Başlıkta zikrettiğim örgütler, “Ne yapıyorsunuz?” diye sormanızı
hakaret sayarlar.
Evet, o kadar da haklı olduklarına inanırlar. Çünkü onlar seçkin,
seçilmiş insanlardır ve dünyanın en seçkin cemaatinin üyesidirler. Bir defa o
hepsi birbirine benzeyen mimikleriyle; dudakları, gülüşleri, mülayim pozlarıyla
mükemmel bir varlık gibidirler. Doğuştan masum olan insanlar günah işlerler ama
bunlar o her dişlisi birbirine geçmiş makine gibi işleyen cemaatin bir üyesi
oldukları için günahsızlaşırlar. Adeta taze doğmuşturlar; birtakım ritüellerle
tekrar tekrar örgütlerine iman tazelerler.
Bu tür sosyolojik yapılar: Az nüfusa sahip ve başlarında doktor,
mühendis, mimar, dinî lider, filozof, hülasa olağanüstü vasıflarla mücehhez
şefleri olan kabilelerin modern hayata uyarlanmış biçimidir. Modern uygarlık
cemaatleri yutmuş, insanları birbirine benzetmiştir ama “cemaat örgütlenmesi”
model olarak insanlığın hafızasında muhafaza edilmiştir. Modern çağ
insanlarının yalnızlığı ve kitlesel cehalet, belli amaçlara yönelik örgütlere
zemin hazırlamaktadır. Dinî olan ve muayyen dinler içerisinden merkezkaç ve
batınî temayüllerle ayrılan “cemaatimsi”ler
her ülkede vardır, hatta yaygınlık kazanmaktadır. Bazen bu iyi düşünülmüş ve
örgütlenmiş oluşumlar, iktidar ve devlet üzerinde etkinlik kazanıp, siyasî bir
aktör haline gelebilmektedirler, çoğunun da hedefi budur.
Yüksek bir “biz bilinci” ve dayanışmaya sahip kadim topluluklar
kaybolmuştur. Bir hedef ve sebeple bir araya getirilen üyelerden oluşan ve
şeklen onlara benzeyen örgütler ise modern dünyanın önemli aktörleridir. Sosyal
yapılara ve siyasî iktidar kavgalarına doğrudan nüfuz edebilmenin elverişli ve
mümkün olmadığı durumlarda, cemaatimsi örgütler büyük işlevler yerine
getirirler. Kolay bir etiket de olsa bu örgütleri, Alamutîler’e yahut mason
örgütlerine benzetmek isabetli bir teşbih değil, yalın bir hakikattir. Ancak bu
yalın hakikati ciddiye almak, inceden inceye tahlil etmek şarttır. Cemaatimsileri ayrıca ötekileştirmeye gerek yoktur,
üzerine mizah yapmayı bile tehlikeli bir basitleştirme ve ciddiyetsizlik olarak
görmek gerekir. Çünkü bu örgütler kendilerini zaten “ötekiler”den tefrik etmek
suretiyle sübut bulmuşlardır. Kendilerini ötekileştirildikleri, cadılaştırıldıkları
iddiasıyla savunmalarına imkân verilmemelidir. Hukukî kurumlara da bu alanda
büyük bir sorumluluk düşmektedir.
Bazı önemli hususların gereğince altı çizilmediğinde zamana hâkim enformatik
laçkalık tepe noktalara kadar uzanır, olay ve taşıdığı anlam buharlaşır.
Bunlardan birinin KSÖ (Kudüs Selam Örgütü) adıyla kamuoyuna akseden hadise
olduğunu düşünüyorum. Hukuk kurumunun vaziyet ettiği bu düzmece örgüt, tek başına 17 Aralık’ın darbe teşebbüsü
olduğuna beni ikna etmiştir. KSÖ davası; adıyla ve üyeliklerinden bihaber üyeleriyle(!)
tam anlamıyla beynelmilel ve profesyonel bir kurmay zekâsı, operasyonel bir
hedef gerektirir. 17 Aralık darbesi başarılı olsaydı, bu derin ve üstelik hukukî
tezgâh, darbecileri sadece “Kudüs” kelimesinin ustaca seçilmesinden dolayı
uluslar arası kamuoyunda meşru kılacaktı. KSÖ ismi, 17 Aralık operasyonunun dış
bağlantısını da deşifre edicidir. Ülkemizde kendini dinle ilintilendiren ve
modern iktidarın en önemli dört ayağı olan siyasî, iktisadî, askerî, epistemik
unsurlara sızan örgütlü yapılanma; örneklerine dünyanın her yerinde rastlanan
tipik bir cemaatimsi varlıktır.
Din, istisnasız bu modern ve ileri düzeyde işlevsel cemaatlerde
merkezi konumdadır. Böyle oluşu genellikle bu yapıları dinî vasıflarla
nitelemeye imkân verir. Gerçekte bu tür örgütler, seküler alanı dinî kavram ve
ritüellerle bütünleştirerek, batınî bir cerbeze ve teşne zihinlerden örgüte kayıtlı
olmayan hayranlar kazandırır. Eski örneklerinde olduğu gibi, merkezi yapı daima
çok iyi muhafaza edilir, ama örgüt, sosyo-psikolojik ve siyasî nedenlerle yardakçı
edinme imkânı bulurlar. “Büyük Üstad”, “Mehdi”, “Kutb-ul Aktab” gibi tarihî bir
ağırlık ve tasarruf alanına sahip kavramlar, modern cemaatimsi örgütlerin sıkça
başvurduğu kavramlardır. Bu seküler oluşumların dinî-dünyevî bağlanışları:
Doğaçlama gelişen Protestanlık-Kapitalizm ilişkisinde olduğu gibi değildir; dini,
seküler iktidar için teknik bir araç olarak kullanırlar. Bu araçsal akılları,
onları halk katmanlarına kolay sirayet etmelerini sağladığı gibi, diğer dünyevî
ve küresel örgütlerle teması kolaylaştırmaktadır. Aydınlanma Çağı hatırası olan
hümanizm, istisnasız tüm dünyadaki cemaatimsi örgütlerin kitlelere akseden çehresi
olarak gözükür. Hayır kuruluşları, vakıflar, kültürel etkinlikler istisnasız
hepsinin ve eskiden beri kullandıkları enstrümanlardır.
Durkheim’in din üzerine söyledikleri büyük bir bölümü pür-sosyolojik
kalma gayretinden dolayı aşırı bir genelleştirme olarak gözükür. Ancak, vahiyle
irtibatı olmayan cemaatlerin, kendine tapınması tespiti sağlam gözlemlerle
aktarılmıştır. Durkheim’in anlattığı, kabile reisinin (ki, her yönüyle reistir)
ateşleyici sevk ve idaresiyle, mensuplarının mekanik hareket eden bir yaratığa
dönüşmesi, İbn-i Haldunun “Bedevi” tiplemesinden farklı bir cemaat yapısına
işaret eder. Durkheimin tasvirini yaptığı cemaat, batılıların “ilkel” olarak
tasvir ettiği sosyal oluşumlara daha yakındır. Vahiyle irtibatı olan
“bedevi”lerin, kendi kendilerine tapındıklarını iddia etmek ise, ileri bir
sosyolojist tavır olur.
İbn-i Haldun’un bedevi tipi ve Durkheim’in işaret ettiği ayrı bir
cemaat türü, kendi aralarında yüksek bir “Biz” bilinci, dayanışma ve iktisadî
benzerlikler taşımaları dışında farklı varoluş alanlarına sahiptirler. Bugünün
dünyasındaki cemaatlerle benzerlikleri ise, insanlığın tarihî eylem repertuarı
ve devamlılık taşıyan uygulamalardan dolayı şaşırtıcı görülmemelidir. Bugünün
cemaatimsi ve yapay varlıklar olan örgütleri, herhangi bir dine nispet
edilseler bile kendi kendine tapınan ilkel kabilelere daha yakındır. Kabile
reisi yani örgütün lideri tanrının temsilcisidir, hezarfendir ve örgüt
mensupları yüksek bir biz bilinciyle topyekûn bir yaratık gibi hareket ederler.
Hiçbir şekilde eleştirilemezlik taşıdıklarına inanan ve kendi dışındakilere
“öteki” olarak bakan bu yapılar; modern dünyanın sunduğu ekonomik imkânlarla son
derece işlevsel bir alana sahip olmuşlardır. Meşruiyetlerini kendilerinden alan
ve kendine tapınan cemaatimsi örgütler; modern iktidarın dört ayağı olan
siyasî, iktisadî, askerî, epistemik alanlarda iş tutmaları doğaları gereğidir.
Ülkemizde kökleri yeni olmayan ama yaptıkları ile gündeme oturan ve
kendilerini İslam Dini’ne nispet ederek seküler alana yerleştiren örgüt; tüm
ritüel ve kavramlarıyla heteredoks bir tarikat özelliği taşımaktadır. Şekil
itibariyle cemaat gibi hareket eden, “kendine tapınan” örgüt, modern, hatta
pür-modernist bir oluşumdur. Bizzat kendilerini denetlemeleri zor olduğu gibi,
geleceğe doğru neler yapabileceklerini kestirmek de zordur. Bence bu yönüyle
bizdeki örgüt ciddi bir potansiyel tehlikedir, Türkiye gibi komşularının ve batılı
müttefiklerin gözetim altında tutuğu, darbelerle müdahil olduğu bir ülkede,
meşruiyetini kendisi çizen, sınırları belirsiz bir yapının denetim altında
tutulmaması tehlikeli olabilir. 17 Aralık’tan sızdığı kadarıyla bu örgüt çok
yönlü ve beynelmilel işlevler üstlenmeye, operasyonel roller yerine getirmeye
elverişli bir boyuta ulaşmıştır. Ortadoğu’daki diğer dinî, lâdinî örgütlerin
yakın tarihi bu konuda ibret ve örneklerle doludur.
Başa dönerek noktalayalım…
Ülkemizin payına düşen örgütün mensupları, hayranları “Ne
yapıyorsunuz?” diye sormamızı hakaret sayıyorlar.
Evet, haklı olduklarına hâlâ ve kesinlikle inanıyorlar. Biz zavallı
“öteki”ler idrak edemiyoruz ama dünyadaki örnekleri gibi Tanrı’nın işaretiyle seçilmiş,
Kilise’nin takdisiyle ve donanmış insanlardan mürekkeptirler; biriciktirler.
Örgüte mensup olmakla adeta yeniden doğmuş ve günahsız varlıklar haline
gelmişlerdir; cennetle müjdelidirler. Bir takım ritüellerle tekrar tekrar iman
tazeliyorlar ve mekanik bir varlık gibi hareket ediyorlar. Peşinen, sözlerime
fena halde sinirleneceklere, “Kusura bakmayın, ben sizi böyle gördüm ve böyle
değerlendirdim!” demekten öte tek bir sözüm yok… Örgütün medya uzantıları sık
sık “Gün gelecek liderimizden özür dileyeceksiniz!” demekteler. Bir başka
ihtimal daha olabilir ve gün olur onlar tüm milletten özür diler. Az da olsa
böyle bir ihtimale açık olun, insanoğlu kusurdan hâli değildir…
Kusurluluk derece derecedir, ahlak haline gelirse insandışılığa
sürüklenirsiniz; ama kusursuzluk da gayr-ı insani bir özelliktir.
Kusurluluğu ahlak edinenlerle, kendini kusursuz takdim edenlerin
işbirliğine şahit olmaktayız, bu yakın geleceğin en büyük tehlikesidir…