Modernizmin bütün dünyayı işgal eden iktisadi, siyasi, askeri ve epistemik seçkinler (cemaatler) denetimiyle ve paslaşmasıyla sürdürülen iktidarı: “Dünsüzlük” üzerine inşa edilmiştir. Modernlik patentini elinde bulunduran az sayıda ülke ile modernleri taklit eden çok sayıda ülke arasında usta-çırak ilişkisi değil; taklit edilen-taklit eden ilişkisi biçimindedir. Usta-çırak ilişkisi, çırağın ustasından farklı bir yol icadına imkân verebilir ama taklit ilişkisi, taklit edilenin tıkandığı yerde tıkanır. Taklit edilen ülkeler yaşlanmıştır, cerrahî operasyonlarla dik görünmeye çalışmaları da omurgalarındaki deformasyonu gizleyememektedir. Taklit eden ülkeler ise şaşkındır; çünkü modernizme ehil olmak kompleksinin tezahürü olan resmî milliyetçilikler “kişilik” kazanmalarına yetmemiş ve “dünsüz” kalmışlardır.
Modern ülkelerin eklektik numunesi ABD’nin Reagan zamanında ve bütün dünyanın gözünün içine baka baka “Haçlı Seferleri”ne start vermesi aslında özü çürük Batı için yeni bir anti-tez arayışı idi. Doğrudan savaş değil; terör örgütleri yahut etnik isyanlar vasıtasıyla yürütülen bu post-modern Haçlı Seferleri de kifayet etmez oldu. Çünkü kendi toplumlarına hâkim insan karartısı, kişiliksiz ve –yamyamlık şimdilik tecrübe dışı- ama sadece tüketmek için yaşayan bir amorf yığına dönüşmüştür. Haçlı Seferlerinde Papa’nın “Aç kaldığınızda müslüman eti helaldir!” fetvası, gerekçesiyle beraber vardır; tam böyle olmasa da Lüther’in manifestosunda da Türkler için özel bir parantez açılmıştır. Şimdi sıra post-modern yamyamlık denemesindedir; doğrudan etimizi yemeyebilirler ama etlenmemizi sağlayan kaynaklara daha etkin hâkim olmak için her yolu denerler. Fransızların faşist başbakanının Libya petrollerinden istediği %35’lik pay, güncel örnektir; örnekler çoğaltılabilir. Libya halkının eti kanı Sarkozy’nin tebaasına helaldir. Kaldı %65, onun da pazarlıkları yapılmıştır/yapılmaktadır mutlaka. Onu bilemem ama Türk yetkililerin şekli tartışmalı da olsa para çantasıyla gitmelerini bendeniz asil ve umut verici buldum. Bazı yazarların Batılı hariciye erbabının Davutoğlu’na güldüklerini naklederek vaziyeti “diplomatik başarısızlık” nitelemelerini de iğrenç buldum. Diplomatik dilin bittiği yeri kestiremeyen diplomat değil, smokinli maymundur.
Post-modern terkibine cari bütün kullanım ve anlamlar dışında, Batı’nın yeni bir “Dün” inşa etme aşaması olarak bakılması gerektiği düşüncesindeyim. Neo-Haçlılık dünü yeniden inşa etmenin sadece bir yönüdür; ateist, sosyalist, ırkçı batılılar bile boyunlarına haç asmaktan çekinmeyeceklerdir. Asıl şaşkınların yani taklitçilerin ne yapacağı düşündürüyor beni, çünkü batı dününü her an tedavüle sokacak pragmatizme ve yamyamlık versiyonlarına kökten maliktir, donanımında bu kuvvet mevcuttur. Taklitçi ülkeler dünlerini yıkıp yağma ettikleri için, Birleşmiş Milletlerin namusuna(!), NATO gibi örgütlerin garantörlüğüne asla güvenilemeyeceğini büyük çaplı patlamalarla anladıklarında, hangi diyalektikle (Zamana karşı duruşla) tezlerini doğuracak, hangi eylem repertuarıyla hafızalarını harekete geçireceklerdir? Ortadoğu ülkelerinin tamamında yaşananlar, daha zor zamanların habercisidir.
Mukallit ülkeler iki tür mukallide sahiptir: Köktenmukallitler ve “Biz daha modernini yaparız!” iddiasındaki parçalanmış şuura sahip mukallitler. Birincilerden umut yok, tek yapacakları smokinlerini giyinip rakipten merhamet beklemektir; parçalanmış şuurluların ise elan ne yapacaklarını kestirmek zor. Dileğim ise elbette “Millet-i merhume”nin düştüğü yerden doğrulmasıdır; yiğit düştüğü yerden kalkarmış. Dizimizi vuracağımız yer kendi vatanımızdır. Batılıların Türkiye’yi pekçok meselede adres göstermeleri yahut zikretmeleri dünlerini inşa etmeye başladıklarının göstergesi olabilir
Modern ülkelerin eklektik numunesi ABD’nin Reagan zamanında ve bütün dünyanın gözünün içine baka baka “Haçlı Seferleri”ne start vermesi aslında özü çürük Batı için yeni bir anti-tez arayışı idi. Doğrudan savaş değil; terör örgütleri yahut etnik isyanlar vasıtasıyla yürütülen bu post-modern Haçlı Seferleri de kifayet etmez oldu. Çünkü kendi toplumlarına hâkim insan karartısı, kişiliksiz ve –yamyamlık şimdilik tecrübe dışı- ama sadece tüketmek için yaşayan bir amorf yığına dönüşmüştür. Haçlı Seferlerinde Papa’nın “Aç kaldığınızda müslüman eti helaldir!” fetvası, gerekçesiyle beraber vardır; tam böyle olmasa da Lüther’in manifestosunda da Türkler için özel bir parantez açılmıştır. Şimdi sıra post-modern yamyamlık denemesindedir; doğrudan etimizi yemeyebilirler ama etlenmemizi sağlayan kaynaklara daha etkin hâkim olmak için her yolu denerler. Fransızların faşist başbakanının Libya petrollerinden istediği %35’lik pay, güncel örnektir; örnekler çoğaltılabilir. Libya halkının eti kanı Sarkozy’nin tebaasına helaldir. Kaldı %65, onun da pazarlıkları yapılmıştır/yapılmaktadır mutlaka. Onu bilemem ama Türk yetkililerin şekli tartışmalı da olsa para çantasıyla gitmelerini bendeniz asil ve umut verici buldum. Bazı yazarların Batılı hariciye erbabının Davutoğlu’na güldüklerini naklederek vaziyeti “diplomatik başarısızlık” nitelemelerini de iğrenç buldum. Diplomatik dilin bittiği yeri kestiremeyen diplomat değil, smokinli maymundur.
Post-modern terkibine cari bütün kullanım ve anlamlar dışında, Batı’nın yeni bir “Dün” inşa etme aşaması olarak bakılması gerektiği düşüncesindeyim. Neo-Haçlılık dünü yeniden inşa etmenin sadece bir yönüdür; ateist, sosyalist, ırkçı batılılar bile boyunlarına haç asmaktan çekinmeyeceklerdir. Asıl şaşkınların yani taklitçilerin ne yapacağı düşündürüyor beni, çünkü batı dününü her an tedavüle sokacak pragmatizme ve yamyamlık versiyonlarına kökten maliktir, donanımında bu kuvvet mevcuttur. Taklitçi ülkeler dünlerini yıkıp yağma ettikleri için, Birleşmiş Milletlerin namusuna(!), NATO gibi örgütlerin garantörlüğüne asla güvenilemeyeceğini büyük çaplı patlamalarla anladıklarında, hangi diyalektikle (Zamana karşı duruşla) tezlerini doğuracak, hangi eylem repertuarıyla hafızalarını harekete geçireceklerdir? Ortadoğu ülkelerinin tamamında yaşananlar, daha zor zamanların habercisidir.
Mukallit ülkeler iki tür mukallide sahiptir: Köktenmukallitler ve “Biz daha modernini yaparız!” iddiasındaki parçalanmış şuura sahip mukallitler. Birincilerden umut yok, tek yapacakları smokinlerini giyinip rakipten merhamet beklemektir; parçalanmış şuurluların ise elan ne yapacaklarını kestirmek zor. Dileğim ise elbette “Millet-i merhume”nin düştüğü yerden doğrulmasıdır; yiğit düştüğü yerden kalkarmış. Dizimizi vuracağımız yer kendi vatanımızdır. Batılıların Türkiye’yi pekçok meselede adres göstermeleri yahut zikretmeleri dünlerini inşa etmeye başladıklarının göstergesi olabilir
Ne vakit Berat Demirci Hocamın yazılarını okusam yazılandan o kadar çok etkilenirim ki, yazana böylesine harikulade nasıl yazılır diyerek hayranlık duymamın yanı sıra, uzun bir müddet yazının etkisinden çıkamam... her satırında ayrı bir mesaj,apayrı bir aktarım ve etkileyici bir bütünlük...
YanıtlaSilNe vakit Berat Demirci Hocamın yazılarını okusam, içimden yorum yazmak gelir ama yorum yapılamayacak kadar bütünseldir yazılanlar, O öylesine muhteşem bir kalem ki tesiri kolay kolay çıkmıyor hafızalardan...
Dünsüzlük üzerine kurulmuş ülkeler, iktidarlar,milletler ve hatta dünsüz yazarlar topluluğu her ne kadar varlıklarını korusa da, dünü belli olan bir yazarın varlığı, bugüne ve yarına yazılarıyla meydan okuması iç ferahlatıcı...