17 Mayıs 2014 Cumartesi

“MODERN CEMAATİMSİ ÖRGÜTLER”İN SOSYOLOJİK TASVİRİ

Başlıkta zikrettiğim örgütler, “Ne yapıyorsunuz?” diye sormanızı hakaret sayarlar.
Evet, o kadar da haklı olduklarına inanırlar. Çünkü onlar seçkin, seçilmiş insanlardır ve dünyanın en seçkin cemaatinin üyesidirler. Bir defa o hepsi birbirine benzeyen mimikleriyle; dudakları, gülüşleri, mülayim pozlarıyla mükemmel bir varlık gibidirler. Doğuştan masum olan insanlar günah işlerler ama bunlar o her dişlisi birbirine geçmiş makine gibi işleyen cemaatin bir üyesi oldukları için günahsızlaşırlar. Adeta taze doğmuşturlar; birtakım ritüellerle tekrar tekrar örgütlerine iman tazelerler.
Bu tür sosyolojik yapılar: Az nüfusa sahip ve başlarında doktor, mühendis, mimar, dinî lider, filozof, hülasa olağanüstü vasıflarla mücehhez şefleri olan kabilelerin modern hayata uyarlanmış biçimidir. Modern uygarlık cemaatleri yutmuş, insanları birbirine benzetmiştir ama “cemaat örgütlenmesi” model olarak insanlığın hafızasında muhafaza edilmiştir. Modern çağ insanlarının yalnızlığı ve kitlesel cehalet, belli amaçlara yönelik örgütlere zemin hazırlamaktadır. Dinî olan ve muayyen dinler içerisinden merkezkaç ve batınî temayüllerle ayrılan “cemaatimsi”ler her ülkede vardır, hatta yaygınlık kazanmaktadır. Bazen bu iyi düşünülmüş ve örgütlenmiş oluşumlar, iktidar ve devlet üzerinde etkinlik kazanıp, siyasî bir aktör haline gelebilmektedirler, çoğunun da hedefi budur.
Yüksek bir “biz bilinci” ve dayanışmaya sahip kadim topluluklar kaybolmuştur. Bir hedef ve sebeple bir araya getirilen üyelerden oluşan ve şeklen onlara benzeyen örgütler ise modern dünyanın önemli aktörleridir. Sosyal yapılara ve siyasî iktidar kavgalarına doğrudan nüfuz edebilmenin elverişli ve mümkün olmadığı durumlarda, cemaatimsi örgütler büyük işlevler yerine getirirler. Kolay bir etiket de olsa bu örgütleri, Alamutîler’e yahut mason örgütlerine benzetmek isabetli bir teşbih değil, yalın bir hakikattir. Ancak bu yalın hakikati ciddiye almak, inceden inceye tahlil etmek şarttır. Cemaatimsileri  ayrıca ötekileştirmeye gerek yoktur, üzerine mizah yapmayı bile tehlikeli bir basitleştirme ve ciddiyetsizlik olarak görmek gerekir. Çünkü bu örgütler kendilerini zaten “ötekiler”den tefrik etmek suretiyle sübut bulmuşlardır. Kendilerini ötekileştirildikleri, cadılaştırıldıkları iddiasıyla savunmalarına imkân verilmemelidir. Hukukî kurumlara da bu alanda büyük bir sorumluluk düşmektedir.
Bazı önemli hususların gereğince altı çizilmediğinde zamana hâkim enformatik laçkalık tepe noktalara kadar uzanır, olay ve taşıdığı anlam buharlaşır. Bunlardan birinin KSÖ (Kudüs Selam Örgütü) adıyla kamuoyuna akseden hadise olduğunu düşünüyorum. Hukuk kurumunun vaziyet ettiği bu düzmece örgüt,  tek başına 17 Aralık’ın darbe teşebbüsü olduğuna beni ikna etmiştir. KSÖ davası; adıyla ve üyeliklerinden bihaber üyeleriyle(!) tam anlamıyla beynelmilel ve profesyonel bir kurmay zekâsı, operasyonel bir hedef gerektirir. 17 Aralık darbesi başarılı olsaydı, bu derin ve üstelik hukukî tezgâh, darbecileri sadece “Kudüs” kelimesinin ustaca seçilmesinden dolayı uluslar arası kamuoyunda meşru kılacaktı. KSÖ ismi, 17 Aralık operasyonunun dış bağlantısını da deşifre edicidir. Ülkemizde kendini dinle ilintilendiren ve modern iktidarın en önemli dört ayağı olan siyasî, iktisadî, askerî, epistemik unsurlara sızan örgütlü yapılanma; örneklerine dünyanın her yerinde rastlanan tipik bir cemaatimsi varlıktır.
Din, istisnasız bu modern ve ileri düzeyde işlevsel cemaatlerde merkezi konumdadır. Böyle oluşu genellikle bu yapıları dinî vasıflarla nitelemeye imkân verir. Gerçekte bu tür örgütler, seküler alanı dinî kavram ve ritüellerle bütünleştirerek, batınî bir cerbeze ve teşne zihinlerden örgüte kayıtlı olmayan hayranlar kazandırır. Eski örneklerinde olduğu gibi, merkezi yapı daima çok iyi muhafaza edilir, ama örgüt, sosyo-psikolojik ve siyasî nedenlerle yardakçı edinme imkânı bulurlar. “Büyük Üstad”, “Mehdi”, “Kutb-ul Aktab” gibi tarihî bir ağırlık ve tasarruf alanına sahip kavramlar, modern cemaatimsi örgütlerin sıkça başvurduğu kavramlardır. Bu seküler oluşumların dinî-dünyevî bağlanışları: Doğaçlama gelişen Protestanlık-Kapitalizm ilişkisinde olduğu gibi değildir; dini, seküler iktidar için teknik bir araç olarak kullanırlar. Bu araçsal akılları, onları halk katmanlarına kolay sirayet etmelerini sağladığı gibi, diğer dünyevî ve küresel örgütlerle teması kolaylaştırmaktadır. Aydınlanma Çağı hatırası olan hümanizm, istisnasız tüm dünyadaki cemaatimsi örgütlerin kitlelere akseden çehresi olarak gözükür. Hayır kuruluşları, vakıflar, kültürel etkinlikler istisnasız hepsinin ve eskiden beri kullandıkları enstrümanlardır.
Durkheim’in din üzerine söyledikleri büyük bir bölümü pür-sosyolojik kalma gayretinden dolayı aşırı bir genelleştirme olarak gözükür. Ancak, vahiyle irtibatı olmayan cemaatlerin, kendine tapınması tespiti sağlam gözlemlerle aktarılmıştır. Durkheim’in anlattığı, kabile reisinin (ki, her yönüyle reistir) ateşleyici sevk ve idaresiyle, mensuplarının mekanik hareket eden bir yaratığa dönüşmesi, İbn-i Haldunun “Bedevi” tiplemesinden farklı bir cemaat yapısına işaret eder. Durkheimin tasvirini yaptığı cemaat, batılıların “ilkel” olarak tasvir ettiği sosyal oluşumlara daha yakındır. Vahiyle irtibatı olan “bedevi”lerin, kendi kendilerine tapındıklarını iddia etmek ise, ileri bir sosyolojist tavır olur.
İbn-i Haldun’un bedevi tipi ve Durkheim’in işaret ettiği ayrı bir cemaat türü, kendi aralarında yüksek bir “Biz” bilinci, dayanışma ve iktisadî benzerlikler taşımaları dışında farklı varoluş alanlarına sahiptirler. Bugünün dünyasındaki cemaatlerle benzerlikleri ise, insanlığın tarihî eylem repertuarı ve devamlılık taşıyan uygulamalardan dolayı şaşırtıcı görülmemelidir. Bugünün cemaatimsi ve yapay varlıklar olan örgütleri, herhangi bir dine nispet edilseler bile kendi kendine tapınan ilkel kabilelere daha yakındır. Kabile reisi yani örgütün lideri tanrının temsilcisidir, hezarfendir ve örgüt mensupları yüksek bir biz bilinciyle topyekûn bir yaratık gibi hareket ederler. Hiçbir şekilde eleştirilemezlik taşıdıklarına inanan ve kendi dışındakilere “öteki” olarak bakan bu yapılar; modern dünyanın sunduğu ekonomik imkânlarla son derece işlevsel bir alana sahip olmuşlardır. Meşruiyetlerini kendilerinden alan ve kendine tapınan cemaatimsi örgütler; modern iktidarın dört ayağı olan siyasî, iktisadî, askerî, epistemik alanlarda iş tutmaları doğaları gereğidir.
Ülkemizde kökleri yeni olmayan ama yaptıkları ile gündeme oturan ve kendilerini İslam Dini’ne nispet ederek seküler alana yerleştiren örgüt; tüm ritüel ve kavramlarıyla heteredoks bir tarikat özelliği taşımaktadır. Şekil itibariyle cemaat gibi hareket eden, “kendine tapınan” örgüt, modern, hatta pür-modernist bir oluşumdur. Bizzat kendilerini denetlemeleri zor olduğu gibi, geleceğe doğru neler yapabileceklerini kestirmek de zordur. Bence bu yönüyle bizdeki örgüt ciddi bir potansiyel tehlikedir, Türkiye gibi komşularının ve batılı müttefiklerin gözetim altında tutuğu, darbelerle müdahil olduğu bir ülkede, meşruiyetini kendisi çizen, sınırları belirsiz bir yapının denetim altında tutulmaması tehlikeli olabilir. 17 Aralık’tan sızdığı kadarıyla bu örgüt çok yönlü ve beynelmilel işlevler üstlenmeye, operasyonel roller yerine getirmeye elverişli bir boyuta ulaşmıştır. Ortadoğu’daki diğer dinî, lâdinî örgütlerin yakın tarihi bu konuda ibret ve örneklerle doludur.
Başa dönerek noktalayalım…
Ülkemizin payına düşen örgütün mensupları, hayranları “Ne yapıyorsunuz?” diye sormamızı hakaret sayıyorlar.
Evet, haklı olduklarına hâlâ ve kesinlikle inanıyorlar. Biz zavallı “öteki”ler idrak edemiyoruz ama dünyadaki örnekleri gibi Tanrı’nın işaretiyle seçilmiş, Kilise’nin takdisiyle ve donanmış insanlardan mürekkeptirler; biriciktirler. Örgüte mensup olmakla adeta yeniden doğmuş ve günahsız varlıklar haline gelmişlerdir; cennetle müjdelidirler. Bir takım ritüellerle tekrar tekrar iman tazeliyorlar ve mekanik bir varlık gibi hareket ediyorlar. Peşinen, sözlerime fena halde sinirleneceklere, “Kusura bakmayın, ben sizi böyle gördüm ve böyle değerlendirdim!” demekten öte tek bir sözüm yok… Örgütün medya uzantıları sık sık “Gün gelecek liderimizden özür dileyeceksiniz!” demekteler. Bir başka ihtimal daha olabilir ve gün olur onlar tüm milletten özür diler. Az da olsa böyle bir ihtimale açık olun, insanoğlu kusurdan hâli değildir…
Kusurluluk derece derecedir, ahlak haline gelirse insandışılığa sürüklenirsiniz; ama kusursuzluk da gayr-ı insani bir özelliktir.

Kusurluluğu ahlak edinenlerle, kendini kusursuz takdim edenlerin işbirliğine şahit olmaktayız, bu yakın geleceğin en büyük tehlikesidir…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder