Dünyada verilen kavgaların
temelinde enerji vardır. Çünkü enerji, insansız güç kaynağı demektir.
Kapitalizm endüstri devriminin bir uzantısı; modernleşme, “artı ürün”ün
getirdiği sahte bir uygarlık kıyafetidir. Adına ne derlerse desinler muasır
medeniyet, “tüketim” miktarı ile doğrudan ilgili bir hayat tarzını anlatır.
Başka bir kader arayışını gözü kesmeyen zavallı ülkeler, bu hayat tarzını
“batılılaşma” taklitçiliğiyle geçirdiler. Bugün, üretmeden; aracılık, tefecilik
yahut acentelik yoluyla modern hayat tarzını sürdüren kesimlerin “çağdaş yaşam”
mavalları sökmez oldu, çünkü o yüceltilen yaşam, fert başına düşen tüketim
miktarının artışıyla alakalı bir şeydir. “Uygarlık kıyafeti”ni aşağıdan
bastıran sınıflar da giyinmek istediğinde işte tam da görüldüğü tıkanır
kalırsınız.
Keşke bu kadar ucuz olmasaydı
modernlik ideolojisi; endüstri devrimi fark edilseydi ve adam gibi bir cevap
verilebilseydi. Vermek bir yana, aranmadı bile. Neredeyse bir asır, kahramanlık
hikâyeleriyle yatıp kalkan Türkiye, az gelişmişliğin kısır döngüsü içinde
debelendi durdu. Yakın tarih, aslında tam bir tarihsizliktir. Bir takım
insanların dar alanda oynadığı ve tekrar tekrar oynadığı iktidar numaraları,
darbeler, “cepten cebe ekonomisi” en insaflısından sadece görgüsüzlük olarak
değerlendirebiliriz. Önce üretimin, sonra finansın, sonra iletişimin geçirdiği
devrimleri ıskalayanları bizim ülkemizde yarım yüzyıl boyunca devrimci diye
okuttular, hâlâ da okutuyorlar. Ve hâlâ sokaklar endüstri devrimini bilmeyen,
iletişim devrimini internet kullanıcısı olarak tanıyan gençlerle dolu.
Az ama rahatsız edici hamleler
hissedilmiş olmalı ki, Türkiye layık olmadığı düzeyde dünya gündemindedir,
bence kuşatılmışlık sürmekte. Hatta, “Milli Konsept”in değişmesiyle paralel,
belki aynı gün, Türkiye için “Dünya Konsepti” de değişmiş, kuşatma şiddet
kazanmıştır. Bu konseptin belirleyicileri üzerine söze gerek yok ama çok ciddi
müttefikleri olduğunu ve bir zamanlar Türkiye’nin her kritik kurumunun onlardan
sorulduğunu anlamış bulunuyoruz. Gerisi teferruat, dırdırat ve fırfırat…
Üretim geriden takip eden bir
teknolojilerle değil; yakalayan ve geçmek için yarışan üretim; modern hayata
talip olmanın gereğidir. Bunun için en temelde insansız güç kaynaklarını
hareket ettirecek enerji lazım… Tezekle kömür, kömürle petrol, petrolle nükleer
enerji arasındaki uçurum bizi hâlâ mahkûm kılıyor. Demokrasi ve özgürlük
söylemlerinin altı boş ve bizi devamlı yanlış yerlere baktırıyorlar. Rant yahut
“kaşkül-ü fukara işletmeciliği”yle milyarlara hükmeder hale gelen kesimlerin,
iktidar gücüyle daha fazla semireceklerini anlamaları, onları Türkiye’nin eski
girişimcileriyle aynı hata sürükledi; mücadele alanı da şimdilik bu… Dinlilerin
çağdaş yaşamcılarla yakınlaşmaları, çağdaş yaşamcıların da dinlilerle paslaşması:
İçinde çok yönlü dâhili, harici hesap barındıran siyasi ve beynelmilel
harekâtlardır. Kof, boş ve haince lafazanlıklarla gencecik zihinleri gübre
üretimine sevk eden aydın, girişimci ve siyasilere bugün söz işittirmek mümkün
gözükmüyor; söylesen de kâr etmez. Netice, henüz kayda değer bir yakın tarihimiz
yok, önemli bir figürasyon rolü kaptık ama başrollerde değiliz.
Enerji evet, bugünün hem
ekonomisinin, hem gündelik hayatının esaslı alt-yapısı; tek başına odur…
Bilim ve teknolojinin akışına
engel kalmadı ama ürettiğiniz enerji yetersiz ise bilmeniz, yapabilecek hünere
sahip olmanız da yetmez. Çünkü seri üretim yapacak ve satacaksınız.
HES’e hayır! Derelerimizi
kurutuyor…
Nükleere hayır! Çernobil,
Nagazaki…
Eh, o zaman ölümüne kömür
çıkartmaya devam edelim. Tabii, çıkan kömürün sağladığı enerji miktarı çamaşır
makinelerinizi, ütülerinizi, tam otomatik ayran çalkalama makinenizi döndürmeye
yetmez ama olsun. “Çağdaş yaşam” dediğin bunlarladır, hatta üç aşağı beş yukarı
bunlardır. Çünkü düğmeye basınca hallettiğiniz işler sayesinde bale yapar,
koleksiyonculuğa soyunur, resim dersi alırsınız; Cannes film festivaline bile
gidersiniz.
Peki, neye evet! Lafazanlığı
bırakın; uygulanabilir çözümler önerin! Neye evet, ey yurdumun saygıdeğer
aylakları? Gözünüz kesiyorsa, dünyayı hayrette bırakacak bir tüketim devrimi
yapıp, lambalara püf deyin. Ya da iştahınıza denk bir enerji kaynağı bulun.
Savaşı kaybeden generale nedenini
sormuşlar. “On nedeni var, biiiir barutum bitmişti…” demiş ve diğer dokuzunu
söylemesine mahal kalmamış. Enerjim yetmiyor ve yazıyı burada kesiyorum, bu
kadar basit.
Enerjinin fizikteki formülü de basit ama öküz gücüyle değil, nükleer güce nispetledir. E=mc2 formülündeki “c2” kütlenin sahip olduğu nükleer enerjidir.
Enerjinin fizikteki formülü de basit ama öküz gücüyle değil, nükleer güce nispetledir. E=mc2 formülündeki “c2” kütlenin sahip olduğu nükleer enerjidir.
Neye evet, ey saygıdeğer
aylaklar? Gözünüz kesiyorsa, dünyayı hayrette bırakacak bir tüketim devrimi
yapıp, lambalara püf diyelim. Ya da iştahınıza denk bir enerji kaynağı bulun.
Nükleer santrale hayır! Tehlikeli
ama başkenti Paris olan ülke neredeyse dünya rekortmeni, toplam elli sekiz
adet; iki reaktör ünitesi de şu an
dünyanın en güçlüleridir… Aslan çevrecilerimiz mutlaka
bilirler, Greenpeace’nin doğum yeri olan Kanada’da nükleer reaktör sayısı on sekiz.
Nükleer santrale sahip olup
olmamak tartışması, enerjiyi nükleer güç cinsinden hesap etmek gerektiği
gerçeğini değiştirmez… Bu satırların yazarı, dağ başında sade bir hayat
sürdürecek tecrübeye sahiptir, birilerinin teptiği lokmaya ve hırkaya rıza
gösterecek cesarete de sahiptir. Ne var ki, anlattığım reel durumdur, benimsediğim
durum değildir.
BİZİM SİVAS YAZILARI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder