Mekanik Charles Bronson’un başrol
oynadığı bir filmin adıydı...
Centilmen bir kiralık katil
anlatılıyordu...
Düşünmeyen bir adamdı
esasoğlan... Makine gibi çalışıyor, idman yapıyor, formunu koruyor, hayvani
iştahlarını ihmal etmiyor ve para karşılığında öldürüyor...
Gazeteler dünya kelimesini tutsak
ettikleri gibi, artık ahret de tutsakları... Her biri münker, nekir, hatta
Azrail rolü oynayan yazarlar da türedi.
Seküler düşünmek kapitalist insan
tipinin beyin yapısına uyar, aksini içinde taşısa bile günlük hayatta kârını
yükseğe, meşakkatini aza indirmek suretinde ilişkiler kurar. Bu bir ahlaktır,
beğenmesem de samimi bulurum...
Dünya için kıçını yırtan ama bunu
mukaddes gayeler adına yaptığını ifade edenler ise samimi değillerdir. Samimiyet
bence en önemli haslet... Kapitalizm gibi formlarını hayattan devşirip, hayatın
üstünü çelik zırh gibi kuşatan nizamın, batıda eşyaya hükmetme konusunda zafer
kazanmaları: Dünyevilikte gösterdikleri samimiyetleridir...
Kökü eskiye gider ve “Düşmanın
silahıyla silahlanmak...” gibi, hadislerden sahtekarca devşirilen ahlakî
ilkelerle beslenmiştir. Bu ahlak, içinden geçtiğimiz günlerde tam olarak
kemalini bulmuştur ve şu an itibariyle de mekanik bir hâl almıştır.
Filmimizin kahramanına
benziyorlar. İstisnasız kiralıklar ve her gün havadisler devşirip, fikir
temrinleri yapıyor, aralarında istişare ederek hedefe kilitleniyorlar. Bu
mekanik kahramanların bütün amacı büyükbaşlarının vur dediği adamı/adamları
meşru kılıflarla vurmak. Bir nevi kiralık katil sayılırlar ama burada bile
samimi değiller; çünkü dini dünyevilik için en kullanışlı araç haline
getirdiler.
Araştırmaz, sormazlar hedefleri
çok nettir, hükümleri kesindir. Hayır, Protestanlık-Kapitalizm ilişkisi gibi
değil bunların dünyevileşmeleri, tersine kaleyi içten fethetmeye azmetmiş ve
kaleyi fethedince “devlet” olacaklarını hesap eden bir mezhebe sahipler...
Yasalara yakalanmamanın yolunu,
yasallıkları ele geçirmek suretiyle sağlama almışlar. Bir tür ipnotize edilmiş
gibiler, her konuda ne söyleyecekleri artık tahmin edilir hale geldi...
Bu mekanik yazar türünün,
yazarlıktan vazgeçerek Charles Bronson gibi kiralık katillerle dönüşmesi
halinde ülkemizde işlenen pek çok cinayeti çözmek mümkün olamayacaktır. Bir de
bazı polislerin bunlara yardım edebileceğini düşünün, bazı savcıların
öldürülecek suçluların dosyasını özel kuryelerle gönderdiklerini... Neden
olasın, kuvveden fiile çıkarmış olurlar mekanik tabiatlarını...
Ben bir okuyucuyum ve tabii sıkı
bir sinema seyircisi... Seyirci olarak Mekanik filmini seyrettiğim çağlarda
filmi türünün iyi bir örneği olarak görmüştüm. Belki otuz yılı geçmiştir,
Yalçın Sineması bile olabilir, filmi unutmamışım. Mekanik bir katili seyretmek
anlık bir iş, seyredersiniz ve biter. Ama mekanik katil gibi yazarları artık
okumanın hiçbir tadı kalmadı, işkenceye döndü.
Durgun zamanlarda kaliteli
gözüken yazarlar, bugün en ufak zekâ izi, araştırma kokusu hissedilmeyen
artistik patinaj görünümündeki yazılarıyla sahnedeler... Hepsinin hedefi, ne
diyeceği belli ve artık kişiliklerini, hatta kimlerle istişare haklinde
olduklarını bile ezberledik.
Daha vahimi bu mekanik fikir
katillerinin, televizyon yıldızı olmaları... Gündüz yazdıklarını bir de akşam
abonelerine okuyorlar. Ben nerden haberdarım? Zaping yapıyorum ve “Yine mi
siz!” deyip, solumu üş tüh çekip; sinema kanalına geçiyorum. Ve tabii maalesef
boş zamanlarımda kitap okuyorum(!). Suç ve Ceza’nın son bölümünü yeniden
okudum, Raskolnikof’un eli yastığın altına gidiyor ve İncil’e değiyor... İncili
Sonya hediye etmişti... Böylece “fena fil-incil” oluyorlar, aşkları
perçinleniyor. Aşk dediğin kitapta birleşmeli...
Sizin kitabınız yok mu, bay
mekanikler?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder