22 Mayıs 2014 Perşembe

ENERJİMİZ YETERSİZ

Dünyada verilen kavgaların temelinde enerji vardır. Çünkü enerji, insansız güç kaynağı demektir. Kapitalizm endüstri devriminin bir uzantısı; modernleşme, “artı ürün”ün getirdiği sahte bir uygarlık kıyafetidir. Adına ne derlerse desinler muasır medeniyet, “tüketim” miktarı ile doğrudan ilgili bir hayat tarzını anlatır. Başka bir kader arayışını gözü kesmeyen zavallı ülkeler, bu hayat tarzını “batılılaşma” taklitçiliğiyle geçirdiler. Bugün, üretmeden; aracılık, tefecilik yahut acentelik yoluyla modern hayat tarzını sürdüren kesimlerin “çağdaş yaşam” mavalları sökmez oldu, çünkü o yüceltilen yaşam, fert başına düşen tüketim miktarının artışıyla alakalı bir şeydir. “Uygarlık kıyafeti”ni aşağıdan bastıran sınıflar da giyinmek istediğinde işte tam da görüldüğü tıkanır kalırsınız.
Keşke bu kadar ucuz olmasaydı modernlik ideolojisi; endüstri devrimi fark edilseydi ve adam gibi bir cevap verilebilseydi. Vermek bir yana, aranmadı bile. Neredeyse bir asır, kahramanlık hikâyeleriyle yatıp kalkan Türkiye, az gelişmişliğin kısır döngüsü içinde debelendi durdu. Yakın tarih, aslında tam bir tarihsizliktir. Bir takım insanların dar alanda oynadığı ve tekrar tekrar oynadığı iktidar numaraları, darbeler, “cepten cebe ekonomisi” en insaflısından sadece görgüsüzlük olarak değerlendirebiliriz. Önce üretimin, sonra finansın, sonra iletişimin geçirdiği devrimleri ıskalayanları bizim ülkemizde yarım yüzyıl boyunca devrimci diye okuttular, hâlâ da okutuyorlar. Ve hâlâ sokaklar endüstri devrimini bilmeyen, iletişim devrimini internet kullanıcısı olarak tanıyan gençlerle dolu.
Az ama rahatsız edici hamleler hissedilmiş olmalı ki, Türkiye layık olmadığı düzeyde dünya gündemindedir, bence kuşatılmışlık sürmekte. Hatta, “Milli Konsept”in değişmesiyle paralel, belki aynı gün, Türkiye için “Dünya Konsepti” de değişmiş, kuşatma şiddet kazanmıştır. Bu konseptin belirleyicileri üzerine söze gerek yok ama çok ciddi müttefikleri olduğunu ve bir zamanlar Türkiye’nin her kritik kurumunun onlardan sorulduğunu anlamış bulunuyoruz. Gerisi teferruat, dırdırat ve fırfırat…
Üretim geriden takip eden bir teknolojilerle değil; yakalayan ve geçmek için yarışan üretim; modern hayata talip olmanın gereğidir. Bunun için en temelde insansız güç kaynaklarını hareket ettirecek enerji lazım… Tezekle kömür, kömürle petrol, petrolle nükleer enerji arasındaki uçurum bizi hâlâ mahkûm kılıyor. Demokrasi ve özgürlük söylemlerinin altı boş ve bizi devamlı yanlış yerlere baktırıyorlar. Rant yahut “kaşkül-ü fukara işletmeciliği”yle milyarlara hükmeder hale gelen kesimlerin, iktidar gücüyle daha fazla semireceklerini anlamaları, onları Türkiye’nin eski girişimcileriyle aynı hata sürükledi; mücadele alanı da şimdilik bu… Dinlilerin çağdaş yaşamcılarla yakınlaşmaları, çağdaş yaşamcıların da dinlilerle paslaşması: İçinde çok yönlü dâhili, harici hesap barındıran siyasi ve beynelmilel harekâtlardır. Kof, boş ve haince lafazanlıklarla gencecik zihinleri gübre üretimine sevk eden aydın, girişimci ve siyasilere bugün söz işittirmek mümkün gözükmüyor; söylesen de kâr etmez. Netice, henüz kayda değer bir yakın tarihimiz yok, önemli bir figürasyon rolü kaptık ama başrollerde değiliz.
Enerji evet, bugünün hem ekonomisinin, hem gündelik hayatının esaslı alt-yapısı; tek başına odur…
Bilim ve teknolojinin akışına engel kalmadı ama ürettiğiniz enerji yetersiz ise bilmeniz, yapabilecek hünere sahip olmanız da yetmez. Çünkü seri üretim yapacak ve satacaksınız.
HES’e hayır! Derelerimizi kurutuyor…
Nükleere hayır! Çernobil, Nagazaki…
Eh, o zaman ölümüne kömür çıkartmaya devam edelim. Tabii, çıkan kömürün sağladığı enerji miktarı çamaşır makinelerinizi, ütülerinizi, tam otomatik ayran çalkalama makinenizi döndürmeye yetmez ama olsun. “Çağdaş yaşam” dediğin bunlarladır, hatta üç aşağı beş yukarı bunlardır. Çünkü düğmeye basınca hallettiğiniz işler sayesinde bale yapar, koleksiyonculuğa soyunur, resim dersi alırsınız; Cannes film festivaline bile gidersiniz.
Peki, neye evet! Lafazanlığı bırakın; uygulanabilir çözümler önerin! Neye evet, ey yurdumun saygıdeğer aylakları? Gözünüz kesiyorsa, dünyayı hayrette bırakacak bir tüketim devrimi yapıp, lambalara püf deyin. Ya da iştahınıza denk bir enerji kaynağı bulun.
Savaşı kaybeden generale nedenini sormuşlar. “On nedeni var, biiiir barutum bitmişti…” demiş ve diğer dokuzunu söylemesine mahal kalmamış. Enerjim yetmiyor ve yazıyı burada kesiyorum, bu kadar basit.
Enerjinin fizikteki formülü de basit ama öküz gücüyle değil, nükleer güce nispetledir. E=mc2 formülündeki “c2” kütlenin sahip olduğu nükleer enerjidir.
Neye evet, ey saygıdeğer aylaklar? Gözünüz kesiyorsa, dünyayı hayrette bırakacak bir tüketim devrimi yapıp, lambalara püf diyelim. Ya da iştahınıza denk bir enerji kaynağı bulun.
Nükleer santrale hayır! Tehlikeli ama başkenti Paris olan ülke neredeyse dünya rekortmeni, toplam elli sekiz adet; iki reaktör ünitesi de şu an dünyanın en güçlüleridir… Aslan çevrecilerimiz mutlaka bilirler, Greenpeace’nin doğum yeri olan Kanada’da nükleer reaktör sayısı on sekiz. 
Nükleer santrale sahip olup olmamak tartışması, enerjiyi nükleer güç cinsinden hesap etmek gerektiği gerçeğini değiştirmez… Bu satırların yazarı, dağ başında sade bir hayat sürdürecek tecrübeye sahiptir, birilerinin teptiği lokmaya ve hırkaya rıza gösterecek cesarete de sahiptir. Ne var ki, anlattığım reel durumdur, benimsediğim durum değildir.

BİZİM SİVAS YAZILARI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder