenen alır, beğenmeyen
tepeler geçer. “Öz Sermayesi” ile yola çıkmış, ortalıklara düşmeden çalışan,
didinen, üreten; altın kafesin içinde de olsa bir derviş gibi yaşayan iş
adamları ve zenginlerimiz bu mevzunun dışındadır. Onlar umutturlar ve
muhteremdirler. Eee tövbe kapısı da daima açık, daha ne olsun. Ey “M” harfinin
gölgesinde bir zamanlar yağmurlu, dolulu havalara rağmen beraber yürüdüğümüz ve
umutlandığımız insanlar, size tövbeyi hatırlatmaya çalışıyorum. Müşterek
olacağımız tek kapı orası çünkü. Masumuz diyorsanız şaşar ve ürperirim; çünkü o
zaman “günah çıkartma” tek ihtimal olarak kalıyor.
Cari iktisadi ahlakın mümessilleri “günah
çıkartma” itikadının verdiği vicdani rahatlıkla hareket ettiler. Gayr-ı ahlakî,
insanlık ve tabiat düşmanı düzenlerini öylece aklamaya çalıştılar. Tövbe ise
kaderi değiştirecek tek yoldur ve “günah çıkarma” ile taban tabana zıttır.
bir yerde hata yapılmış diyordum bir yerde hata var diyordumda hocam yaşım yetmediği için tam olarak kavrayamıyordum çok şeyi açıklamışsınız saf müslüman var ve saf müslümanları kullanan bir müslüman tarzı daha var malesef ve bu iki müslümanın müslümanlığı birbiriyle aynı değil malesef uçurumlar artmış aradaki , Allah sonunu hayır etsin bu ülkenin ama gariplerin üzerinden birileri ekmeğine sürekli yağ sürmeye devam ederse olmaz hocam ...
YanıtlaSil